undan daha 75-80 yıl önce, yalnız Türkiye’de değil bütün yeryüzünde, belki birkaç kişi dışında Hititleri kimseler bilmiyordu. Mustafa Kemal Atatürk, arkeoloji eğitimi görmeleri için sınavla belirlenen öğrencilerin yurtdışına –Almanya’ya- gönderilmelerini istedi önce, sonra da Hitit kazılarının başlatılmasını buyurdu. Besbelli kazıları bizden birilerinin yapmasını istiyordu...
Bugün, yapılanı iki tümceyle özetleyivermek ne denli kolay... Oysa bu denli uzak görüşlü kişi kolay kolay gelmiyor yeryüzüne...
O günlere dek her şey Helen kültürüne bağlanıyordu. Ahmet Arif’in dediği gibi, o daha dünkü çocuktu oysa...
Arkeoloji ilerleyip, bilim niteliğini kazandıkça, bunun böyle olduğu anlaşıldı.
Arkeoloji, biliyorsunuz, geçmiş uygarlıkların yapıtlarının saptanması, toprak altında kalmış olanların kazıcılarca ortaya çıkarılması bilimi... Başlangıcı da topu topu yüz elli yıl önceye dayanıyor. Bizim uzmanlarımızın çalışmaları da 75-80 öncesine gidiyor.
Arkeolojinin kullandığı yöntemlerin bugün bile yeterince geliştiği söylenemez. Toprak altında korunmuş olarak duran yapıtlar, kazılarla ortaya, gün ışığına çıkarılınca, oksitlenmeğe (yanmağa) bırakılmış oluyorlar. 5-6 kuşak sonra ne olacaklarını bilemiyoruz. Ayrıca, onaracağız, koruyacağız derken büsbütün zarar verildiği de oluyor yapıtlara...
İşin bu yanına girecek değilim.
Ama, ne olursa olsun, şunu bir kez daha vurgulamak istiyorum: Arkeologlar, özellikle bize bir kültür vatanı armağan ediyorlar bana göre... Bunu hep dile getirdim...
Örneğin, Prof.Dr. Halet Çambel, Prof. Dr. Robert Braidwood ile birlikte Çayönü’nü ortaya çıkardığında ortalık karıştı. O gün için yeryüzünde en eski yerleşmeydi Çayönü çünkü... Hem de o günlere dek, ancak olası görülen yerlerde değil de bizim ülkemizde, Anadolu’muzdaydı yeryüzünün en eski yarleşmesi.
Yeni Taş Döneminden öyle çok yer bulundu ki sonra...
Çayönü günümüzden 10.000 yıl eskiye gidiyor. Oysa Göbekli Tepe kazılarıyla geçmişimiz 2.000 yıl daha derinleşerek, günümüzden 12.000 yıl öncesine indi.
Avcılıkla doyunan insanoğlu, yiyeceğini avlayabilmek için öteki insanlarla işbirliği gerçekleştirebilen, yöntemler geliştirebilen aşamaya gelmişti. Göbekli Tepe bunun kanıtıydı. Ortalama yükseklikleri 4.5 metreyi bulan, insan simgeleri oldukları düşünülen T biçimli sayısız dikili taşları olan bir kutsal alan... (Bugünkü bilgiler kazıcıları bu yoruma götürüyor sanırım.)
Bunları gerçekleştirenler bu aşamaya dünden bugüne gelmediler kuşkusuz... Öncesi de bulunacak bir gün kuşkusuz...
Klaus Schmidt’in, burada yaptığı bilimsel kazıları anlattığı yapıtı (kitabı) 2006 da Almanya’da ençok satanlar arasındaydı. Gene bir bilim adamının, Rüstem Aslan’ın çevirisiyle birkaç hafta önce Türkçesi de yayınlandı. Sevgili Nezih Başgelen, Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında yayınladı...
Şu günlerde Yapı Kredi Bankası’nın Galatasaray’daki Vedat Nedim Tör sergi yerinde, başarılı bir sergiyle anlatılıyor Göbekli Tepe... Bence kaçırılmamalı...
Ben dayanamadım... Bir hafta önce Urfa’ya uçtum... Oradaki elli-atmış, genç-yaşlı mimarla birlikte gittim, 15-20 km ötedeki Göbekli Tepe’ye... Hepimiz heyecanlıydık, bambaşka duygular içinde, 12.000 yıl öncesinin coğrafyasında...
|