Fransa’daki Türk
Mevsimi’nde İlk haftaların heyecanı duruldu. La
Rochelle ve Paris’teki sinema etkinlikleri başarıyla
son buldu. Eiffel kulesi karşısındaki açılış konseri sırasında
çevreyi kirleten insanlarımız biraz canımızı sıktı... Başkan
Sarkozy, 14 Temmuz resmi geçidi için Türk ordusu yerine Hint ordusunu
Champs-ElysÈes’de konuk ederken, Türkiye, Nantes kentindeki kutlamaların onur
konuğuydu. Kentin belediye başkanı sosyalist Jean-Marc Ayrault,
Türkiye kartını oynamanın riskinden çekinmeyip, Martine
Aubry’nin Lille örneğindeki gibi politik arenaya
kültürel cenahtan dalarak puan topladı. Başta Mercan Dede, Türk müziği
dinletileri Nantes’lıların ve orada yaşayan vatandaşlarımızın içini, kötü hava
koşullarına karşın ısıttı. Fransa genelinde en çok satan bölgesel gazete
Ouest-France, yarım sayfa ayırdığı yazıya ‘Çağdaş Türkiye 20 bin kişinin gönlünü
fethetti’ diye başlık attı...
Şimdi sıra yaz keyfinde. ‘Paris Sinema’ festivalinden sonra, gündemde yine
belediyenin popüler bir girişimi olan ‘Paris Plaj’ var. Taşıma kumlu, saksıda
palmiyeli, şezlonglu, duşlu Seine kıyıları plajının iki adım yanındaki
Tuilleries bahçelerine de Türk Kahvesi yerleşti. Paris’li Türkler, yeterince
gösterge olmadığı için ilk gün yerini bulmakta güçlük çekmekten yakındılar.
Tatile gidemeyen Fransız azınlık, Paris’i ziyaret eden yabancı çoğunlukla
birlikte bir ay boyunca bir yudum acı kahvemizi yudumlayarak müzik dinleme,
Karagöz seyretme ya da ebru sanatıyla tanışma olanağı buluyor. Ne de olsa bir
acı kahvenin kırk yıl hatırı var...
Farklı değerlendirmeler...
Bu aşamada, ‘Fransa’da Türkiye Mevsimi’ etkinliklerini yarı yarıya dolu bir
bardağa benzetebiliriz. Herkes istediği yarısına odaklaşınca, birbirine zıt
olmasına karşın haklı görülebilen farklı değerlendirmeler çıkıyor ortaya. Temel
saptama, siyasi kararsızlıkların doğurduğu maddi ve manevi sıkıntılar sonucunda
hazırlık aşamasının aksamış olması. Ayrıca, kurumsal ya da bireysel düzeyde kimi
Fransızların ‘Mevsim’e ilgisiz kalmaları, bardağın yeterince dolmasını
engelleyen başka bir etken...
Bir de bardağın en iyi biçimde nasıl doldurulacağı konusu var... Yıllardır
yaşadıkları Fransa’yı ve Fransızları yakından tanıyan dernek ya da kişilerin
görüşlerine ne yazık ki yeterince zaman ayrılamadı. Fransız basınının, bir
yanıyla ‘resmi’ nitelikli olarak algıladığı bu tür etkinlikler karşısında
genellikle mesafeli bir tavır aldığı da biliniyordu. Hoş, mobilize olunca tozu
dumana katarak uçlara gitmeyi pek seven medyamız da ayrı bir sorun... ‘Kendimizi
iyi tanıtamıyoruz ; sanatımızın kültürümüzün zenginliğini kanıtlayamıyoruz’ diye
yakınmak bir paranoyaya dönüşme tehlikesi içeriyor. Kaldı ki, kültür ve sanatın
sadece bir ‘pazarlama ve iletişim’ işi olmadığını, olmaması gerektiğini
unutmayalım. Acı bir kahvenin tadı ya da iyi bir şarabın tortusu zaman içinde
daha iyi yoğunlaşmaz mı ?
Eylül ayından itibaren bardağın giderek dolduğunu göreceğiz : Maison
EuropÈenne de la Photographie’de Ara Güler’in fotoğraflarını izledikten sonra,
Grand Palais ve Louvre’da büyük sergiler gündeme gelecek; OdÈon Tiyatrosunda
yapılacak Orhan Pamuk özel gecesi ve Ulusal Kütüphane’deki Yaşar Kemal buluşması
gibi etkinliklerle Türk edebiyatının da sesi duyurulacak...
Fransızlar iyi şarabı, acele etmeden, tadını çıkararak içmesini
bilirler...
|