“Güzel ve yalnız ülkemiz”; sorunlar, traji-komik durumlar, heba edilmiş kaynaklar (insan, çevre), kaçırılmış fırsatlarla doludur. Olması gerekenlerin, olması gerektiği gibi olmadığı; iyi örneklerin, uygulamaların değil de, kötü ve yanlış uygulamaların önce başladığı-başlatıldığı bir coğrafyadır. Kuşkusuz bu konularda yüzlerce, onlarca örnek verilebilir. Yazımızda yalnızca ikisinden bahsetmeye çalışacağız.
İlki, yaşamımızın en önemli ve en fazla zamanını geçirdiğimiz evlerimizin, işyerlerimizin, okullarımızın, hastanelerimizin, sitelerimizin, toplu konutlarımızın, şehirlerimizin; en enerji verimsiz mekanlar olması ve iç ortam kalitesinin, konfor düzeylerinin, hijyen ve insan biyolojisi-fizyolojisi-psikolojisi kriterlerine göre en yetersiz-sağlıksız şekilde yapılmış ve hala yapılıyor olmasıdır.
Diğeri de, ülkemizi ve aslında gezegenimizi, çevremizi, ekosistemimizi, gelecek nesilleri, tüm canlıları yok eden, edecek olan “küresel iklim değişikliği ve karbon salımını” artırmaya dönük, kentsel dönüşümle doğrudan bağlantılı; enerji üretimi-tüketimi sorunudur.
Bu iki hayati-temel konuda da, ülkemiz; maalesef olması gerekenin tam tersine davranmaktadır. Bunların birçok nedeni olabilir (konjonktürel, ekonomik, siyasi, kişisel, çıkar, bilgisizlik, aymazlık, farkındasızlık, art niyet, manüpilasyon, dışa bağımlılık, dar görüşlülük, yeniliklere kapalı olma vb). Ancak, bu nedenlerin hiçbiri ve-veya toplamı, geri dönüşü olamayacak ekolojik bir yok oluşa hızla gidişimizi veya kısmen de olsa, bu sonuca yardımcı oluşumuzu açıklamaz, açıklayamaz ve etik olarak, insanlık vicdanı, ortak akıl ve sağduyu ile varoluşumuzla bağdaşamaz.
Artık her adımın, yapılan her fiziki etkinliğin (en küçük üretim-tüketim ve uygulamaların bile), köklü veya kısmi kentsel yenilemenin-dönüştürmenin-yapılaşmanın; makro-mikro iklim değişikliğine yol açtığını, havayı, suyu, toprağı, ekolojiyi, biyolojimizi doğrudan bozduğunu biliyoruz. Karar vericiler, mevzuat yapıcılar, denetleyiciler, uygulayıcılar, uygulatıcılar; hepimiz aslında az ya da çok biliyoruz, farkındayız. En önemlisi de, özellikle “güzel ve yalnız ülkemizin” aslında sahip olduğu, ancak artık tamamen unuttuğumuz, kaybettiğimiz hasletlerimiz olan; Anadolu topraklarının binlerce yıllık kadim ve bilge geleneği, göreneği, minimalist yapılar, güneş mimarlığı ve küçük meydanlı, birbirinin ışığını, rüzgarını, manzarasını kesmeyen şehir uygulamaları, hemşehrilik-komşuluk-sosyal dayanışma, islami medeniyet, tüketim-israf-çevre-insan duyarlılığı, bir arada-ortak yaşam kültürü vb. konulardan çokça dem vuran ve bunlardan beslendiğini belirten bir hükümetin ve iktidarın, bu konularda; daha da hassas ve dikkatli olması, “söylemde” kalmaması gerekir. Bütün bu hasletler-değerler hepimiz için, insanlık ve gezegenimiz için; hem yeni bir vizyon ve misyon oluşturabilir, hem de zaten kaçınılmaz bir zorunluluktur.
Yeni vizyon ve misyon nedir?
Vizyon; sade, yeterli, doğayla uyumlu, sürdürülebilir, yeşil bir ekonomi ile sınırlı büyümek, üretimi-tüketimi-iklim değişikliğini-karbon salımını azaltmak, gelecek nesillere yaşanabilir bir gezegen bırakmaktır.
Misyon; enerji etkin, sürdürülebilir, sağlıklı pasif-sıfır emisyonlu, sıfır enerjili binalar geliştirmek, uygulamak ve bunlardan oluşan, planlı, yeşil ekonomi kriterlerine göre tasarlanmış kalkınma modelleri üzerine kurulmuş, uygulanmış “yeşil” şehirler kurmak, kentsel dönüşümü de, bu kriterlere göre yapmaktır. AB, ABD başta olmak üzere; 2020 den sonra tamamen; “sıfıra yakın enerjili bina”, “sıfır karbon emisyonlu bina”, “pasif bina” yapmak üzere karar almış ve uygulamalara başlamıştır. “Pasif Bina” standartları oluşmuş; 15 kWsaat/m2-yıl ısıtma enerjisi, toplam 120 kWsaat/m2-yıl ise soğutma, havalandırma, beyaz eşya ve benzeri enerji kullanım sınırı belirlenmiştir. Erzurum iklim kuşağına benzer bir iklimde yer alan Almanya’daki 100 metrekarelik “pasif bina”da yaşayan 4 kişilik bir ailenin, yıllık ısıtma gideri yalnızca; 38 Euro’dur. 100 metrekarelik bir binada yaşayan 4 kişilik Erzurum’lu bir ailenin ısıtma enerji tüketimi 300-450 kWsaat/m2-yıl, yani Almanya’daki eşdeğer bir binaya göre; 20-30 kat fazladır.
Genel olarak ülkemizde enerjinin; yaklaşık yüzde 40’ı binalarda tüketilmektedir. Enerjimizin; yüzde 73’ü ithaldir ve giderek artmaktadır. Cari açığımızın da; yüzde 67.5’lik kısmı, enerji ithalinden kaynaklanmaktadır. Asgari ücretli bir ailenin maaşının; yüzde 30-35’i enerjiye (doğalgaz, yakıt, elektrik) gitmektedir. Bütün bu rakamlar ve ortaya çıkan matematik; binalarda enerjinin maksimum verimli kullanılması zorunluluğunu zaten göstermektedir.
Bir yandan da giderek sıkışan ve patlayacak olan mevcut haliyle sürdürülemez konut, toplu-konut, lüks-konut, site, yaşam merkezleri ve benzerinin stokunun artması (pahalı, lüks, insan ölçeğine göre gereksiz büyük, fazla enerji tüketimi, işletme giderleri, yönetim, güvenlik sorunları olan, izole, yapay, zorlama, sağlıksız, sanal konsept projelerle; şehre, doğaya, çevreye, yaşlılara, engellilere ve çocuklara uygun olmayan tasarımlara sahip kimliksiz-kişiliksiz birbirine benzer binalar-bloklar yığını vb.), inşaat sektörünü zaten tıkamıştır. Yeni bir açılıma, fırsata ve dönüşüme ihtiyaç vardır.
Pasif bina projelerini hazırlayacak, uygulayacak mimar ve mühendislerin, şirketlerin artması, özel yalıtım sistemleri-malzemeleri, kendinden yalıtım-duvar teknolojileri, özel sızdırmaz pencere, özel cam, toprağın altından ısıtma ve soğutma sistemleri, özel havalandırma ve mekanik sistemler, bunların otomasyonu-testleri ve benzeri konularda oluşacak yan sanayiler, Ar-Ge’ler, “know-how”lar; hem çok ciddi bir istihdam hem de çok canlı ekonomik bir hareket sağlayacaktır. Bu birikim, ayrıca inşaat sektörünün; tüm Ortadoğu ve Türki Cumhuriyetlerdeki başarılarını artıracak, yeni sürdürülebilir pazarlar yaratacaktır.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Erdoğan Bayraktar; “20 yılda, 6.5 milyon - 8 milyon konut yapımı ve dönüşümünü” hedeflediklerini ve bunun da başlatıldığını beyan etmiştir. Dünya bu kadar konut hedefi ve hamlesi olan az sayıda ülkeden birisi olarak, bu konutlar artık tamamen; enerji verimli-etkin, sürdürülebilir, yüksek performanslı, pasif binalar olmalıdır. Bu, hepimiz için; çok önemli bir fırsat ve dönüşümdür.
Sayın Bakan TOKİ Başkanı iken, ODTÜ-MATPUM’a; toplu konut projelerinin daha çevreci, yeşil, ekonomik, geleneksel mimariyle-şehir yapısıyla ilişkilendirilmiş, yaşlı-engelli-çocukları gözeten standartlarını oluşturmak üzere bir çalışma yaptırmış ve İstanbul Kayabaşı Toplu Konutları’nın bir grubu için “Yeşil Toplu Konut Projesi Yarışması” düzenlemiş, birinci projeyi uygulamaya sokmuştur. Benzer şekilde, Ankara’da oluşan; “yeşilevler grubu”na yardımcı olmaya çalışmış, desteğini vermiştir.
Sayın Bakandan, bu konulardaki duyarlılığını da bilerek, şu anda başlatılmış olan “kentsel dönüşüm”ün de, yukarıda belirtmeye ve önermeye çalıştığımız vizyon ve misyon ile yapılmasını sağlamasını, naçizane talep ve rica ediyoruz. Böylelikle, yaklaştığı söylenen “kriz”den de, hem enerji verimliliği ile sağlanacak ithalat-cari açık riskini azaltarak, hem de ar-ge, “know-how”, istihdam, yan sanayi, ihracat, yeşil ekonomik kalkınmayı artırarak, olası karbon yaptırımları bertaraf edilerek; çıkılma fırsatı yakalanmış olur.
Somut iki hedef;
1- Yapılacak tüm binalar; pasif bina standartlarında ve-veya sıfıra yakın enerjili bina olarak yapılmalıdır.
2- Yapılacak tüm konut, toplu konut ve yeni yerleşimler-şehirler; bölgesel ve-veya merkezi kojen-trijen, ısı pompaları, biyogaz, jeotermal, mini HES, pv ve güneş kolektörleri vb. tek olarak veya hibrid sistemlerin kullanıldığı “bölgesel enerji üretim ve dağıtım sistemleri” ile oluşturulmalıdır. Güneş ışınımı olarak, neredeyse Türkiye’nin yarısı kapasitesi olan Almanya; 28 Mayıs 2012 günü, elektriğinin yarısını güneşten üreterek, tarihe geçti. Bir çok AB ülkesi, tüm şehrin ısıtma ve soğutmasını; kojen-trijen, jeotermal, güneş, rüzgar ve mevcut enerji santrallerinin atık ısıları ile sağlamaktadır.
Bu hedefleri gerçekleştirmek için de, acilen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın koordinasyonunda; üniversiteler, ilgili sektör, ilgili kamu kurum-kuruluşlar, sektör dernek ve meslek odaları bir araya gelmeli ve “yol haritasını” “görev-sorumluluk-iş planını” hazırlanmalıdır. Bakanlık içerisinde, acilen sorumluluğu ve “işi” yalnızca bu olan sorumlu bir birim oluşturulmalı, ilgili bakanlık ve ilişkili kurum-kuruluşlarla koordinasyonu sağlamalıdır.