Bir Çınar Devrildi
Turgut Cansever inanmış bir insandı; aynı zamanda bir kültür adamıydı; taşa, eve, şehre o gözle bakardı. Sanatkârdı; her büyük sanatkâr gibi yerelliği kavramadan beynelmilelliğin kavranamayacağının, beynelmilel değerlerle yerelliğe yaklaşmayanın, onu değerlendiremeyeceğinin farkında idi. Kesinlikle ideolojik bir tip değildi; bu kadar büyük bir
Hafızam beni yanıltmıyorsa Hakk'ın rahmetine kavuşan Turgut Cansever'in babası Hasan Fehmi Cansever'di. 'Et yemezler, yüz sene yaşarlar' diye bir dernek kurmuştu; aynı adı taşıyan bir de kitabı olduğunu hatırlıyorum. Vejetaryendi; et yemenin insan tabiatına aykırı olduğunu, ömrü kısalttığını bir hekim olarak söylerdi. Sebze ağırlıklı beslenmekle insanın rahatça yüz yıl yaşayacağını iddia ederdi; fakat seksen dokuz yaşında öldü. Oğlu Turgut Cansever'in aynı yaşta Hakk'a yürümesi ne kadar ilginç. Sanatın temeli kültürdür; kültürün temeli de dindir. Zaten bunun için Goethe 'Dini olmayanın edebiyatı olmaz' demiştir. Bu söz ay, güneş ne kadar gerçekse, o kadar gerçektir. Romanımızın, hikâyemizin, şiirimizin, yani kültür hayatımızın çıkmaza girmesinin sebebini başka yerde aramamak gerekir. Maalesef resmî görüşümüz din dışı bir tavır içine girince kendi ellerimizle kültür dünyamızı kuruttuk. Dini hayattan çıkarırsak, hayat satıhlaşır; ne sosyal olaylarda, ne de eşyada hiçbir derinlik kalmaz. Derinliği olmayan bir hayattan kültür unsurları üretmek mümkün değildir. Eline kalemi alan sanat adına ancak olayları anlatır; o olaylar hayatımızdan çıktı mı, onu temel alan sanat eserleri de silinip gider. Öğrencilik yıllarımızda kitapçı vitrinlerini köy romanları doldururdu; yazarların adları dilden dile dolaşırdı. Ne o romanlar kaldı; ne de yazarlarından kimse söz ediyor. Aslında Goethe'nin sözünü biraz değiştirip şöyle söylemek lazımdır: 'Dini olmayanın sanatı olmaz'. Michelangelo, Hz. Musa'nın peygamberliğine inanmasaydı, bir taşı yıllarca yontup hayalindeki Musa'ya benzediğine inanınca, o ünlü 'Kalk ya Musa!' çığlığını atmazdı. Turgut Cansever inanmış bir insandı; aynı zamanda bir kültür adamıydı; taşa, eve, şehre o gözle bakardı. Sanatkârdı; her büyük sanatkâr gibi yerelliği kavramadan beynelmilelliğin kavranamayacağının, beynelmilel değerlerle yerelliğe yaklaşmayanın, onu değerlendiremeyeceğinin farkında idi. Kesinlikle ideolojik bir tip değildi; bu kadar büyük bir idrakin hayata dar bir pencereden bakacağına kim ihtimal verir? Bütün büyük sanatkârlar gibi muhafazakârdı; aynı zamanda moderndi. Modern olmayanın hayattan kopacağını, muhafazakâr olmayanın da modernliği idrak edemeyeceğini gayet iyi bilirdi. Bir televizyondaki röportajında Dünya Mimarlar Birliği'nin aldığı bir karara göre dünyanın yedi harikasının tespitinde yanlışlık yapıldığını, söz konusu harikaların başına Topkapı Sarayı'nı oturtmak gerektiğini söyledi. Her yıl, bir pazar günümü Topkapı Sarayı'nı gezmeye ayırırım. Beni orada sergilenen eşyalar ilgilendirir, binası ise benim için hiçbir özelliği olmayan yapıdır. Acaba dediğini yanlış mı anladım diye şüphelendim; çünkü dünya harikalarının başına oturtulacak eserin sıradan insanın dikkatini çekecek özellikleri de bulunmalıdır. Bir konferansından sonra bu konuyu ona sorduk 'Evet' dedi ve Topkapı Sarayı'nın özelliklerini anlatmaya başladı. Tabiatla nasıl uyum sağladığını, bir parçasını alıp götürseniz bütünlüğünün neden bozulmadığını, bir dönemin kültürünü hangi unsurlarıyla aksettirdiğini uzun uzun anlattı. Her yıl gezdiğim binayı onun sözleriyle tanımaya başladım. Eğer idrakte değerlendirebilecek bir seviye oluşmamışsa, ne görülenin, ne işitilenin, ne de okunanın hiçbir değeri yoktur. Bazı gazetelerde aldığı ödüller sıralandı. Bizim gibi ülkelerde, hatta dünyada bu konularda objektiflik olduğuna inanmam. Hele sanat konuları daha çok sübjektifliği yansıtır; fakat ardında bıraktığı eserlere bakınca aldığı ödüllerin anasının ak sütü gibi hakkı olduğunu her vicdan sahibi teslim eder. O aynı zamanda kalem erbabıdır: 'Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler', 'Ev ve Şehir Üzerine Düşünceler', 'Kubbeyi Yere Koymak', 'İstanbul'u Anlamak', 'Mimar Sinan' adlı kitapları bulunuyor. Yakınlarına sabırlar, kendisine rahmet dileriz. Ecdat ondan razıdır; bu toprağın çocuğu olarak bizler razıyız. Bu kadar insanın yüreğinde yeri olan bir insandan, Rabbülalemin'in mağfiretini esirgemeyeceğini ümit ederim. |