Sanayi üretiminin 2009 Aralık ayı sonuçları, abartılı yorumları da
beraberinde getirdi. “Fast-food medya”, yerlerde sürünen 2008 Aralık ayı ile
2009 Aralık aylarını karşılaştıran ve yüzde 25 üretim artışı gösteren veriyi öne
çıkardı. Oysa, yine TÜİK’in mevsimsel ve takvimsel etkilerden arınmış verisi
diyor ki, sanayi üretimi, küresel krizin etkisi altına girilen Ekim 2008’e göre
Aralık 2009’da yüzde 1 geride. Yine de Eylül 2009 sonrası bir üretim
hareketlenmesi var. Bu, önümüzdeki aylarda devam eder mi, bilinmez. Bu üretimin
stoka üretim olması da muhtemel. Çünkü ne dış talepte (AB’nin hali ortada)
dikkate değer bir düzelme var, ne de iç talepte bir canlanma. Tersine, içeride,
gıda ve konut ihtiyaç kalemleri dışındaki mal ve hizmetlerin fiyatlarının nasıl
süründüğünü TÜFE’den görebiliyoruz. Hele ki giyim ve dayanıklı tüketim
mallarında… Peki, ihraç fiyatları? Yıllık ihracat, 2008’e göre, yüzde 23 düşüşle
2009’da 102 milyar doları bulsa da, şu soruyu sormalı? Kaça satarak bu rakama
ulaşıldı?
Birim ihracat değeri, birim malın fiyatındaki değişimi verir. Birim ihracat
değerleri endeksi, 2009’da enkazın büyümesinin önünün ancak fiyat kırmakla
alınabildiğini gösteriyor. Son verilerden anlıyoruz ki, ihraç ürünlerinin
tamamında fiyatlar, Ekim 2008-Ekim 2009 arası 12 ayda yüzde 6; ihracatın yüzde
93’ünü oluşturan sanayi ürünlerinin fiyatları da yüzde 6.5 düşmüş. Yani çeşitli
sanayi ürünleri fiyatlarının ortalama yüzde 6.5 düşürülmesi pahasına ihracat
düşüşü 30 milyar dolarda frenlenebilmiş. Üstelik, ithalatta yüzde 70 payı olan
aramalı ithalatında yüzde 19 fiyat düşüşü yaşanmışken… Evet, ara malı ithalatın
birim değeri, enerjiden, çeşitli girdilere kadar ithal malların fiyatları, 2008
Ekimi’nden 2009’un Ekimi’ne yüzde 19 düşmüş.
İthal girdi avantajına bir de reel ücretteki gerilemenin getirdiği avantajı
eklemek gerek. TÜİK verilerinden, sanayide reel ücretlerin 2008’in 3’üncü
çeyreğinden 2009’un 3. çeyreğine kadar yüzde 7 azaldığını görüyoruz.
Enerjiden, çeşitli girdilere kadar ithal fiyatlar beşte bire yakın düşmesine,
reel ücretler yüzde 7 geriletilmesine rağmen ihraç fiyatlarını yüzde 6 indirerek
ihracat yapılmış, bütün buna rağmen ihracatın, 30 milyar dolar azalması
önlenememiş. Bu performans, yoksullaşma pahasına ayakta kalmaya çalışmak değil
de nedir? Fiyatlar böyle yerlerde sürünmeye devam ederse, bundan sermaye
birikimi çıkmaz. Düşük ücretle, düşük kâr oranlarıyla bir üretimdir bu ve
birikim bırakmaz bu üretim modeli: Birikim olmadıkça da genişletilmiş yeniden
üretim değil, yoksullaştıran bir faaliyet kalır geriye. Anadolu’da buna, sap
var, dane yok, derler…
***
Yoksullaştırıcı ihracatla, iç pazara satışlarla çarkını döndürmeye çalışan
sanayideki birikimsiz toparlanmaya turizm de eşlik ediyor. Aynı yoksullaştırıcı
büyüme turizmde de görülüyor. Turist başına harcama 580 dolara kadar düşmüş
bulunuyor.
2009’da yabancı ziyaretçi sayısı yüzde 3.5 arttı ve 27.4 milyona yaklaştı.
Ama aynı sürede bu yabancılardan elde edilen turizm geliri yüzde 6 azaldı ve
15.8 milyar dolara düştü. Bu, geçen yıla göre, 1 milyon daha fazla turist girişi
sağlayıp 1 milyar dolar daha az gelir elde etmek, yani müthiş bir yoksullaşma
demek!..
2004’te kişi başına 705 dolar olan kişi başına turist geliri, her yıl düzenli
olarak azaldı ve 2007’de 608 dolara indi. 2008’de biraz toparlanıp 636 dolar
olan turist başına gelir, 2009’da ise müthiş bir biçimde dibe vurdu ve 580
dolara kadar geriledi. Bu, 2004’teki fiyatın yüzde 28 altına inmek demek.
Yoksullaştıran sanayi üretimi, yoksullaştıran turizm ile, dostlar alışverişte
görsün kandırmacasından uyanmak gerek. Evet, sap varsa da, dane yok… Bu gidişin
ne sermayedara, ne de emeğe bir hayrı var. Üretim endekslerini takip etmek
kadar, kaça üretim, kaça ihracat, kaça turizm sorularını araştırmazsak,
ayağımızın altından çekilen toprağın farkında bile olamadan kendimizi dipsiz
kuyularda buluruz.