evre ve Orman Bakanlığı tarafından yaptırılmakta olan “Manisa, Kütahya, İzmir Planlama Bölgesi 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı” için İzmir’de gerçekleştirilen bölgesel toplantıda dile getirilen en dikkat çekici istemlerden biriydi, Kütahya Simav’dan katılan yerel yönetim temsilcisinin isteği. “Gölümüzü geri istiyoruz” diyordu, salonun ortalarından yükselen bir ses, 1960 yılında kurutulan ve tarım alanına dönüştürülen Simav Gölü için.
Son yıllarda eski göl alanı çevresinde yaşayanlar tarafından daha sık dile getirilmeye başlanan bu istek, önemli bir sulak alanın yitirilmesi sonrasında, Göl çevresindeki alanlarda ortaya çıkan sorunların yarattığı pişmanlığın dile getirilmesinden başka bir şey değildi. Geniş sulu toprakların tarıma açılması düşüncesiyle başlayan ve günümüzde pişmanlığa dönüşen bu yanlış süreç, günümüzde önemli bir ekosistemin ortadan kalkmış olmasının yanı sıra, göl alanı ve çevresinde yeraltı su seviyesinin giderek daha derinlere inmesi, tuzlanmanın artması, verimliliğin düşmesi gibi kaçınılmaz sonuçlarıyla ortadadır.
Ülkemizdeki pek çok sulak alan ve çevresinde yaşanan benzer gelişmeler, Simav örneğinde olduğu gibi son yılların önemli gündem maddelerinden biridir. Geçmiş yıllarda dünya üzerinde çok sayıda sulak alanda yaşanan benzer sorunlar, sulak alanların korunması için özel koruma önlemlerinin geliştirilmesini zorunlu kılmıştır. 2 Şubat 1971 tarihinde İran’ın Ramsar kentinde bir araya gelen ülkelerin imzaladığı ve kısaca Ramsar Sözleşmesi olarak anılan “Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkındaki Sözleşme” sonrasında, dünya üzerinde pek çok sulak alan koruma altına alınmıştır.
1997 yılından başlayarak Ramsar Sözleşmesi’nin imzalandığı 2 Şubat günü “Dünya Sulak Alanlar Günü” olarak kabul edilmiş, Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne 1994 yılında taraf olmuş, “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği”ni ise 2005 yılında yürürlüğe sokulabilmiştir.
Yıllardır başta tarımsal amaçlı tarla oluşturulması amacıyla olmak üzere, çok sayıda sulak alan kurutulmuştur. Bilinçli kurutma uygulamalarının yanı sıra izlenen yanlış politikalar, yeryüzündeki en üretken ve zengin ekosistemlerden olan sulak alanları tümüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. Giderek artan oranlarda kontrolsüz yeraltı suyu kullanımı, sulak alanlar dikkate alınmadan yapımı gerçekleştirilen barajlarda suların tutulması ve küresel ısınma ile birlikte yağışların azalması, sulak alanların doğrudan ve dolaylı olarak kirletilmesi en önemli tehlikeler olarak öne çıkmaktadır.
Her yıl bir başka tema ile anılan Dünya Sulak Alanlar Günü için bu yıl, “Yarın için balık?” sloganı seçilmiştir. Bilinen balık türlerinin üçte ikisinin yaşam kaynağı olan sulak alanlar, gerek balıkçılık ve gerekse biyolojik çeşitlilik açısından büyük öneme sahiptir. Dünya Sulak Alanlar Günü için TMMOB Çevre Mühendisleri Odası tarafından yapılan açıklamada, “Ülkemizde son 50 yılda yok edilen yaklaşık 1.300.000 hektarlık sulak alanla birlikte baraj yapımı, doğal ortama yabancı balık türlerinin yetiştirilmeye çalışılması ve aşırı kirlenme gibi nedenlerle endemik 62 balık türünden 41’inin varlığının tehdit altında olduğu” vurgulanmıştır.
Sulak alanların zengin biyolojik çeşitlilik dışında, taşkın kontrolü, bölgenin su rejiminin dengelenmesi, suyun nitrat, fosfat ve toksik maddelerden arıtılması gibi birçok işlevinin var olduğu bilinmektedir. Ülkemizde 1950’li yıllarda sıtma ile mücadele amacıyla kurutulmaya başlanan sulak alanlar, sıtmanın ülkemizde tümüyle yok olmasına rağmen, tarım ve sanayi alanı olarak değerlendirilmek üzere kurutulması sürdürülmüştür.
Kütahya’da 1960’lı yılların başında kurutulan Simav Gölü’nün yanı sıra, Hatay’da Amik Gölü, Burdur’da Kestel Gölü, Kahramanmaraş’ta Gavur Gölü, Konya’da Samsam Gölü tarımsal amaçlarla kurutulmuştur. Konya’da Akşehir Gölü geçmişte sahip olduğu 350 kilometrekare büyüklükten 30 kilometrekareye kadar küçülmüş, derinliği ise 1 metreye düşmüştür. Benzer biçimde, ülkemizdeki Ramsar alanlarının en önemlilerinden olan Seyfe Gölü’nde kuruma büyük boyutlara ulaşmıştır.
Konya’nın atıkları ile kirlenen ve yeraltı sularının çekilmesi nedeniyle küçülen Tuz Gölü’nün yanı sıra, Afyon’da Eber Gölü, Aydın’da Bafa Gölü, Balıkesir’de Manyas Gölü, Manisa’da Gölmarmara Gölü yoğun kirlenme tehdidi altındadır. Kayseri’de bulunan Sultan Sazlığı, Konya’da var olan Ereğli, Hotamış ve Eşmekaya sazlıkları da yapılan müdahaleler nedeniyle kuruyan sulak alanlar arasına katılmıştır.
Ülkemizdeki en önemli sulak alanlar arasında yer alan Kızılırmak Deltası ise yapılaşmalar, deniz suyunun delta içine yayılması ve tuzlanmanın artması nedeniyle; Gediz Deltası, havzası içindeki yerleşmeler ve endüstriyel gelişmelerin atıklarından kaynaklanan kirlilik nedeniyle; Büyük Menderes Deltası, kentsel atıksu kirliliği ve tarımsal ilaç kirliliği nedeniyle, Küçükmenderes Deltası da turizm yapılaşması ve endüstriyel atıksu kirliliği nedeniyle tehdit altındadır.
Ülkemizde var olan tüm sulak alanların önemli tehdit altında olması, geçmişten bugüne değin çok büyük hataların yapıldığının açık göstergesidir. Sulak alan ekosistemleri, ekolojik açıdan önemli değerler olarak kabul edilmeli ve korunmalı, sistemde yaşanacak bozulmaların geriye dönüşünün olanaklı olmadığı bilinmelidir.
|