Ekolojik Krize Karşı Yeşil Sosyalizm...
Ekososyalistler geçen hafta önce Ankara’da sonra da İstanbul’da toplandılar, amaç ekolojik krize karşı çözüm önerileri oluşturmak, inşa süreci halindeki ekososyalist düşünceye yeni açılımlar getirmek, onu daha çok insanın gündemine sokmaktı. Buradan çıkan kararlar, ayın sonunda Brezilya Belen’de Dünya Sosyal Forumu’nun hemen ardından düzenlenecek,
Ekososyalizm, hem dünya hem de Türkiye’de yayılıyor. Aslında kavramla tanışmamız çok değil, birkaç yıl öncesine dayanıyor. Yine de her geçen gün toplumun her kesiminden, daha çok insana ulaşıyor, çünkü ekolojik kriz, tüm insanlığın hayatını etkiliyor. Küresel ısınma, çölleşme, hızla tüketilen kaynaklar, piyasalaştırılan su kaynakları... Ekososyalistler geçen hafta önce Ankara’da sonra da İstanbul’da toplandılar, amaç ekolojik krize karşı çözüm önerileri oluşturmak, inşa süreci halindeki ekososyalist düşünceye yeni açılımlar getirmek, onu daha çok insanın gündemine sokmaktı. Buradan çıkan kararlar, ayın sonunda Brezilya Belen’de Dünya Sosyal Forumu’nun hemen ardından düzenlenecek, Ekososyalist Forum’da oluşturulacak Ekososyalist bildirgeye katılacak. Bir de ekososyalist koordinasyon oluşturulacak. Biz de Türkiye’deki forumların düzenleyicilerinden, İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Stefo Benlisoy’la konuştuk... Benlisoy’a göre, Marx’ın düşüncesi içinde de ekososyalizmin izlerini, oluşum süreçlerini takip etmek mümkün. Onu bu akıma, doğayla insanlığın uyumlu var oluşunun yeniden tesisi nasıl olur sorusu vardırmış. “Eko sistemlerin neredeyse üçte ikisi çok ağır bir şekilde tahrip edildi” diyor, “Dolayısıyla insanlar, tüm canlı türlerini etkileyen ekolojik krizi, -küresel ısınma, su krizi, toprak bozulması, ormansızlaşma, çölleşme gibi- eko sistemlerin sömürülmesiyle ortaya çıkan bu tahribatı durdurma arayışındalar”. Haksız da sayılmaz, Türkiye’nin her yerinden, hidroelektrik ve nükleer santrallara, doğayı yok eden maden arayışlarına, ormanların tahrip edilmesine, akarsuların kirletilmesine karşı yükselen sesler duyuluyor. Bu sesler arasında ekososyalistlerin sesi ne kadar yer alıyor? Cılız, denecek kadar az, ancak giderek güçleniyor. Çünkü ekolojik tahribattan mağdur olan ya da olacağını düşünenler tahribatların tek tek hareketler olmadığını, sistemli olduğunu kavrıyor. Kapitalizmin doğa yıkıcı karakterinin giderek anlaşılması, insanları yeşil sosyalizm arayışına itiyor. Peki ekososyalizmin, sosyalizmden ya da ekolojik hareketlerden farkı ne? “Ekososyalizm, bir yanıyla kapitalizmin ekolojik olarak sürdürülemez ve düzeltilemez olduğu inancından hareket ediyor” diyor Benlisoy, “Diğer yandan da insan toplumlarının ekolojik ve sosyal olarak adaletli bir toplumsal düzeni kurabilecekleri inancını barındırıyor. Bu iki akımın bileşiminden oluşuyor. Ekolojik düşünce ve hareketlerin kazanımlarıyla Marksist siyasal iktisat eleştirisinin bütünleştirilmesi çabasına dayanıyor diyebilirim”. İçinde bulunduğumuz sermayenin küresel krizinin, ekolojik krizle birleştiğini vurguluyor Benlisoy, bunun şaşırtıcı bir şey olmadığını da. İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunlar daha da ağırlaşıyor. On yıl içinde ekolojik krizin vehameti de artacak. Ona göre, insanlık bir dönemece girdi, eğer doğru seçimler yapılmaz, bir dizi kriz eşiğinden bugünkü sistemle geçilirse, insanlık bugüne kadar tanımadığı başka bir ekolojik sistemle karşılaşacak. Su savaşlarının yaşandığı, gıda krizinin kızıştığı, çevre göçmenlerinin yoğunlaştığı bir dünyadan bahsediyoruz. “Ekolojik krizi bir teknik mesele olarak görmüyor, toplumun tüketim alışkanlıkları, üretim ve tüketim yapısıyla ilgili bir toplumsal adalet meselesi olduğunu söylüyorsanız, çözümünüz de buna yönelik olacaktır” diyor Benlisoy, “Ekososyalist toplum, eko sistemlerin onarılmasını ve yeniden üretilmesini en üst öncelik sırasına koyan, üretim araçlarının mülkiyetinin toplumsal kontrol altında olduğu, üretim ve yatırım kararlarının demokratik, çoğulcu ve aşağıdan bir plan çerçevesinde yapıldığı, kapitalist sistemdeki gibi toplumun değişim değerine tabi olmadığı, kullanım değerinin önplana geçtiği bir toplumsal yapıyı imliyor”. Sermayenin, ekolojik krize karşı önlemleri de karanlık dünyaya doğru gidişi hızlandırıyor. Çünkü bütünlüğü görmeyen, tekil mantıkla ele alıyor sorunu sermaye, küresel ısınmadan gıda krizine kadar pek çok sorunu daha fazla özelleştirme, daha fazla deregülasyon, piyasalaştırma gibi önerilerle çözmeyi tartışıyor. Benlisoy, başka bir dünya için, somut talepler üzerinden siyaset yapacaklarını söylüyor. Suyun piyasalaştırılamayacağı, bir meta haline sokulamayacağı, bir insan hakkı olduğu talebi gibi. Atmosferik uzay ya da temiz hava, toprak gibi doğal kaynakların temel, piyasaya devredilemez haklar olduğunu söylüyor. Ancak bunları kabul ettirebilmek için kitlesel, örgütlü bir basınç gerekiyor. Dünya halklarının ağırlığını koyacağı ve küresel adalet prensibinin birlikte tartışılacağı bir süreçten bahsediyor. “Aksi halde” diyor, “karşımıza çözüm önerisi diye Kyoto gibi etkisiz ve piyasa odaklı iklim sözleşmeleri çıkacak. Temel ekseninde atmosferik uzayı metalaştıran, emisyon ticaretini yasalaştıran, ‘temiz gelişim mekanizma’larıyla zengin kuzeyin kirliliğini yoksul güneye aktaran mekanizmalar tarif ediliyor. Küresel ısınmaya karşı alınabilecek önlemlerin niteliği, BM literatüründe bile ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluk çerçevesinde tanımlanıyor. Bu sorunun yüzde 70’ini yaratan erken sanayileşen kuzey, ancak bundan en çok mağdur olacak yoksul güney ülkeleri. Özellikle de, son 30 yılda, neoliberal küreselleşme döneminde toplumsal yapıları daha da kırılganlaşmış, kent politikaları ortadan kaldırılmış, sağlık sistemleri özelleştirilmiş, tarımın şirketleştirilmesiyle yığınların kentlere aktığı yoksul güney ülkeleri en büyük sıkıntıları yaşayacak. Ekolojik krizin çözümünde küresel adalet eksenli olmayan bir anlaşma çözüm getiremez”. |