Bir Kolokyumun Düşündürdükleri
11 Ağustos 2008 Pazartesi günü 14.00-16.00 saatleri arasında İMP (İstanbul Metropoliten Planlama)’nin Tepebaşı’ndaki binasının konferans salonunda bir “kolokyum” gerçekleştirildi. Ben, aşağıdaki düşünce ve görüşlerimin jüri üyesi hiçbir meslektaşımı bağlamadığını ve bu yazının ereğinin de polemik yaratmak olmadığını vurgulamak istiyorum. Ancak
/P> En ciddi eleştiri ve tartışma konusu ise yarışma alanı içinde yer alan Vergi Dairesi’nin 49 no.lu parseli oldu. Konuyu yakından bilmeyen meslektaşlarımız için özetle açıklayayım: Adı geçen 49 no.lu parsele yarışma şartnamesinde içine girilmemesi hususunda uyarı yer almaktaydı. Ancak soru-cevap aşamasında (kimi hukuki mülkiyet açmazlarına karşın) yarışmacılardan gelen makul ve yoğun talepler karşısında uzun süren toplantı ve müzakereler sonunda Vergi Dairesi’ne bina olarak (Köprü ya da geçit gibi tali elemanlar dışında) asla müdahale edilmemesi, çok zorunlu koşullarda 49. no.lu parsel arsasının zemin altı kotunda makul ölçüde alan kullanımının olanaklı bulunduğuna karar verildi. Adı geçen parsele hiç müdahale etmedikleri için plan çözümlerinde zorlandıklarını, dolayısıyla istenen (3) sahneden iki tanesini kaçınılmaz olarak üst üste koyduklarını o nedenle de elendiklerini vurgulayan meslektaşlarımız oldu. Yazının başında değindiğim gibi “polemik” yaratmamak adına ben kendilerine soru-cevap aşamasındaki verilen jüri yanıtlarına tekrar bakmalarını rica ediyorum. Bir diğer ciddi eleştiri ve tartışma 1. ÖDÜL kazanan proje üzerinde oluştu. Pek çok “olumsuz” sözler sarfedildi; ama ben en azından kendi içinde tutarlı gördüğüm iki hususa değinmek istiyorum. İlki yapının hemen tümü ile zemin altında çözümlenmesinin getireceği kimi teknik (ve kısmen de ekonomik) sorunlar. Söz gelimi doğal ışık ve hava ile doğrudan ilişki kurulamayışı gibi. Kesitler dikkatle incelendiğinde yapı kompleksinin büyük bölümünün gereğince doğal ışık ve hava aldığı görülmektedir! İkincisi, tiyatro alanından gelip geçenlerin algılayacağı bir “mimari yapı”nın olmayışı. Dolayısıyla çevresindeki binalarla uyumu konusunda da sorunlu olduğu vurgulandı. Tam bu noktada benim öne sürdüğüm iki görüş(üzülerek belirtmeliyim ki akıl’dan çok heyecan unsuru içeren ve üslup olarak mimarlık meslek camiasına pek yakışmayan söylemlerle) maalesef bilerek-bilmeyerek adeta çarpıtılarak tartışmaya açıldı. Görüşlerden bir tanesi 1. ödül’e layık bulunan projenin çok zengin bir “fikir” taşıdığı idi. İkincisi de –burada Paris’teki Louvre Piramidi benzetmesi yapmam da ayni “agresiv” tavır içinde tepkiye neden oldu!- aynen Louvre Piramidi çözümündeki gibi yalın, cesur (çünkü belirli ve ciddi bir riski göze almıştı yarışmacılar) ve tutarlı bir çözüm getirdikleri konusunda jürimizin oy birliği ile uzlaşmış olduğu idi. Fikir sözcüğünün “semantik” derinliğini umursamayarak; “fikir proje değildir (öyle ya fikir sadece yazı dilinde karşılık bulur!) öyleyse yarışma niçin iki aşamalı yani fikir ve uygulama projeleri biçiminde ele alınmadı? vb.) soru, eleştiri ve tartışmalarla epey vakit harcandı. Oysa fikir sözcüğünden kastedilen anlam açısından aşağıda sözlükten aktarılanların tümü ve özellikle de “altı çizili” olarak vurgulanan anlamı idi. Fikir = doğru yazılım; fikr Dolayısıyla Louvre örneği çok dolaylı bir esinlenme olmuşsa bile onu olağanüstü içselleştirip, özgün bir yorumla kendi tasarım anlayışları(zihni tasavvurları) ile mimari dile dönüştürmeyi mükemmel bir düzeyde başarmışlardır. Mükemmel sözcüğü de tarafımdan nasıl ve niçin 1. Ödül’e layık bulduğumuzu ifade etmek üzere kullandığım bir sözcük idi. O da ayni biçimde ve jürinin hak etmediği düşüklükteki bir söylem dizisi içindeki hırpalandı.
|