Yeni Yılda Ne Değişti?

Zaman çarkı dönüyor, 2000’li yıllar ilerliyor. Takvimlerde tarihler eskirken, ülkemizin kentleşme alışkanlıklarında önemli bir değişim gözlenmiyor. Kısa süreli çalışmalara, bir anda “buldum..!” edasıyla ortaya atılan ve hemen yasalaştırılan düşüncelere, iri iri sözcüklerle adlandırılan yasal düzenlemelere rağmen, ülke kentlerinde kötü gidişte bir değişiklik gerçekleşmiyor.

Değişim, dönüşüm, koruma, yenileme, sağlıklaştırma adlarıyla ortaya atılan düşünceler uygulamaya geçildiğinde, her seferinde yeni bir talan projesi ortaya çıkıveriyor. Yönetim erki ile yaratılan rantlar çölden doğan sermayeye ışıltılı ambalajlar içinde sunuluyor.

Küresel sermayenin oyuncuları, yerel ortaklarıyla birlikte kentlerde boş kalmış son arsalar üzerinden büyük hayallerini projelendiriyor. Kırmızı halılarla karşılanan küresel sermaye üretimin yanına bile yanaşmazken tek hedef olarak kentsel tüketimi seçiyor. Geleneksel çarşılar, küresel senaryoya yenilen ve birer ikişer kapanan dükkanlarla sessizliğe gömülürken, geleneksel çarşıların yerini, kışın sıcak ve kuru, yazın serin ve gölgeli küresel konfora sahip alışveriş merkezleri alıyor. Kentlerimizin hemen hepsinde bakkaldan markete geçişle başlayan süreç, giderek dev alışveriş merkezlerinin egemenliğini dayatıyor.
“Kent merkezleri yayalara aittir” sözleri eskiden olduğu gibi konu hakkında doğru söz söylemeye çalışanların dilinden düşmüyor. Ancak bunca söz havada uçuşurken, kent merkezleri giderek yayalardan, yayalar da kent merkezlerinden uzaklaşıyor. Kent merkezine ulaşan yollarda yavaşlaması gereken trafiğin hızlanması için her tür çaba harcanıyor. Günümüzde Türkiye kentlerini araçla gezmeye kalkanlar zamanlarının yarısını yeraltında, battı çıktılarda geçiriyor.
Satılarak bitirildiği için işgal edilecek kamu mülkü kalmadığından bir bakışta fark edilemeyen gecekondulaşma, eski gecekondu semtlerinde üçüncü boyutta üstelik planlı olarak sürüp gidiyor. Üçüncü boyutta hızlı gecekondulaşmanın gerçekleşmediği bölgelerde oluşan rantı geliştirilen projelerle “dönüşüm” adı altında “dönüştürenler” üleşiyor.

Kentlerimizin altyapısında yaşanan önemli gelişmeler de sürüyor. Geçmişte varlığı ile yokluğu anlaşılamayan kentsel altyapı bugün kendini her an hissettiriyor. Kışın taşan ve yoldan akan, yazın sıcakta kokan ve burun tıkattıran kanalizasyon bacaları, kentlerde altyapı denilen olguyu hissettiriyor. Alınan önlemlerle, çıkarılan yasalarla çevreyi kirletene büyük cezalar getiriliyor. Yasanın uygulamasında kısa ertelemeler olsa da artık arıtma tesisi olmayan sanayi tesisi kurulamıyor. Ancak her nedense alınan bunca önleme rağmen, içinde canlı yaşayabilen akarsu sayısı da giderek azalıyor.
Yalnızca kanalizasyon sistemi değil iflas eden ve kokusu çıkan. Altyapıdaki değişim her alanda ve her mevsimde hissediliyor. Geçmişte kentlerde yalnızca yaz aylarında yaşanan susuzluk, günümüzde kış aylarında da kendini hissettiriyor.
Kentlerimiz hızla gelişiyor, gelişmeye koşut olarak araç sayısı hızla artıyor. Araç sayısındaki artışa koşut olarak da kentlerde var olan ulaşım sorunları giderek büyüyor. Kentlerimizde var olan bu eğilimin sürmesi durumunda, yetersiz otopark ve yollar nedeniyle kentlerde ulaşım sisteminin tümüyle kilitlenmesi kaçınılmaz görünüyor.

Kentlerde yaşayanların nefes alabileceği az sayıdaki yeşil alana yeni eklemeler yapılamazken var olanlar türlü gerekçelerle tecavüze uğratılıyor, daraltılıyor. Kentlerimizde yeşil renk alanlarda ve sokaklarda giderek azalırken, yatırım yapan sermayede kendini gösteriyor.
Bir yandan kıyılarımızda yıllardır süren ikinci konut işgaline dur denilmeye çalışılırken ve “kalan son boş alanlar doğal olarak korunmalı” söylemleri dillendirilirken, turizmi geliştirme adına yabancılara satılacak ikinci konut yapımları özendiriliyor.

Konut sorununa çözüm olarak çeyrek asırdır alternatifi geliştirilmeyen toplu konut uygulamaları, konut sorununa çözüm adı altında ülke kentlerinin belirli bölgelerinde tek tipleşen çirkin damgalarını vurmaya devam ediyor.

Her tür sorunun tek çözümü olarak görülen özelleştirme, kentlerimizi kurtaracak tek reçete olarak sunuluyor. İçtiğimiz sudan, attığımız çöpe kadar her tür hizmet özelleştirmeye konu ediliyor. Kalitenin arttırılması adı altında çalışanlar üzerinden sömürü genişliyor. Yıllar değişse de kentlerimiz ve kentleşmemiz hiç değişmiyor, umut başka bahara…