Yıktırmayacaksak, Çözüm Üretelim...



Bir Emek sineması sorunsalıdır gidiyor. Mimarlar Odası’nın ‘yıktırmayacağız, yenileyeceğiz’ söylemi, Direnİstanbul’un düzenlediği amatör eylem, birçok kuruluşu içine alan bilinçli bir başka eylem derken, aslında bir gündem konusu haline geldi bu. İyi ki de öyle oldu.

Reklamın iyisi kötüsü yoktur

Zaten reklamın iyisi kötüsü yoktur derler. Belki Emek sineması sorunsalı 20 senedir belli dönemlerde restorasyon ve yenilemeyle şu anda çözülmüş olabilirdi, aynen Alkazar ve Süreyya örneklerinde olduğu gibi. Ancak bugüne kadar geldi. Bunun sonucunda da İstanbul Film Festivali’nin ortasında gündem yaratma şansını arkasına aldı. Önce Direnİstanbul’un düzenlediği, ardından emeksinemasiniyasatalim.org’u açan bir grup sinefilin destek verdiği, son olarak ise birçok meslek kuruluşunun bir araya geldiği eylemlerle sürüyor bu karşı duruş. Şu anda ‘emeksinemasi.org’ diye bir blog da mevcut.

Aslında olayın gündem oluşturmasını sağlayan, festivalin açılışında gerçekleştirilen ve ‘çocukça’ olduğunu iddia ettiğim eylemdi. Bu eylemcilerin ‘profesyonel eylemi’ dahi protesto ettikleri festivalin kapanış töreni de aslında söylediğimin bazı kesimlerce anlaşılmasına sebep oldu. Reklamın iyisi kötüsü yoktur derler.

Örneğin bir Hollywood filminde, uyuşturucu bağımlısı bir karakterin çocuk oyuncaklarıyla oynaması, ürününü tanıtmak isteyen oyuncak firmasının umrunda olmaz. Amaç eldeki malı tanıtmaktır. Lafın özü burada istemeden yapılanın sistemlisi olan ‘product placement’ (ürün yerleştirme) adlı reklam stratejisi işler orada.

Olması gereken eylem gerçekleşti

Ancak konuya yapılan bu bilinçsiz girişin ardından beklediğim ‘eylem’in sonunda gerçekleştirildiğini de es geçmeyeyim. Yönetmenler, senaristler, sinema yazarları, oyuncular ve İKSV bir araya gelip yıkıma karşı belli kararlar aldılar. İlk olarak İstanbul Film Festivali’nin kapanış töreninde, ardından 18 Nisan 2010’da Taksim Meydanı’ndan Emek’e uzanan yürüyüşle tepkilerini gösterdiler.

Zaten benim üç hafta önce söylemek istediğim de buydu. Bilinçli eylem yaparsak her şey hallolur. Bunu zaten sektöre emek vermiş, tecrübeli ve sağduyulu insanlar kabul edebilir. Sadece konuyla ilgili her yazıyı ‘yıkılmaya karşı veya yıkılmanın yanında’ olarak algılayan dar görüşlü bir kesim edemez.

Yıktırmıyoruz ama çözüm de üretmiyoruz...

Neyse şu andaki ana sorunsala geçelim. Şimdi de problem, ‘Emek’i yıktırmamamıza karşın bu konuyla ilgili bir çözüm üretmememiz. Aynen spor yazarların çoğunun yaptığı o ‘eleştir eleştir ama çıkış yolunu söyleme’ kolaycılığı söz konusu şu sıralar gündemde. Tamam Mimarlar Odası’nın ‘yenileyeceğiz’ söylemi tam bir komedi. Yıkılacak ve bir alışveriş merkezinin içinde ayrı bir multipleks olacak projeye göre Emek sineması. Bu, Beyoğlu’nun görünüşü açısından son derece korkutucu bir görüntü de oluşturuyor. Eski yapıyı bozup, şehrimizi ‘kapitalizm’e daha da mahkum bırakıyor.

Ancak çözüm üretmezsek sinemanın yıkılmaktan başka çaresi kalmayabilir. Öyle ki Emek sinemasının, şu an aynı koşullarda veya restore edilerek açılmış olduğunu farzedelim. Belki bir ay bu konuya tepki gösterenlerin sinemaya gittiğine şahit olabiliriz. Peki ya sonrası ne olacak? Elbette yine insanlar multiplekslerdeki daha net görüntü ve daha çok boyutlu sesin esiri olacaklar.

Zaten büyük çoğunluğun Emek sinemasına gitmeme sebebi de korsan piyasası haricinde film izlememeleri. Konu tarihimiz olunca böylesine bir patlama yaşatmaları bir tarafa, bu zamana kadar neredeydiniz diye de soracağı geliyor insanın öyle değil mi?

Peki korsan piyasası değil midir sinema salonlarının kapatılmasına yol açan. En azından bu kıstasların başlarında bir yerdedir, en üstte olmasa da. E o zaman? Açılsa da bir ay sonra yine iflasın eşiğine gelecek salon. Niye yıktırmıyoruz o zaman?

Opera-tiyatro salonuna ya da kültür sanat merkezine çevrilmeli

Çözüm üretme konusu da burada açılmalı. Önce dünyadaki örneklere bakalım. Başta Los Angeles’taki Kodak Tiyatrosu olmak üzere, Londra’nın Taksim Meydanı konumundaki Piccadily Circus’ta da tarihi hali korunan bir sinema salonu var. Paris’te de böyle bir-iki yapı halen mevcut. Bunlar da zaten daha çok filmlerin dünya galalarına ev sahipliği yapmaları için korunuyorlar. Anlayacağınız Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı işlevi veriyorlar. Londra gibi vizyon gösterimlerinde 40 pounda bilet satan bir mantıkları da var, yani esas ücretin iki katına. Bizde öyle olsa gidecek miyiz? Elbette hayır.

O zaman o seçeneği geçelim. New York, Toronto gibi büyük şehirlere baktığımızda ise multiplekslerin ağırlıkta olduğuna tanıklık edebiliyoruz. Hatta film festivallerinin de ana salonlarının opera, tiyatro veya konser salonları olması onlar için de gayet doğal. Bu oluşumların festivallerde sinema salonu olarak kullanılabilmeleri için ses sistemlerinin korunması da elbette bakanlıkların ve festivallerin görevi olmuş. Bizde de aynı sistem uygulanmalı. Zaten Cannes, Fantasporto, Sofya gibi diğer önemli festivallerde de aynı duruma tanıklık edebiliyoruz.

Festivalin merkezi Lütfı Kırdar veya Cemal Reşit Rey de olabilir

Bu salonların ardından üniversite salonları, multipleks sinemalar ve kültür sanat merkezleri kullanılıyor festivaller için. Beyoğlu Emek sinemasının Kadıköy Süreyya gibi bir altyapıya büründürülüp opera-tiyatro salonuna dönüştürülmesi kültür hayatımız açısından daha iyi olur. Festival zamanlarında da Emek sineması, Cemal Reşit Rey Konser Salonu (ki onun için Azize Tan, sinema yazarı Alin Taşçıyan’a verdiği bir röportajda hevesli olduğunu söylemişti) veya Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, başta filmlerin Türkiye galaları olmak üzere festival gösterimleri için de kullanılabilir. Ancak bunun için altyapı şart.

Zaten şu an Emek sineması açılsa, bizler yine gidip normal zamanlarda orada film izlemeyeceğiz. O zaman dünyadaki formülleri kullanalım bari de kültür hayatımıza bir katkısı olsun öyle değil mi? En doğrusu bu konuda Kültür Bakanlığı’nın ve Beyoğlu Belediyesi’nin kapısını çalmak. İlle de ‘yıktırma’ görüşünde olduğunu duyduğum Ahmet Misbah Demircan’a bu durum sıcak gelebilir belki de...