Yola düşünce insan, ya denizi hareket zemini olarak kullanır ya da kara toprağı ve artık sıklıkla havayı. Hava taşımacılığı kısa, pragmatiktir. Masmavi enginlerde ise alternatifiniz çok değildir. Gemi, tekne, belki de mütevazı bir kayık. Nihayetinde herhangi bir 'ıslanmamayı sağlayıcı' deniz vasıtası. Kavisli abanozların birbirine sıkıca rabtedilmiş versiyonudur sizi ve hislerinizi sırtlayan.
Oysa karada seyahat hiç de öyle değildir: Eskinin kervanlarının yerini alan otobüsler, özel yaşamınızı içine taşıyabileceğiniz otomobiller, şoförleriyle muhabbeti kolaylıkla kurabilenler için kamyonlar, bir arkadaşınızın yarı açık ticari aracı ve nihayet demiryoludur.
Demiryolu dendiğinde ise aklına Haydarpaşa gelmeyen yoktur. Vagon tekerlerinin güneşte ateş, fırtınada buz kesen raylara temasıyla çıkan iç gıdıklayıcı fakat ahenkli ses, semaya besteler takdim eder durmadan. Ben tren yolunu asla karadan ayırmam, değildir çünkü. Traversler, metal yaylar bütün sıcaklığıyla sarılmıştır kara toprağa: 'Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...'
İlk tanışıklığım serin güz akşamının gebe olduğu mecburiyetti benim için. Ruhum kadar da açtı bedenim. Lezzetine güvendiğim bir lokanta ararken gözlerim, aklıma gelen ihtiyar edasıyla Haydarpaşa Garı'ydı. Sessizce devasa sütunlarının arasından süzüldüm, buldum gar lokantasını, duvarlarında parlak çinileri... Her ne kadar masaları tozlu, bardakları buğulu, döşeme taşları paslarla dolu olsa da manzarası uluydu. Ve unutamayacağım bir zaman dilimi armağan etmişti füsunlu yapı bana.
Hikâyesi
Şimdi bakalım Haydarpaşa'mızın hüzünlü, sevinçli, acı-tatlı macerasına. 1908 yılının sonbaharı, İstanbul-Bağdat demiryolu hattının başlangıç noktası olarak inşa edilen tren garı. Peki ne kadar zamanda yapılmış? Sadece iki yıl. 20. yüzyılın başları için epeyce kısa bir süre. Garın isminin neden Haydarpaşa olduğuna gelince, müzisyenliği ve pasifliğiyle bilinen 3. Selim'in paşalarından Haydar Paşa'nın adı verilmiş. Nasıl, niçin bilen yok, bilmeyen de söyleyemiyor. İnşaatı, Anadolu Bağdat ismi altında bir Alman şirketi üstlenmiş sevimli ve köhne garımızın. Mimarları Otto Ritter ve Helmut Conu, tahmin edilebileceği gibi iki Alman. ll. Abdülhamit'in tercihini Almanlar yönünde kullanma sebebini de söylemeye gerek yok.
Fakat İtalyan dostlarımızdan bahsetmezsek darılırlar: Bina yapımı esnasında İtalyan taş ustaları da yardımda bulunmuşlar. Takvimler 1917'yi gösterdiğinde dokuz yaşındaki ihtişamıyla baştan çıkarıcı çocuğumuzu büyük bir felaketin ortasında buluyoruz. I. Dünya Savaşı dolayısıyla cephanelik olarak kullanılan gar, sabotaj sonucunda çıkan yangınla büyük hasar görüyor.
Ne mutlu ki imdadına yetişiyor çok geçmeden çiçeği burnunda devletimizin erkanı. Ve bu tadilat, tamirat neticesinde bugünkü heybetli, asil tavrını takınıyor Haydarpaşa. Tıpkı Marquez'in destanlaştırdığı 'yüzyıllık yalnızlığına' ev sahipliği yapan İstanbul gibi:
'İçimde tüten bir şey; hava, renk, feza, iklim,/O benim zaman mekân aşıp geçmiş sevgilim / Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur/Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur...'
Haydarpaşa İstanbul'un narin bir fihristidir; hali, sözü, tavırlarıyla. İstanbul gibi yalnızdır, yalnızlığı tekliğindendir. Gündüzün hükümdarı aya tahtını teslime ettiği zaman kimsesizliği katmerlenir, buram buram hicran kaplar yüreğini. Gecesi ışıl ışıldır ve vakit ilerlediğinde uykusu mışıl mışıl. O talihsiz bir Külkedisi'dir, saatler 12'ye yaklaştığında tasalanır. Korkulan an geldiğindeyse kaçar, uzaklaşır birden. Nereye? Tabii ki geldiği, haliyle özlemini daima hissettiği yere.
Dönelim sürprizlere gebe serüvenimize... Ne garip bir talihtir ki, kadim tren garımızın peşini facialar bırakmamış. Planlar 1979 senesi için yapılmaya başlandığında Haydarpaşa açıklarında Independenta adlı tankerin bir gemiyle çarpışmasıyla sıcaktan ve patlamanın şiddetinden dolayı Linneman Usta'nın süslediği kurşun vitraylar hasara uğramış. Aslına uygun olarak yeniden onarılan binanın dört dış cephesiyle iki kulesinin restorasyonu ancak 83 sonlarına doğru tamamlanabilmiş.
Yerli Manhattan
Ömrü boyunca 'rıhtımda kalanlar'la gidenleri, misafirlerle onları ağırlayanları birbirine bağlayan mekân olagelmiş büyük istasyonumuz. Özellikle taşra-İstanbul kopukluğunun bir ucundan tutmuş, yöneten ile yönetilen arasında uzlaştırıcı bir rol üstlenmiş. Haydarpaşa bu bağlamda, 'köyden indim şehire' trajikomedisinin yaşandığı ve ilk defa Metin Akpınar, Kemal Sunal ve Zeki Alasya tarafından beyazperdeye aktarıldığı yerdir aynı zamanda.
Haydarpaşa'nın nadide konumu ve değeri geç de olsa yetkililerce fark edildi. Devlet Demiryolları yönetimi gerek mali gerek alan açısından Galataport'tan daha büyük bir girişimde bulundu: "Haydarpaşa Garı ve Limanı Dönüşüm Projesi". Proje, yap-işlet-devret modeliyle ihale edilecek. İhaleyi kazanacak grup, Haydarpaşa'ya 'Yerli Manhattan'ı inşa edecek ve 49 yıl işletecek. Proje için 7 milyar dolara varan yatırım yapılması planlanıyor.
Devlet Demiryolları'nın mülkiyetindeki Haydarpaşa Garı ve Limanı'nın, New York'un gökdelenleriyle ünlü 'Manhattan'ı haline dönüştürülmesi projesinde önemli bir aşama kaydedildi. Haydarpaşa projesi için, Devlet Demiryolları Yönetim Kurulu toplantılarında üç alternatifli ihale modelini masaya yatırdı.
1 milyon metrekarelik alana kurulacak 'yerli Manhattan' ile, Telekom ve Tüpraş ihalelerinde ikinci sırada kalan Çalık Grubu, yakından ilgileniyor. Grubun, Devlet Demiryolları'na sunduğu projede, gökdelenler, alışveriş merkezleri, beş yıldızlı oteller ve yat limanlarının bulunması öngörülüyor.
Programa verilen başka bir ad Dünya Ticaret Merkezi. Gar ve liman çevresine New York'da 11 Eylül saldırılarıyla yıkılan ikiz kulelerin benzerlerinin inşa edilmesi düşünülüyor. Bu proje 5234 sayılı kanuna eklenen geçici maddeler ile hayata geçirilecek.
Ziyaret edip halini hatrını sorup bir çayını içmek zor değil Haydarpaşa'nın. Avrupa yakasındaysanız Beşiktaş'ın Barbaros iskelesinden biner, Kadıköy'de inersiniz. Eğer Suriçi'ndeyseniz Eminönü'nün yaşlanmış vapurları sizi alıp Haydarpaşa'nın denizden eteğine ulaştırmaktan çekinmeyecektir. Sonra iskeleden kıyıyı takip ettiğinizde kucak açacaktır martı çığlıklarının ziyafeti.
Nice yağmurlarla yıkanmış kaldırımı adımlarsanız, karşınıza sisler bulutlar ardında çıkacaktır. Gri ile kahverenginin tahterevalli oynadığı büyülü tren garı elbette sizi hoşgeldinlerle karşılayacaktır iki kule, asude kemerler ve yüzlerce penceresiyle. Hele bir de hava güneşliyse sözü Baudelaire'e teslim etmekten başka çare yoktur:
'Ve bir şair misali kentlere indiği an
Güneştir tüm iğrençlikleri soylulaştıran
Gürültüsüz, uşaksız, girip bir kral gibi
Işıtır tüm sarayları, hastaneleri...'
İğrençliklere bile asalet veren güneş, Haydarpaşa'yı öylesine süsleyecektir ki hayranı olacaktır şüphesiz, güzelliği dillere destan Anka kuşu dahi, Kaf dağının arkasında...