Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih
Gökçek’in Kızılırmak suyunu Ankara’ya hiç kimseye
haber vermeden taşıması ve 20 günden fazla bir süre suyu yine hiç kimseye
açıklama yapmadan Ankaralılara kullandırması büyük tepkilere neden oldu. Üstelik
suda insan sağlığını çok ciddi biçimde tehdit eden arsenik, cıva, kadmiyum gibi
ağır metaller bulunduğu uyarılarının üst üste yapılmasına karşın Kızılırmak
suyunda diretmesi tepkileri arttırdı. Çankaya Belediye Başkanı Prof. Dr.
Muzaffer Eryılmaz, bu uyarıları yapanların başında geliyordu.
Eryılmaz’la Çankaya Belediyesi’nin tarihi Kolej binasındaki makamında buluştuk.
Eryılmaz, Gökçek’in bu yaptığını “ağır suç ve skandal” olarak niteledi.
- Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Kızılırmak
suyunu Ankara’ya getirdiğini 20 gün sonra açıklamasını nasıl
karşıladınız?
M. E. - Bu, belirgin bir biçimde halkı kandırmaktan başka
bir şey değildir. Bu tartışmasızdır. Zaten kendisi de onu söylüyor. “20 gün sizi
kandırdık, söylemedik” diyor. Bu aslında çok büyük bir suç. Açıkça skandal.
Yerel yöneticinin görevi, halkı, özellikle sağlığıyla ilgili konularda
bilgilendirmektir. Yerel yönetici bunu yapmaya mecburdur. Şimdi bunlar AB’ye
girmek istiyorlar ya… Girerken de neyi kopya çekeceklerini şaşırıyorlar.
Örneğin, seviniyorlar, gündüz vakti havai fişek atıyorlar. Oysa havai fişek
karanlıkta atılır. Avrupa ülkelerinde de havai fişek atılıyor, diyorlar. O kadar
öğrenmişler.
- Bu bir görgü meselesi değil mi?
M. E. - Kopyayı düzgün çekememişler. Bu su konusuna
dönersek. Yapılması gereken özellikle halk sağlığıyla ilgili olarak uzmanlara
kulak verilmesi gereğidir. Bu işin meslek odaları, bilim yuvaları var. Onlara
başvurulmalıdır. Bir de bu ülkede DSİ diye bir kurum var. DSİ‘nin ayrıntılı
raporları var. Bunlara (Ankara Büyükşehir Belediyesi) da üç-dört yıl önce yazılı
bildirmişler. Raporda şöyle deniyor:
“Genel durum kuraklıkla artıyor. Bir an önce tedbirinizi alın.” Ankara için
nerelerden su sağlanacağını raporda belirtmişler. Bir grup Gerede tarafından,
bir grup Kızılırmak’tan alınacak diyor. Ama Kızılırmak’tan gelecek su için,
“2027-2030’a doğru Kızılırmak suyunu kullanın. Çünkü bu suda çok belirgin
kirlenme, ağır metaller var. Ayrıca Kızılırmak boyunca doğru dürüst hiçbir
arıtma tesisi yok. Bu suya bütün fabrikalar, iller, ilçeler atıklarını veriyor.
Bu suyun kullanılabilir hale gelmesi ancak 2027 yılında olur” diyor.
Halk kandırılıyor
- Orada da halka kandırmaca yapılmadı mı?
M. E. - Yapıldı. “2027’de getirilecek suyu ben şimdi
getirdim” diyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) de şunu söylüyor:
“Bu suyun içinde arsenik, cıva, kadmiyum gibi ağır metaller var. Bunlar suda
kesinlikle olmamalı.”
- Bir de Kızılırmak suyunu getirmenin maliyetinin Gerede’den
getirilecek olanın neredeyse üç misli olduğu bilinmiyor mu?
M. E. - Bilinmez olur mu? Gerede’den Ankara’ya suyu
getirmenin maliyeti 250 milyon dolar. Bu 250 milyon doların 150 milyon dolarlık
bölümünü Büyükşehir Belediyesi tamamlamış. Altı kilometrelik bölümü var. Onun da
masrafı 100 milyon dolar dolayında. Bunu yaptıkları anda Ankara’nın su ihtiyacı
büyük ölçüde karşılanmış olacak. Kızılırmak Nehri boyunca demin de söylediğim
gibi arıtma tesisi yok. Düzenli laboratuvar tahlilleri yapılmamış. Ankara’da
DSİ‘nin, ODTÜ’nün, bir de ASKİ‘nin laboratuvarı var. ASKİ‘ninki bozuk. Bunun
bozuk olduğunu biliyor. “Ankara’ya suyu verdik. Verdiğimizi sizden sakladık”
dediği zaman tahlilleri de yeterli yapmadı. Sadece gösterdiği iki tane rapor
var. Bunlardan birisini Gazi Üniversitesi’nden bir öğretim üyesine yaptırmış.
Numuneyi bunlar götürmüş.
- Peki, o numuneyi nereden, nasıl aldıkları belli mi?
M. E. - Değil. Siz birisine bir su numunesi götürürsünüz. O
da buna bakar. Çok doğaldır. Şimdi, Kızılırmak suyunun Ankara’ya getirilmesinin
maliyeti 750 milyon dolar. Bir de Kızılırmak suyunun ihalesini kendi yaptı. İşin
bir başka temel noktası da parasal yanı. Kızılırmak suyu pompayla, büyük
miktarlarda elektrik harcanarak yollanıyor. Oysa Gerede suyu normal akımıyla,
eğimle gelecek. Bu böyleyken ve maliyeti düşükken Kızılırmak suyunu tercih
ediyor.
- Muhtemelen Gerede suyunun hiçbir parasal getirisi olmayacaktı,
değil mi?
M. E. - Bu çok net görülüyor. Bu da bence üçüncü bir görevi
ihmal. Mutlaka savcılarımızın, hukuk sistemimizin devreye girmesi gerekiyor.
Zaten biz dava açtık. Tüketici dernekleri de bu işin peşini bırakmayacak.
Üç-dört yıldır DSİ tedbir alınması için uyardı. Bu hiç kulak asmadı. Derken
2007’nin belediye programına da yazmadı. Ama 2007 Mart ve Nisan ayında su
kesintilerine başladı. Ankaralılar su kesintilerinin nedenini sorduklarında da
“Kuraklık geliyor” dedi. Yani milleti önce paniğe hazırladı. “Kuraklık geliyor”
deyince ne kadar naylon bidon satıcıları varsa harekete geçti. Evlerde banyo
küvetleri ağzına kadar suyla dolduruldu. İnsanlar kullanacaklarından daha fazla
suyu depoladılar. Su yok derken su çarçur edildi. Burada amacı milleti önce
panikletmekti.
- Peki, insanları paniğe uğratmak istemesinin nedeni
nedir?
M. E. - Yasalarda maddeler var. Doğal afetlerde alınacak
önlemlerle ilgili… Bu konuda Başbakan’ı, bakanları da kandırdı. Hatta Başbakan
bir açıklama yaparak yapılan işin yanlış olduğunu söyledi. Kandırma yöntemi de
şuydu: Kuraklık geliyor. Su bitmek üzere. Bir an önce ihale açmamız lazım. Bunu
söyleyince Başbakanlık’tan onay aldı. Yaptığı ihale de acil durum ihalesi. Oysa
yıllardır kendisine uyarılarda bulunuluyordu. O zamana kadar yapmadı. Sonra da
acil durum ihalesi açtı. Sen 15 yıldır Ankara’nın yönetimindesin. Murat
Karayalçın’dan sonra Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilirken
hazırlattığı afişler hâlâ duruyor. Afişlerde “Geldiğimiz zaman acilen su işini
halledeceğiz” diyor. Ama seçildiği anda bu sözünü unuttu. Son üç-dört yıl
DSİ’nin yaptığı uyarılara da kulak asmadı. Sonunda Başbakan’ı kandırarak acil
ihaleye ihtiyaç olduğunu söylüyor. Acil ihaleye ihtiyaç var deyince de teklif
usulüyle ihale açılıyor. Teklif usulü de şu: Kendi seçtiğiniz üç-dört firmayı
çağırıyor ve onlara o işi veriyorsunuz.
- Yani ihale kendi adamlarına mı verildi?
M. E. - Durum çok net görülüyor. Orada bir konu daha var.
İnşaatı ihaleden çok önce başlatıyor. Onun ayrıntısı zaman içinde anlaşılacak.
Mart-nisan aylarında ASKİ‘nin makineleri çalışmaya başladı. İhaleyi daha sonraki
bir zamanda yaptı. Elimizde ayrıntılı bilgi olmadığı için şu kadar zamanda şu
kadar paralık iş yapıldı da sonra ihale yapıldı demek zor. Ama görüneni bu. Bir
başka nokta daha var. ASKİ kendi hazır parasını belediyenin diğer kurumları
kullansın diye faizsiz veriyor. Ama kendisi bu iş için bankalardan faizle kredi
aldı. Bir başka yaptığı da aldığı krediye karşılık ASKİ’nin su geleceğini beş
yıl itibarıyla bankalara bağlıyor. Yani işin neresinden bakarsanız bakın, her
yerde skandal var. Bakın, metroya para yok, dedi. Ondan sonra da 750 milyon
doları oraya harcadı. Üstelik o harcadıkları yetmiyor.
Suda ağır metaller var
- Peki, herhangi bir arıtma tesisi düşünüldü mü?
M. E. - Yapılan iş Kızılırmak suyunu Ankara’ya yollamak.
Bugün yaptığı arıtma tesisi bu suyu arıtacak teknik yapıda değil. Burada bize
verilen bilgiler laboratuvar tetkikleri diye sunulanla aynı. Örneğin bir doktora
gidin. Baştan sona tetkik dendiğinde kanda arananlar farklı. Ayrıntılı sağlık
yönünden bakın, dediğiniz zaman laboratuvar bulguları içinde arsenik, cıva,
kadmiyum, öbür ağır metallere bakılması lazım. Burada bakılmıyor. Elinde
salladığı sadece sodyum, sülfat, klorür içeriyor. Suyun içinde klorun miktarını
arttırdıkça günlük ishal, mide şikâyetlerini ortaya çıkaran mikroplara etkili
olur. Ama insanlara verdiğiniz ve içmelerini tavsiye ettiğiniz suda arsenik,
cıva, kadmiyum var. Bunu çocuklar da içiyor. Bunun acısı hemen çıkmaz. Beş-on
yıl sonra mesane, kalın bağırsak, akciğer kanseri gibi ortaya çıkacak. Özetlemek
gerekirse görevini tam anlamıyla kötüye kullanmış oluyor.
- Peki, o zaman inandırıcılığı nerede kaldı?
M. E. - Yöneticilerin esas görevi inandırıcı olmaktır.
Bundan sonra artık Ankara halkı onun hiçbir açıklamasına inanmaz. Her gizliliğin
içinde kirlilik vardır. Burada da gizli bir olay olduğu için mutlaka kirlilik
bulunuyordur. Zaten görülen belirgin, suda da kirlilik var. Arıtmalar yetersiz.
Yerel yöneticinin yaptığında da belirgin bir biçimde inandırıcılığını yitirmiş
olmak var. Dünyanın hangi uygar ülkesine giderseniz gidin yerel yöneticinin
göğsünü gere gere söylediği, “Halk benim dediğime inanır” sözüdür. Oralarda
musluk suyunun kalitesi tartışılmaz. Musluk suyu içilebilir olmalıdır. Hem
Devlet Bakanı Veysel Eroğlu, hem DSİ yetkilileri hem kendisi, “Bu su içilebilir”
diyemiyor. Sadece, “Kullanın. İçilmesi için arıtma tesislerini yapıyoruz,
yapacağız” diyor.
AKP sistemle oynuyor
- Peki, Kızılırmak suyunun miktarı arttıkça Ankaralının hali nice
olacak?
M. E. - Müneccim olmaya gerek yok. Otomatikman Ankara
suyunun kirliliği artmış olacak. Bunun kontrolü de çok zor. Çok yoğun yağmur
yağdığı zaman tarım alanlarındaki kimyasal maddeler de bu suya karışacak.
- Bu kadar görev ihmali olan bir belediye başkanı hâlâ orada nasıl
oturabiliyor?
M. E. - O da işin başka noktası. Bu kirli suda antibiyotiğe
dirençli bir yapı da var. Yani, bir süre sonra halk arasında çeşitli hastalıklar
ortaya çıktığında verilecek ilaçlar da fayda etmeyebilir. Kendi adamları hata
yapınca hoşgörülü davranıyorlar. Ama kendilerinden olmayan birileri hata yaptığı
zaman dünyayı ayağa kaldırıyorlar. Bütün bunlar olmuş. Ne savcılıkta soruşturma
var ne devlet bakanlığında soruşturma var. Sadece Başbakan açıklama yaptı.
“Ankara için bir heyet kuruldu. Çalışma yapılıyor” dedi. Hükümet hükümet gibi
olsa hem hesap sorar hem de uzmanların söylediklerini hiçe saymadan dikkatli
davranır. Ama ne yazık ki öyle bir şey yok. Çünkü AKP ülkenin bütün sistemiyle
oynuyor. Ülkenin geleceğiyle oynayınca Ankara’nın sağlığı bunların içinde
önemsiz bir nokta gibi kalıyor. Hükümet hükmeden olsa aynı gün bu işe el koyar,
gerekli soruşturmayı açardı. Devletin üniversiteleri ve uzmanlarıyla bu işin
içine eğilirdi. Ama açıkçası öyle bir eğilim görmüyoruz.
Yakında hastalıklar başlar
- Bir de Türkiye’nin en pahalı suyunu Ankara kullanmıyor
mu?
M. E. - Tabii. Düşünün bunlar 15 yıldır Ankara’yı
yönetiyorlar. Hem ASKİ’nin suyunu beş yıllığına rehin etti hem de oradan suyu
buraya yollamak için enerji kullanıyor. Sorun bakın. Son iki aydır bu tetkikleri
yapacak olan ASKİ’nin laboratuvarı bozuk. Sadece verilen sonuçlar
Hıfzıssıhha’nın, Sağlık Bakanlığı’nın Büyükşehir’e bir çeşit desteği. 640 yerden
numune almışlar. Açıklama hemen ertesi gün yapıldı. Bir tahlil en erken 20
dakikada sonuçlanır. Ama ağır metallere bakılması için yapılacak ayrıntılı
tahlil bir-iki günden erken alınamaz. Ertesi gün Sağlık Bakanlığı, “640 numuneye
baktık. Sağlığa aykırı bir durum yok” diye açıklama yaptı. 640 tane günü
birbirine ekleyin. Ne demek istediğimi anlarsınız. Burada suç işlenmiştir. Büyük
bir skandaldır. Bunu istemiyoruz ama bir süre sonra çocuklarda hastalıklar
görülmeye başlayacaktır. Suyu içen çocuklar olacaktır. Yetişkinler pek içmemeye
çalışıyor. Ama yoksul semtlerde yaşayanlar mecburen bu suyu kullanıyorlar. Bir
nokta daha var. Bu suyu kaynattıkça ağır metaller daha belirginleşiyor. Ne
taraftan bakarsanız bakın yapılmaması gereken bir iş.
- Peki, buna karşı Çankaya Belediyesi olarak siz ne
yapıyorsunuz?
M. E. - Melih’in yaptıklarını halka anlatmak için ekipler
oluşturduk. Çünkü bugün medyanın büyük bir bölümü hükümetin kontrolünde. Temel
sorunlarla ilgili olarak medyada kendimize yer bulamadık. O zaman 150 kişilik
bir belediye ekibi kurduk. Bütün yaptıklarımızı halka tanıtmayı amaçlıyoruz.
Bölgemizde 380 bin konut var. Son üç aydır 210-220 binini ziyaret ettik. Üstelik
Büyük Şehir’in üzerinde çalışmadığı sorunları da biz çözmeye çalışıyoruz. Ayrıca
dört yıldır neler yaptığımızı anlatıyoruz. Ben herkese cep telefonu numaramı
veriyorum. İsteyen herkes beni her an arayabiliyor. Halkımızdan gelen istekleri
ve önerileri de Çankaya İletişim Merkezi’nde değerlendiriyoruz.
Portre
Prof. Dr. Muzaffer Eryılmaz
Sarıkamış, 1949 doğumlu. Yükseköğrenimini Hacettepe Üniversitesi Radyoloji
Bölümü’nde yaptı. Siyasi yaşama 1968’de Hacettepe Üniversitesi Sosyal Demokrat
Derneği’nde başladı. CHP’nin çeşitli kademelerinde görev aldı. 2004 yerel
yönetim seçimlerinde CHP’den Çankaya Belediye Başkanlığı’na seçildi.
|