b>Fizikteki ve hayattaki 'belirsizlik kanununu' projelerine ilham kaynağı yapan İtalyan mimar Massimiliano Fuksas, İstanbul'a geldi. Mimarın mesajı net: Kaostaki yüce düzene güvenin.
İtalyan varoluşçu-anarşist mimar Massimiliano Fuksas İstanbul'a ilk geldiğinde takvimler 1964'ü gösteriyordu. Yeni yeni 'kentleşmeye' başlayan İstanbul'a otostopla, beş parasız varmıştı Fuksas; İsfahan'a, 20. yaşının maceracı rüzgârıyla savrulurken bu şehirde mola vermişti.
Aynı Fuksas, aynı 'pervasız' merakla, 40 yıl sonra ise Arkitera ve Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği'nin desteğiyle düzenlenen 'Arkimeet' buluşmalarının üçüncü konuğu oldu.17 Şubat akşamı Harbiye Askeri Müzesi Kültür Merkezi'nde mimarlık dünyasıyla randevulaşan Fuksas bu kez, bir mimardan daha çok, bir 'guru' edasıyla karşılandı. Öyle ki gelişi bile, günler öncesinden birçok insanın, özellikle de mimarların ajandasında yerini bulmuştu.
Ünlü yapı ve şehircilik ustası verdiği konferansta, üzerinde çalıştığı ya da tamamladığı, Ferrari araştırma ve geliştirme merkezi, Roma'daki İtalyan Kongre Merkezi, İtalyan Uzay Ajansı Merkezi, Bordeaux Çağdaş Sanat Merkezi, Strasbourg Zenith Konser Salonu ve Salzburg Europark gibi 'kilit' yapı ve proje tasarımlarını meraklılara sundu. 'Mesleki prensiplerini' izleyicilere aşıladı.
'Daha az estetik, daha çok etik' başlıklı 7. Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali'nin yönetmenliğini de yapmış olan mimar Fuksas'la güncel mimaride yarattığı ayrıksı, ancak sarhoş edici düzenin 'asi' güzelliğini ele aldık.
'Jeopolitika'nın mimarlığınıza etkisi ne oldu?
2000 yılında yönetmenliğini üstlendiğim Venedik Uluslararası Mimarlık Bienali'nin başlığı, 'Daha Az Estetik, Daha Çok Etik' idi. Bazı sanatçı ve filozofların bu yönde bir talepleri vardı ve buna kayıtsız kalamadım. Ben, ahlakın bir vizyon biçimi olduğu kanısındayım. Bu anlamda geleceğin de bir vizyon olduğunu ve onu yitirdiğimizi sanıyorum. Mimarlar, insanlar, sanatçılar olarak yıllar önce Joseph Beuys'un da dediği gibi bir topyekûn yaratının uzantılarıyız. Estetik de ilginçtir ama hayatın sadece bir parçasını oluşturur.
Bakın, dört yıl önce yaptığımız bienalden sonra herkes, etikle diğer disiplinlerin ilişkisini araştırmaya ve birbirine sormaya başladı. Çocuklarımızı düşünmeye başladığımızda, iki türlü ağaç imgesini akla getirebiliriz. Birinci biçimde, üç yıl yetiştirdikten sonra ağacı kereste olarak doğrarsınız.
İkinci ağaç örneği ise aynı bir meşe gibi onyıllarca toprakta kalır, yeşerir, kalınlaşır, büyük, ulu bir şeye dönüşür. Ben gölgesinde insanların serinleyebileceği bir meşe olmaya çalışıyorum.
İtalyan Uzay Ajansı merkezi projeniz, Iraklı kadın mimar Zaha Hadid'in Sanat Merkezi projesiyle buluşuyordu. İki anlayışın birbirine 'değdiği', epey ilginç bir örnekti bu.
Son beş yıldaki projelerime dikkat ederseniz, 'akışkanlık' olgusu üzerine eğildiğimi görebilirsiniz. Bu proje ve diğerleriyle savunulan diğer bir unsur da 'form'un ortadan kaybolması ve 'yapıbozum'un dahi gündemden düşmüş olması. Bir örnek vereyim: Şu anda Taksim Meydanı'na bakıyoruz:
İnsanlar gelip geçiyor. Onlar bir yerlerden gelip bir yerlere gidiyorlar. Hepsi nereye gittiğinin bilincinde ama biz onların yönlerini tahmin edemiyoruz.
Ve gördüğümüz şey, akan birtakım izlerden ibaret. Bu izlerden yola çıkarak bir mimari dile ulaşabilir miyiz? Soru bu. Ya da Kuantum Fiziği'ni düşünün. Onda da 'düzensizlik', belirsizlik vardır. Kaos gibi görünse de, kanununu çözemediğimiz bir düzendir o. İşte bu akışkan düzeni, 'fluksus'u düşünmeli ve pratiğe geçirmeliyiz.
Kudüs'teki 'Behlehem Merdiveni' ve 'Barış Merkezi' gibi farklı projeleriniz de var.
O ikisi, görece küçük ama anlamlı iki projemdir. Eski İsrail Başbakanı Şimon Peres ve Filistin lideri Yaser Arafat, barış görüşmelerinin yapıldığı 1990'ların başında, benden hedefledikleri 'yeni kamuoyu' adına bir merkez yapmamı istemişlerdi. Ama daha sonra Arafat, benden Behlehem'de inşa edilecek bir 'yıldız merdiveni' de yapmamı istedi...
Mimarlık felsefeniz nedir?
Mimarlığı 'varoluşçu' bir yaklaşımla pratiğe geçirdiğimi düşünüyorum. Duygularım benim için her şeyden önemli.
Ortaya çıkan eserlerinizde 'dramaturji'nin payı büyük.
Tamamıyla size katılıyorum. Çalışırken iki yöntem olduğunu düşünürüm:
'Klasik/Modern' ve 'Anti-klasik/Barok.' Yani, 'statik' ve 'dinamik' iki türlü tasarım süreci mevzubahis. Bir yapıyı, tek bir desenle de, binlerce temsili resimle de tasarlayabilirsiniz. Ben salt tek bir desen yapmak ve devamını farklı tekniklerle getirmekten yanayım. Çizgim, bir film yönetmeninin çalışmasından farksızdır. Çünkü proje, gerçekten de sahnenin kendisidir. Farklı açılar, senaryolar söz konusu olur.
Projelerinizin her biri, kişiye farklı varoluş biçimlerini deneyimleme şansı tanıyor.
(Gülüyor) Daha ne isteyebilirim ki! Bu tamamen doğru. Her müşteri, her mimari alan gibi, aslında her proje ve her an da birbirinden farklıdır ve öyle olmak durumundadır. Bu, mimarın farklı halet-i ruhiyelerini de açıklar. Zaten bir gün içinde bile öyle farklı insanlara dönüşürüz ki!
Yakın zaman önce, Corriera della Serra'dan gazeteci bir dostumla bir kitap yaptık: 'Ulu/İlahi Kaos'. Kaos nedir? Bizim algımızın dışında varolan öteki düzen değil mi? Bu bazen ulu da olabilir. İşte ulu, akıl sır erdirilmez olduğu o anlarda bir şey, sizi ele geçirir.
Bizler, insanların gereksinimlerini düzene koyalım derken doğal düzeni yok ediyoruz. Burada uyu, orada yat, şurada kalk, git başka yerde iç, ye, tam burada seviş diyoruz. Ama bu yanlış! 'İnsan doğası'nın ne kadar fantastik ve sürprizli olduğunu unutuyoruz. İnsan dediğin istediği zaman, istediği şeyi yapar; katil de olur, uyuya da kalır, hırsızlık da yapar. Ben dünyayı böyle seviyorum!
Bu anlamda, kurduğumuz 'düzen'lerle dünyaya hakiki Demokrasiyi getirdiğimizi de hiç sanmıyorum. Daha ileri gidersek, başta kültür emperyalizmi gelmek üzere, emperyalizmin her türlüsünün de karşısındayım.
--------------------------------------------------------------------------------
'İnsanlar bina değil duygu istiyor'
Şu sıralar sizi en çok hangi projeniz heyecanlandırıyor?
Milano'da yapımı süren, 1 milyar euro'luk bütçesi ve 1 milyon metrekarelik alanıyla 'Milano Fuarı' projesi beni çok çekiyor. Vaktimiz kısıtlı. Ama bunun bir avantaj olduğunu sanıyorum. Çünkü hızlı düşünüp çabuk karar vermeniz gerekiyor. Unutmayın, bir proje detayı üzerinde 20 dakikadan fazla kafa yorarsanız çökebilir. Bu insanlar (müşteriler) bizden bina değil, duygu istiyor. Bundan çıkan sonuç şu: Mimarlığı da televizyon ya da film gibi, insanların tükettiği, ama hararetle birbirine anlattığı bir şeye dönüştürmelisiniz.
|