Ernst-Robert Curtius, 1941 yılında J.Benoist-Mechin
tarafından Fransızcaya, Sabahattin Eyüboğlu tarafından 1935 yılında da Türkçe'ye
çevrilip 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınları
arasında 'Fransa Üstüne Deneme' adıyla çıkan kitabında, 'Paris['in]
altmış seneden beri bir hayli çirkinleşti[ğini]' belirtir ve şunları
yazar:
"Les Marges mecmuasının 1919'da açtığı bir anket büyük başarı kazanmıştı:
'Paris'in en çirkin âbidesi hangisidir? En çirkin heykel
hangisidir?' En fazla rey alan Grand Palais, Trocadero ve Gambetta
âbidesi oldu. Tuhaf ve manidâr bir istatistik bize Paris'te dokuz yüz kadar
heykel olduğunu öğretiyor. Bu heykeller mesleklerine göre şöyle tasnif ediliyor:
iki bahçıvan, üç riyaziyeci, üç 'dinî ihtiras kurbanı', beş ihtilâlci, beş kral,
on iki siyaset adamı, on üç kimyager, otuz yedi yazar ve elli şair.
Generallerden eser yok!'"
Curtius'un Paris'in çirkinleşmesine ilişkin olarak sözünü ettiği 'altmış
sene', yaklaşık 1870 ile 1930 yılları arasıdır. Bugün Paris'in daha da
çirkinleşip çirkinleşmediğini gösteren bir istatistik var mıdır, bilmiyorum. Ama
önemli olan, Paris halkının, 1919 yılında da olsa,
şehrin estetiği konusunda bir hassasiyeti olduğudur.
Bir başka önemli nokta da, Paris'te 1930'lu yıllardaki heykel
sayısıdır. Curtius, bu dokuz yüz heykelin sadece 150'sinin mesleklerini
gösteren bir istatistik yayınlamıştır ve dikkate değer olan, en fazla sayıda
heykelin şair ye yazarlara (87 heykel) ait olmasıdır. Curtius uyarıyor:
'generallerden eser yok!' Demek ki koskoca Paris'te, o yıllarda bir tek
general heykeli bulunmuyor!
Şimdi ister istemez bir mukayese gerekli: İstanbul,
son altmış yılda ne kadar çirkinleşti? İstanbul'un en çirkin
anıtı hangisidir? En çirkin heykel hangisi? Ve elbette
İstanbul'da kaç heykel var ve bunların mesleklerine göre tasnifi, bize nasıl bir
istatistik sonuç veriyor?
Bana sorarsanız, İstanbul, baştanbaşa bir çirkinlik
anıtıdır. Daha önce de yazmıştım: İstanbul için artık şiir yazılmıyor
olması, bu şehrin lirik bir tahayyüle imkân vermeyen bir sefaletle malül
olmasından dolayıdır ve şairin, Eagleton'un ifadesiyle, 'bakışlarıyla şehri
estetize etmesi' imkânı ortadan kalkmıştır. Olsa olsa Ahmet Muhip Dıranas'ın o
ünlü 'Yağma' şiiri gibi, İstanbul'un bir çöplük, pislik ve gürültü şehri
olduğuna dair acı şiirler yazılabilir;-o kadar!
Çirkin anıtlara gelince, hangisini saymalı bilemiyorum:
Beşiktaş Meydanı'ndaki o kazık çakılmış gibi duran Demokrasi Anıtı'nı mı,
Fatih'teki Fatih Sultan Mehmet heykelini mi? Geçelim. İstanbul'a dikilen az
sayıda da olsa eli yüzü düzgün heykellerin bile ya ortadan kaldırıldıklarını, ya
kırılıp tahrip edildiklerini bilmiyor muyuz? Prof. Dr. Nurettin Sözen'in
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu 1989-1994 yılları arasında,
İstanbul'un muhtelif semtlerine dikilen heykellerin birer ikişer yok edilmesi
karşısında, Sanat Tarihi doktoru unvanını taşıyan Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş niçin sesini çıkarmaz? Topbaş, geçen haftaki
yazımda da belirttiğim gibi, büyük bir metropol olduğu iddia edilen İstanbul'un
en büyük meydanının bir taşra otobüs garajına çevrilip çirkinleştirilmesine
nasıl bigâne kalabilir? Yaya kaldırımları otoparka çevrilen bir şehrin,
bırakınız Avrupa Kültür Başkenti, bir Avrupa şehri olması mümkün
müdür? Vs. vs...
2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, bu şehri bir Avrupa şehri yapma konusunda
ne kadar çok proje üretip hayata geçirirse geçirsin, bir yararı olmayacak gibi
görünüyor. Çünkü İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere
Beyoğlu Belediyesi, bu şehri ellerinden geldiğince bir Asya kasabasına çevirmeye
çalışırken, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı'nın bir Avrupa Kültür başkentine
dönüştürme çabaları, maalesef, bir yapıştırma bıyık gibi kalmaya
mahkûmdur. Fonda ya da arka planda, şehrin bu sefil görünümü bütün
çirkinliğiyle sırıtırken, Ajansın bunca masrafla gerçekleştireceği etkinlikler,
ne yazık ki, bu iptidailiği örtmeye yetmeyecektir...
2010 Avrupa Kültür Başkenti mi? İsmet Paşa gibi söyleyeyim: 'Hadi canım sen
de!..'
|