23. UIA Kongresi kapsamındaki ilk toplantı,
“Çağdaş Mimarlığın Dili” başlığı altında dün (30
Haziran 2008) gerçekleştirildi. Günün önemli etkinliklerinden biri olarak
gösterilen oturumun moderatörlüğünü Marco de Michelis üstlenirken konuşmacı sıralarında Aaron
Betsky, Massimiliano Fuksas, Kengo Kuma ve Hani Rashid
otuyordu.
Yapı-Endüstri Merkezi ’ni (YEM) temsilen 23. UIA
Kongresi’nde bulunan Birgül Yavuz toplantıyı www.yapi.com.tr okurları için izledi.
İşte Birgül Yavuz’un toplantı izlenimleri:
Palavela’da yapılan oturum belki de günün en önemli etkinliğiydi. Her zaman
tartışılagelen “mimarlığın dili” olgusu üzerine yapılan konuşmalar bir kez daha
mimarlık mesleğini, mimarlık uygulamalarını, yerelliği, “dünyalılığı”,
teknolojiyi, iyi ve kötü mimarlığı gözden geçirtti. Mimarlık herkes için midir?
İyi mimarlık, mesleğin nerelerinde kaybolmuştur?
Modern mimarlığın dili insanlığın başından beri sorgulanan bir dildir; mimar
o dili bilir ya da bildiğini zanneder. Batı mimarisi doğuyu, doğu mimarisi
batıyı öğrenmeye çalışır. Mimarlık modern çağa girdikçe bu dile başka kelimeler
karışır; strüktür, sanat, resim, mühendislik. Belki de mimarlık dilinde çığır
açan milad, mühendislik diliyle buluşması olmuştur; sağlam, narin ama kırılmayan
dev kitleler, resmedilebilen mühendislik harikaları. Sonrasında daha başka
kelimeler bu dağarcığı doldurur; şimdi sosyologlar, biyologlar, dilbilimciler,
vb. farklı disiplinlerden uzmanlar modern mimarlığın dili üzerine kafa
yormaktalar. Belki de sorulacak doğru soru; “modern mimarlık dili bütün bu
sürede hangi başka dilleri unuttu?” olmalı.
Çağdaş mimarlıkta ana
element
Oturumda tartışılan en önemli konu çağdaş mimarlık tanımında kullanılan ana
elementin ne olduğuydu. 20.yy başından beri mimarlık, artık sarayların ve
kiliselerin değil, halkın dilini konuşuyor. Halkın içine inmek zorunda kalan bu
dil, insanların sorunlarıyla birebir ilgilenmek zorunda; “sosyal konut” tam da
bu kaygının bir sonucu değil mi? Heidegger’in “Bauen, Wohnen, Lernen” (yapı
yapmak, yaşamak ve öğrenmek) kelimeleri arasındaki birlikteliğe koyduğu vurgu;
insanın varoluşunu mesken tutmaya, mesken tutmayı da düşünmeye bağlıyor.
Yaşamayı öğrenmek gibi keyifli bir ifade de 20. yy’in mottosu olageliyor.
Bu anlamda modern mimarlık toplumu şekillendiriyor, toplum da talepkar olmaya
başlıyor. Modern mimarlık toplumun ve sivil yaşamın hijyeni, sağlığı, devamı,
sürekliliği ve gelişimi gibi misyona gebe kalıyor. İşte bütün bu kaygı ve
sorumluluklar “kent planlaması” kavramını yaratıyor. Ama mimarlığın üstlendiği
görev her geçen gün daha da fazlalaşıyor; çevre kirliliği, enerjinin korunumu
gibi bütün insanlığı ilgilendiren sorunlar mimarlık dilinin kelimeleri. Artık
mimarlık çok önemli bir protagonist.
Görünmeyen yüzü olmayan, söylemini şekillendirmek zorunda olan mimarlık, bu
anlamda izole edilmiş bir kavramlar bütünü müdür? Mimarlık sadece bir marka
mıdır? Aslında her dönemde yaptığı görsel anlamda ihtişamlı ve ilgi çekici
kütleler yaratmak mıdır?
|