Yeni İstanbul'a Hazır Mısınız?



İstanbul 2010, 120 milyon Avro'luk bir proje. Tarihi yarımada, Beyoğlu, Boğaziçi yeniden ele alınacak, yeni müzeler açılacak, yıl boyunca etkinlikler yapılacak. Bir de ilk etapta 85 bin kişiyi yerinden edecek Kentsel Dönüşüm Projeleri var. Amaç, Avrupalının İstanbul'a bakışını değiştirmek. Peki İstanbullular ne olacak? Yeni yapılandırılmalardan hangi İstanbul yararlanacak?

İstanbul, Essen ve Pecs, 2010 yılında Avrupa Kültür Başkentleri olacak. Bu kararın İstanbul için anlamı, Essen ve Pecs'ten farklı. Çünkü, kültürler arası çatışmanın, diplomatik gerginliklerin kaynağı olduğu bir süreçte, Avrupa kültürüne başkentlik yapmak Türkiye için önemli bir adım. Üstelik, 2010, AB'ye tam üyelik sürecinde dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Türkiye'yi içinde görmek istemeyen Avrupa kamuoyu bu sayede kazanılacak. Gelmesi beklenen 10 milyon turistin, ekonomiye katkıları da cabası. Belki de Avrupalı'nın İstanbul'a bakışı değişecek, hatta İslam fobisi bu sayede tedavi edilecek...

İstanbul'a Avrupa'dan bakıldığında her şey yolunda görünüyor, ama bu mutlu adımın İstanbullulara bedeli ne? Projenin Kentsel Dönüşüm planlarıyla birlikte yürüyecek olması, bedelin pek de hafif olmadığına işaret ediyor. Çünkü yeniden paylaşım söz konusu... Dolapdere ve Sulukule mevcut sahiplerinden alınırken Galataport'a, Haydarpaşaport'a, burgulu kulelere, yeni alışveriş merkezlerine kapı açıyor.

İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olması için çalışanlar, karara sevinenler, temkinli yaklaşanlar ve kararın arkasında yatan ranta işaret edenler... 2010 İstanbul Girişimi Başkanı Nuri Çolakoğlu, Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu, Paris Ulusal Sanat Tarihi Enstitüsü'nden Profesör Jean- Marc Poinsot, Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin başkanı Prof. Faruk Şen, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Sinan Güler sorularımızı yanıtladılar...

Tanıtım, katılım, dönüşüm...

2010 İstanbul Girişimi Başkanı Nuri Çolakoğlu

- Projenin bütçesi ne kadar?
Kültür sanat etkinliklerinin tahmini bütçesi 67 milyon Euro. Bunun önümüzdeki üç yıl içinde artarak 100 ya da 120 milyon Euro'ya çıkabileceğini düşünüyoruz. Bu rakam 2010 yılında ve öncesinde Türkiye'den sanatçıları Avrupa kentlerindeki etkinliklere götürmek için harcanacak para.

- Tüm parayı İstanbulluların ödeyeceği doğru mu?
Bu parayı sağlamak ve aynı zamanda projenin İstanbullulara kavratılması için şöyle bir yol düşündük: Avrupa Bakanlar Konseyi'nce karar onaylanınca çıkarılacak kararnameyle İstanbul sınırları içinde akaryakıttan litre başına bir kuruş alınacak. Yani bir depo benzin alan 25 ile 40 kuruş arası bir para ödeyecek. Bu vesileyle benzin istasyonları, aynı zamanda İstanbul 2010'un iletişim platformu olacak.

- Peki AB'nin desteği ne kadar olacak?
Avrupa Kültür Başkentlerine 500 bin Euro veriyorlar, biz bunu üçe böleceğiz. Bunun dışında AB'nin bugüne kadar kullanamadığımız altyapı fonlarını seferber edebileceğiz. Örneğin Fener, Balat, Santral İstanbul, Aynalıkavak'ın restorasyonu, Ayvansaray- Edirnekapı'nın iyileştirilmesi için bize imkânlar sağlayacaklar.

- Turizme katkının dışında, hedef İstanbul'u cazibe merkezi haline getirmek denilebilir mi?
İstanbul'a 10 milyon turist getirmek en baştaki hedefimiz ve bunun ekonomiye yapacağı katkı ödenen parayı fazlasıyla karşılayacak. Ayrıca 2010, Türkiye'nin AB'ye katılımında kritik bir yıl. Çünkü 2014 ya da 2016'da Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği söz konusu olduğunda 25-30 hükümeti ikna etmek yeterli olmayacak, halk oylamaları yapılacak. Kamuoyunda Türkiye lehine bir hava estirebilmek için elimizdeki en iyi aracın kültür sanat olduğuna inanıyorum.

- İstanbul 10 milyon turisti kaldıracak altyapıya, otele sahip mi sizce?
Şu anda 5.2 milyonu kaldırıyor.

- Bu rakam iki katına çıkacak...
Paris yaklaşık 60 milyon kişiyi kaldırıyor. İstanbul'un bu rakamı ve daha da fazlasını taşıması lazım. Bu kaygı İstanbul'daki otelleri kafamızda beşe indirdiğimiz için oluşuyor bence. Sadece Harbiye dolaylarında son bir yılda üç yeni otel açıldı. Anadolu yakasında Maltepe'ye kadar oteller yapılıyor, sahil şeridine de yapılacak...

- Avrupa Kültür Başkenti projesi Kentsel Dönüşüm Projesi'yle birlikte mi yürüyor?
Projenin ilk ayağı 10 milyon turist, ikinci ayağı Türkiye'nin tanıtımı, üçüncüsü de kentsel dönüşüm. İstanbul'da Habitat sayesinde kaldırımda yürümeye başladığımızı unutmayalım. Tarihi binaların etrafını saran çirkinliklerden tutun, yaşatılması zorunlu, ama dökülmekte olan tarihi dokuya kadar pek çok yarım kalmış proje var. Örneğin Tarlabaşı'nın sol tarafı muhteşem bir eski İstanbul dokusu... Buranın elinin yüzünün düzeltilerek kullanıma açılması lazım.

- Dolapdere tarafını kastediyorsunuz, burada yaşayan insanlar ne olacak peki?
Burada iki şey olabilir; insanlar orada daha iyi binalarda yaşayabilirler.

- O zaman orada yaşamaya güçleri yeter mi sizce?
Çoğu mal sahibi zaten. Mal sahibi olmayanlar için de belediye sosyal konutlar yapabilir.

- Çok kültürlülük ve bir arada yaşama vurgusu azınlık kültürü üzerinden yapılacak deniliyor, ama Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında Sulukule kaldırılıyor. O da bu kültürün parçası değil mi?
Sulukule yok edilmiyor, adam ediliyor. Aklın yolu, o insanların orada kalarak daha iyi bir hayat sürmeleri. Nasıl yapacaklar açıkçası bilmiyorum. O konuda yerel yönetimlere yardımcı olmaya çalışacağız. Diğer ülkelerin deneyimlerini buraya aktarmak çok önemli.

- Jüriyi etkileyen önerilerin biri de bugüne kadar sanatsal aktivitelerin hedefinde yer almayanların bunlarla buluşturulması olmuş...
Bunun kadar projeyi devletle ilgisi olmayan insanların yapması etkili oldu. Bu bizim üstün yanımız ve bunu sürdürmek istiyoruz. Semtlerin örgütlenmesini, kendi aralarında karar vermelerini, semt şenlikleri yapmalarını hedefliyoruz. Pera ya da Nişantaşı şenliğinden söz etmiyorum, Alibeyköy'de Gaziosmanpaşa'da, Zeytinburnu'nda kültür sanat etkinlikleri yapılsın istiyorum. Mozart söylemeleri şart değil, Anadolu'dan bir şeyler yapsınlar, bunu biraz bugüne taşısınlar...

- Peki İstanbul'a kalıcı eser olarak neler kalır bu projeden?
Ben 2010'a kadar Marmararay'ın yürürlüğe gireceğini, Kabataş Taksim bağlantısının yapılacağını, metronun uzayacağını, belki uyarılarımızı dikkate alıp Venedik'teki vapurettolar gibi Boğaz ve Haliç'te ring seferleri yapılacağını düşünüyorum. Motorcular bunlara kızacak, ama motorlarını buna çevirerek böyle bir hizmet yaratılabilir ve bence en kalıcı hizmet bu olur. Dolmabahçe, İstanbul Modern, Karaköy, Aynalıkavak, Rahmi Koç Müzesi, Minyatürk, Eyüp, Balat, Eminönü, Sarayburnu arasına ring seferi yapan kültür gemisi yaratılabilir. İnsanlar bir biletle bunların hepsini görebilir.

İstanbul'un yeni sahipleri...
Mimarlar Odası İstanbul Şube Başkanı Eyüp Muhçu'ya göre, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi kültürel zenginliklerin restore edilmesi, sağlıklaştırılması için pek çok olanağı, kaynağı birlikte getiriyor. Dikkat edilmesi gereken nokta ise, bu kaynakların doğru kullanımı. Aksi halde bir yıkım süreciyle karşı karşıya kalınabilir. Muhçu, tarihi yarımadayı kapsayan müze-kent İstanbul için şimdiye kadar yapılan çalışmalardan pek umutlu değil. Neden mi?

"Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan 1/5000 koruma amaçlı plan ve 1/1000 uygulama imar planları tarihi yarımadanın korunmasında önemli engel teşkil edebilecek kararlar içeriyor. Bununla ilgili bir dava açtık. Bu kararlar kaldırılmadan doğru bir çalışma yapılması mümkün değil. Ayrıca tescilli binaların restorasyonu Büyükşehir Belediyesi'nin konut yapımı için kurulmuş KİPTAŞ şirketi aracılığıyla sürdürülüyor. Şirket bu çalışmaları yapabilecek teknik donanıma sahip değil" diye yanıtlıyor.

2010 Avrupa Kültür Başkenti'ne hazırlık adı altında gündeme getirilen projelerden biri de, kentsel dönüşüm. Galataport, Haydarpaşaport, Zeyport, Dubai şirketlerinin yapması öngörülen Küçükçekmece ve Kartal kıyı alanı kentsel dönüşüm projeleri, Levent İETT Garajı'nda gündeme getirilen burgulu kuleler, Karayolları 17. bölge müdürlüğünde öngörülen kentsel dönüşüm projeleri... Muhçu, bunların dünya mirası İstanbul'un siluetine zarar vereceğini söylüyor. Olayın diğer bir boyutu ise, İstanbul'un kentsel donatılarına getireceği yükler ve ulaşım kaosu.

Bu çalışmalar kentin ekonomik, sosyal, demografik yapısını da değiştirecek, "Kent merkezine beş milyona yakın nüfus davet edilecek. Kentin doğusunda Küçükçekme, batısında Kartal'da oluşturulacak cazibe merkezlerinin getirdiği nüfus yoğunluğunu da katarsak 10 milyona yakın bir nüfus, İstanbul nüfusuna ilave edilecek. Yani İstanbul nüfusu 25 milyona çıkartılacak. Nüfus 13 milyonken yaşanan sorunlar ortada" diyor.

Projeler, kente eklenecek nüfusun sosyo-ekonomik düzeyi hakkında da ipucu veriyor. Çünkü dönüştürülen alanlarda kiralar ve daire bedelleri yüksek olacağından yerli halkın yaşama olanağı ortadan kalkacak. Muhçu için bu durum, geçmişte var olan dinsel ve etnik kökenli gettolaşmanın, bu kez ayrıcalıklı yaşam alanları ile gerçekleştirilmesi demek, "Kentin olanaklarının toplum tarafından paylaşılması artık mümkün olamayacak. Geleneklerinin, toplumsal belleklerinin, sosyal yaşamlarının oluşturduğu alanlardan hiçbir plan, organizasyon yapılmadan uzaklaştırılacak, kentin çeperlerine savrulacaklar. Bu bölgeler yoksul, dar ya da orta gelirli insanların elinden zorla alınarak, uluslararası ve yerli şirketlere veriliyor. Burada çok büyük bir ranttan bahsediyoruz. Gecekondulaşma dönemindeki mafyalaşmanın rolünü bu projelerle, devlet üstleniyor" diyor. Muhçu'nun belirttiği bir şey var ki, o daha da düşündürücü:

"Avrupa Kültür Başkenti yaklaşımı bir pazarlama mantığı içerebiliyor. Yatırımlarla ilgili kararları kamu yetkilileri değil, yatırımları gerçekleştirmek isteyen şirketler veriyor. Karar süreci böyle olunca da, bilimsel plan anlayışı bir tarafa itiliyor. İnsan odaklı değil, neo-liberal anlayışlara bağlı, ticari rant amaçlı çalışmalar gerçekleştiriliyor. Bunun simgeleri de süreç içerisinde oluşturuluyor, kimi zaman dini, kimi zaman kapitalizmin kültür anlayışını ortaya koyan eğlence merkezleri oluyor. Bu çalışmalar, insanı yaşadığı çevreye yabancılaştırıyor. Bu en gelişmiş Avrupa ülkelerinde de böyle".

Bu bir 'mutenalaştırma'dır...

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinan Güler:

-2010 Avrupa Kültür Başkenti ve Kentsel Dönüşüm projeleri düşünüldüğünde, İstanbul'un içinde olduğu yapılanma süreci bizi nereye taşıyacak?
Yanıt, kime yararlı olacağına, kimin yararına kullanılacağına göre değişiyor. Projelerde yapılacak iki çalışma var, biri kentsel dönüşüm, diğeri de "gentrification" yani "soylulaştırma" ya da "mutenalaştırma" denilebilir. Bu yolla, ekonomik değeri yüksek kent parçasında varlığını sürdüren ahali, orada yaşamayı hak etmediği düşünüldüğünden, yerinden alınıp başka bir yere taşınır. Oysa tarihsel yerleşmeye en az zarar veren, orada yaşayan insandır, çünkü o tarih onun evidir.

-Peki kimin nerede yaşamayı hak ettiğine kim karar veriyor?
İstanbul'u muhtelif insan topluluklarının bloklar halinde yaşadığı bir şehir olarak görmek mümkün; Üsküdar'da muhafazakârlar, Tarlabaşı'nda bekârlar, Süleymaniye'de yoksul, ama eski İstanbullular, Cihangir'de entelektüel ya da öyle olduğu varsayılanlar... Bir kültür kurumumuzun yetkilisi kentle ilgili çalışmaların, "kent kültürünün kanaat önderleri"nce belirlendiğini söyledi. Bu, hiç unutmadığım ve unutamayacağım bir kavram.

Bana "Kent kültürünün kanaat önderleri kimler?" diye sorsan yanıt veremem. Doğrusu bütün bu kavramsal çapraşıklığın içinde bir de özelleştirilen Yeni Rakı'nın sponsorluğundaki Müslüm Gürses-Murathan Mungan projesi var ve bu bana bir tezahür gibi geliyor. Bunlar enterasan gelişmeler. Belki kanaat önderleri zihniyet yapılanması olarak, Murathan Mungan, Sinan Çetin'dir, ancak beş yıl önce Müslüm Gürses'in konserinde Gülhane Parkı'nı dolduranlar olmadığı kesin. Daha önceden entelijans böyle işlere girmezdi, şimdi entelijansiya olarak "Gelecek olan nakdi nasıl bölüşebiliriz"in heyecanı içindeyiz sanki...

-Burada da İstanbul'un sahipleri kimler, sorusu ortaya çıkıyor sanırım...
Kentin kanaat önderleri! Mülkiyet hakkı ile kullanma hakkı farklı kişilerde. Mülkiyet hakkı İstanbulluların ama kullanma hakkı onların değil. Avrupa Kültür Başkenti projesinde "kentin belli bir parçasının modernleştirilmesi"nden söz ediliyor. Modernleştirmekten kastımız ne, tam olarak ortaya koymuş değiliz. Kesin olan, Cezayir Sokağı'nın Fransız Sokağı yapılması modernleştirme olamaz. Dikkat ettiyseniz, Avrupa Kültür Başkenti listesinde Roma yok, hiçbir zaman da olmayacak. Roma'da şehrin tanıtılması, çekim merkezi olması diye bir dert yok. 2.5 milyon nüfusu ile dünyanın en iyi korunan tarihsel kentlerinden biri olarak, kendi zamanında, kendi insanlarıyla yaşamayı tercih ediyor ve turist sayısı İstanbul'un birkaç katıdır. İstanbul'un başından beri yapması gereken buydu.

-Tekrar gentrification çalışmalarına dönersek, bu çalışmalar Türkiye'nin gündeminde yeni ortaya çıkmadı aslında. Örneğin Cihangir'de de bu çalışmalar yapıldı.
Evet, ama orada bir devlet müdahalesi olmadı. Oradaki evleri sanatçı, aydın, çizer, yazar takımı satın alıp, kendi kullanımı için onardı. Şimdi Zeyrek'te benzer bir süreç hız kazanıyor, Sulukule'de gentrification süreci başlıyor. Onlar zaten müzisyen oldukları sürece baş tacı ettiğimiz bir popülasyon! Kibariye'yi alkışlıyoruz, Cennet Mahallesi'ni seviyoruz. Onun dışında İstanbul çingenelerinin varlığı bizi pek fazla ilgilendirmiyor, halbuki orası tarihi bir çingene mahallesi. Oysa bu projeler "ötekileştirme" eğilimini körükleyecek.

İslamofobiyi kırmak!
Prof. Faruk Şen, merkezi Essen'de bulunan Türkiye Araştırmalar Merkezi'nin başkanı. İstanbul'un seçilmesinde yoğun çaba harcayan bir isim. Ona göre bu seçimde oryantalizmi aşan bir sonuç var, Avrupa artık İstanbul'u İslamın en büyük kenti görüyor. Bunda elbette ki politik tercihler büyük rol oynuyor. Şen'in tanımıyla Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Birliği'nin "ciddi istek"leri bunun göstergesi.

"Essen ve İstanbul'u karşılaştırma olanağımız yok" diyen Şen, iki kenti birbirine kültürel açıdan bağlayan unsurun İslam olduğunu düşünüyor. Essen ve çevresinin son dönemde Avrupa'da yükselen İslamofobiden etkilenen Müslümanlar için önemli bir merkez olduğunu vurguluyor. İslamofobiyi kırmak için üç başkent arasında bir köprü projesinden söz ediyor. "Essen'de 30 bin Müslüman yaşıyor, Pekş'te ise 280 bin nüfuslu küçük bir kent olamasına karşın iki cami var ve Zigetvar'ın çok yakınında yer alıyor. İstanbul da dinleri birleştiren bir kent" diyor Şen, "bu açıdan Türkiye Araştırmalar Merkezi olarak kültürlerin birleşimi Avrupa Kültür Başkentleri çerçevesinde İslam'ı ön plana çıkaran bir projeyi belki İslamofobinin bir miktar azalmasını sağlayacak".

Şen'in 2010 İstanbul'una ilişkin panoramasında kültür adamlarının yanı sıra politikacılar da var. Avrupalı elitin de uzun süreli hafta sonu tatillerini geçirmek üzere İstanbul'a geleceğini düşünüyor. Bir de örneği var: "2005'te Barselona'da tatil yapan Almanların sayısı 6 milyonu geçerken İstanbul'a sadece 290 bin Alman geldi."

Avrupa'nın sınırı...
Paris Ulusal Sanat Tarihi Enstitüsü, İnceleme ve Araştırma Bölümü Başkanı Profesör J ean- Marc Poinsot, Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi ve AICA Türkiye'nin işbirliğiyle hazırlanan konferanslar dizisi için Türkiye'deydi. Poinsot'nun İstanbul'un seçilmesi ve Kültür Başkenti etkinliğinin ne kadarının sanat, ne kadarının diplomasiyle ilişkili olduğuna dair görüleri şöyle:

- Bence, asıl önemli olan ve şu an Fransa'da bizim de tartıştığımız soru, İstanbul ve Türkiye'nin Avrupa'nın mı diğer dünyanın mı parçası olduğu. Türkiye'nin tarihi bize, İstanbul'un her zaman bir köprü olduğunu söylüyor. Tarihsel açıdan mantıklı bir karar. Bugüne gelirsek, eski Sovyet ülkelerinin Avrupa'nın parçası olmak istediği bir süreçte, yeni sınırların neresi olduğunu bilmiyoruz. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, İstanbul, Avrupa'nın her zamanı sınırı oldu.

- Kültürün bir bölümü olan, etkinlikler, programlar politik durumların üzerindedir. Ancak, ülkeler arasındaki ilişkinin, kültürler arası alışverişten bağımsız yürümez. Bizim tarihimizin ya da Batı medeniyetinin de büyük bir parçası, İstanbul'a ya da Constantinople'a ulaşır.

- İstanbul 2010, çok önemli bir politik dönüm noktası olabilir. Çünkü Fransa'da halkın büyük bölümü, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin bir parçası olacağına inanmıyor. Pek çok insan Türkiye'ye tatil için gelse de bu değişmiyor. 2010 yılı için yapılacak etkinliklerin bu fikirlerin olumlu yönde değişmesine yardım edeceğini düşünüyorum. Çünkü Fransa'daki pek çok insan, sınırlarının kendi kültürüyle İslam kültürü arasında olmasını istemiyor.

- Avrupa'da pek çok insanın tarih ve farklılıklar hakkında bilgi sahibi olmaması büyük bir sorun ve Türkiye karşıtlığının da temeli bu. İstanbul 2010, kültürel zenginliğin farkına varılması için bir olanak. Bunun politik etkileri olacak. Çoğunluğun karşı olmasından etkilenen politikacıların Türkiye'nin katılımı için oy vermesini sağlayabilir.

Özgür Erbaş / Esra Açıkgöz