Kaldırım taşları, kimisi yerinde, kimisi yerinden sökülmüş… Belki
fırlatılmayı bekliyor belki de tamir edilmeyi… Hakan Kırdar’ın
Outlet İhraç Fazlası Sanat Merkezi’ndeki “Problemli
Manzara” sergisi, bize kente bakmayı öneriyor. Sözü edilen görmekle
sınırlı bir bakma eylemi değil, siyasal, ekonomik, içsel bir algılama sürecinden
bahsediyor Kırdar. Biz de Hakan Kırdar’la problemli manzaralar üzerine konuştuk…
Oraya kadar gitmişken, Merkez’de onunla eşzamanlı gösterilen, Merve
Şendil’in “Üç Şehrin Hikâyesi” sergisini de gezmeyi
unutmayın.
- Sanatçılar genelde göze hoş gelen manzaraları yansıtırlar işlerine.
Problemli manzaralar üzerine bir çalışma yapma fikri nasıl gelişti?
- Toplumda sanatla ilgili birçok klişe mevcut. Bu klişelerin başında da,
manzara resminin hoşa gitmesi gerektiği yargısı geliyor. Benim derdim, hoşa
gidecek manzaraları yeniden üretmekten çok, zaten gözümüzün önünde duran
problemli manzaraları açığa çıkarmaktı. Serginin temeli aslında Batı’da çok
zaman önce tartışmaya açılmış, Türkiye’de ise 80’den sonra konuşulan ancak hâlâ
net karara bağlanamamış kamusal alan/kamusal mekân konusunu son derece yalın bir
biçimde ele almaktı. Benim bu meseleye yaklaşımım, sokağın fiziksel dokusuna son
derece yakından bakarak aslında o yakınlığın içerdiği problemleri görünür
kılmaktı.
- Neler bu problemler? Kente bakmaya başlayınca ne gibi problemler
gördünüz?
- Resimlere yansıyan problemleri mecazi olarak anlamlandırmayı tercih
ediyorum. Bunları mikro ve makro ölçekte değerlendirebiliriz. Mikro ölçekte
bakarsak, yollarımız ve kaldırımlarımız da güncel politik ortamımız gibi. Ya
kaldırım taşları ustaca dizilmemiştir, kırık ve dağılmıştır, zemin çökmüştür,
ızgaranın demiri eğrilmiştir, kopmuştur ya da bitmek bilmeyen bir yıkma-yeniden
yapma sürecine şahit olursunuz. Bizde neden siyasi bir skandalda ya da seçim
yenilgisinde Batılı politikacılar gibi normal yolla istifa eden kimse yok? Bu
ikisinin birbiriyle son derece ilişkili olduğunu düşünüyorum. Makro ölçekte ise,
bu problemlerin ülke ve medeniyetimiz adına bir sistem sorununa işaret ettiğini
söyleyebilirim. Gelenek / modernleşme ve çağdaşlık Türkiye’nin Osmanlı’dan
devraldığı, hâlâ önünde duran ve çözmeye çalıştığı en temel mesele. Bu yüzden,
güçlü bir imge olduğu için serginin öznesi de, nesnesi de kent.
- Niye bize bu manzarayı göstermek için fotoğrafı değil de,
gerçeğinden ayırt edilemeyecek bir resim anlayışını tercih ettiniz?
- Tercihim tamamen sanatsal dil ile ilgili. Fotoğraf daha nesnel bir dil.
Oysa resmin halen öznel olduğunu ve resim yoluyla çok daha kişiye özel bir dil
kurulduğunu düşünüyorum. Resmin biricikliği, gerçek anlamda kopyalanamaz olması
da bir tercih sebebi benim için. Aslında resimlerimin fotoğrafik bir algıyı da
kışkırttığını görebilirsiniz. Gerçekçi tarzı neden tercih ettiğime gelirsek,
toplum olarak bu coğrafyadaki kültürlere ve yaşadığımız topraklara ilişkin
sahiplenme, sahip olma ve aidiyet ilişkisi bağlamında bir problem yaşadığımıza
inanıyorum. Yaşadığımız gerçeklikler ile gerçeklik algımız arasında bir kopukluk
hissetmem, beni gerçekçi bir tarza yöneltmiş olabilir.
- Yere bakmak, biraz içe dönmeyi de getirir...
- Haklısınız. Mahcup olduğumuzda önümüze, yere bakarız. İçe kapanmak gibi.
Serginin öznesi kent ise gizli öznesi de ben’imdir herhalde. Kentte dolaşırken,
bir tür dışa açılırken aslında içime, içimize bakmaya, içe dönmeye çalıştım
sanırım. Bir yandan da hayata dair temel sorunların cevaplarını aramaya devam
ettim. Yolda yürürken, kaldırımlardan iner çıkarken dengemizi korumak için sık
sık yere bakma gereksinimi duyarız. Bastığınız zemin, kaldırım taşları... Sonra
kentin ızgara ve rögar kapaklarının altındaki göremediğiniz bir uzantısının
olduğunu fark ediyorsunuz. Daha sonra öğrenilmiş bir edim olarak yere bakmaya
devam ediyorsunuz. Bir farkındalık oluştuğu için de daha bir dikkatli
bakıyorsunuz artık. Benim amacım bu doğal yollardan başlayıp gelişen deneyimi
paylaşmak.
- Sokaklar ve kaldırım taşları, politik açıdan da önemli yapı
taşlarıdır... Yaptığınız çalışmaların böyle çağrışımları da var mıydı sizin
için?
- Tabii ki var. Sokaklar, Batı ve bizim gibi takip eden modernleşmelerde,
kentsoylulaşma sürecinin bir sonucu olarak oldukça politize olmuştur. Bu yüzden
sokak, kamusal bir mekân olarak bir bellek de sunmaktadır. 68’in ünlü sloganını
hatırlayın: “Kaldırım taşlarının altında plaj var”. Kamuyu, kaldırım taşlarını
sökmeye götürecek denli güçlü bir çağrıydı bu. Sokaklar, aynı zamanda, geçmişte
ve bugün iktidar/vatandaş etkileşiminin en yoğun yaşandığı mekânlar. Kaldırım
taşlarının silaha dönüştüğü sokak savaşları daha dün yaşanmış gibi
belleklerimizde ve yarın bu savaşlar tekrar yaşanabilir. Sergide yerinden
sökülmüş ve fırlatılmaya hazır kaldırım taşlarından oluşan bir resim serisi
mevcut.