aşkentimiz "susuz" kaldığından beri bu yazıda "tereddüt" ettik... Çünkü sorun sadece yerel yönetimdeki "sorumsuz"luk değildir. Daha "vahim"i, başta "ülkeyi yönetenler" olmak üzere, kimse bu kentin "başkentimiz" olduğunu önemsemiyor...
Günlerdir bunu söylemekten çekinmemizin nedeni ise, "Daha önce de yazmıştık" dememek için... Ne var ki yıllardır her fırsatta söylediğimiz, hatta raporlar hazırladığımız "başkent yasası" önerimiz, elçilikleri bile susuz bırakarak dünyaya rezil olmamıza rağmen, hâlâ gündemde değil...
Tartışmalara bakın, herkes yerel yönetime yüklenmekle yetiniyor. Melih Gökçek 'in başkentimiz için zaten "talihsiz"lik olduğunu söyleyenler de dahil, kimsenin aklına bir başkentin "sadece seçilenlere teslim edilemeyeceği" gelmiyor...
Örneğin DSİ ile ASKİ arasındaki "suç bende değil" polemiğine kızanlar bile "Aynı konudaki iki yetkili kurum, neden başkent için ortak sorumlu kılınmıyor?.." diye sormuyor.
Ya da yine, belediyenin otomobil için kenti delik deşik eden bat-çıkları yerine, başkentteki ulaşım planlamasının üniversitelerle birlikte yapılmasını "zorunlu" kılacak bir yasa önerilmiyor...
Elçiler de şaşkın
Evet... Dünyanın hemen tüm başkentleri için o ülkelerde "ayrı" ve "özel" bir yönetim yasası olduğunu; yerel hizmetlerin "farklı" yetki ve kaynaklarla yapıldığını kim bilir kaç kez anımsattık... Nitekim Ankara'da susuz kalan bir AB ülkesi elçisi demiş ki; "Böyle bir su kesintisinin Türkiye'nin başkentinde olması şaşkınlık verici..."
Sularımızın pazarlanmak istendiği Arapların diplomatı bile bakın nasıl konuşmuş; "Bizde de su yok, ama başkentimizde böyle kesinti olmaz..." (Cumhuriyet-10 Ağustos 2007)
Çünkü başkentler, sadece "orada yaşayanlar"ın değil, "tüm ulusun ortak değerleri"dir. Başkentlerin yönetimleri de sadece "yerel demokrasi"yle değil, "ulusal sorumluluk"la da belirlenir. Bu ise ancak "hukuksal güvence"lerle sağlanabileceğinden, Londra'dan Tokyo'ya, Moskova'dan Paris'e kadar, hatta Kahire'den Havana'ya, Tahran'dan Pekin'e kadar "farklı siyasal sistemler"deki ülkelerin başkentlerine ait "ortak özellik", oranın "başkent değeri"ni gözeten özel yasalarla yönetilip ayrı bir özenle bakılmalarıdır...
Ne var ki bu küresel gerçek, dünyayı dolaşmada rekor kıran bir başbakanın ülkesinde hâlâ görülemediği gibi, dünya kentleriyle kardeşlik yarışına giren yerel yöneticilerimizce de umursanmıyor...
Örneğin geçen aylarda Suriye'yi ziyaret eden Türk heyetinde belediye başkanları da vardı. -Aslında- sınıfta kaldığımız "imar" konusunda bile "ders" vermeye kalkmışlar. Ne var ki komşumuzda da başkent Şam'ın diğer kentlerden farklı yasalarla imar gördüğünü "öğrenemeden" dönmüşler...
Ulusal güvenceler
Ankara'mız için de ayrı bir "başkent yasası"nı her gündeme getirişimizde, bunu sadece "Melih Gökçek tahribatı"na karşı önermediğimizi özellikle vurgulamıştık. Yerel yönetimde kim olursa olsun, bir başkentin sadece ora halkının seçtiği kişilere emanet edilemeyeceğinin, ülke adına da güvenceleri olması gerektiğinin "evrensel tutum" olduğunu belirtmiştik. Çünkü başkent hepimizindir; ulusal onurumuzdur...
Altyapısının eksiksiz olması, planlı ve doğru imar görmesi, tarihsel dokularının yaşatılarak kimlikli bir çağdaşlık içinde gelişmesi ve bir daha Melih Gökçek gibilerin elinde kalmamasını sağlayacak kurallarla donatılmış, ilgili tüm kamu, sivil ve özel kurumların katılımlarına açık, olanakları ve kaynakları yeterli, devletin de sahiplendiği bir demokratik sistemle yönetilmesi gerekiyor...
Bunun nasıl olabileceği konusunda ise vaktiyle Sadettin Tantan İçişleri Bakanı'yken Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü'nce derlenen "Dünya Başkentlerinin Özel Yasaları Arşivi" esin kaynağı değil midir?
Böyle bir düzenlemenin "demokrasiyi dışlayacağı"nı sanan kimi "dünyadan habersiz" itirazlara da aynı yasalara sahip birçok ülkedeki "demokratik hakların zenginliği" yeterince yanıt oluşturuyor... Çünkü demokrasi, yönetimde "keyfi bir özgürlük" olmadığı gibi, ulusal ve evrensel değerler üzerinde "tahribat hakkı" anlamına da gelmiyor...
|