Arazi kullanma sektörü iklim değişikliği ile mücadelede anahtar role sahiptir, fakat getirilen karmaşık bir takım kurallar nedeniyle eleştirilerin hedefindedir. İkiyüze yakın taraf ülke ile birlikte 2020 sonrasının iklim rejimini belirleyecek küresel anlaşmaya doğru ilerlerken, müzakereler Durban Platformu Çalışma Grubu toplantıları kapsamında devam etmekte. Daha önce belirlenen zaman çizelgesinden oldukça geride olsa da, taraf ülkeler devam eden Bonn oturumlarında 2030 yılı hedeflerini (INDC) bildirmeye başladılar. İlk izlenimler Avrupa ülkelerinin (AB ve diğer ülkeler) 1990’ı baz yıl alarak genellikle %40-50 civarı azaltım hedefi belirlemiş olduklarını gösteriyor. Peru taraflar toplantısı öncesinde ABD ve Çin’de buna benzer azaltım sinyalleri vermişti. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerin 2030 için 1990 baz yılına göre %50’ye kadar azaltım taahhüdü verebileceği anlaşılıyor.
Ülkemizin azaltım konusunda nasıl bir yaklaşım benimseyeceği ise belirsizliğini korumakta. Öte yandan nasıl ve ne oranda bir azaltım taahhüdü verirsek verelim, bunun içinde 'arazi kullanma' sektörünün önemli bir yer tutacağı ortadadır; hatta arazi kullanma sektörü ile ilgili projeksiyonlar üretilmeden genel azaltım oranımız da bilinemez.
Bu konuda büyük bir belirsizlik söz konusudur; zira ülkemizin Kyoto Protokolü gibi bağlayıcı bir anlaşma kapsamında ne kadar azaltım yapabileceği konusunda bugüne dek hiçbir çalışma yapılmadı. Ülkemiz sözleşme (UNFCCC) kapsamında raporlama yapmakta ve arazi kullanma sektörünün tüm salımlar içindeki payı %12-14 arası değişim göstermekte. Öte yandan Kyoto Protokolü kapsamında sadece bazı aktiviteler hesaba katılmakta, dolayısıyla azaltım oranı düşmektedir. Konuyu daha detaylı ele alalım.
Ülkemiz Ek-1 ülkeler grubunda yer almakta ve bunun bir gereği olarak her yıl sera gazı envanter raporu hazırlayarak UNFCCC sekreteryasına iletmekte. Bu envanter raporları uzman gözden geçirme ekiplerince incelenmekte ve kayda geçmektedir. Sera gazı envanteri içinde beş sektör yer almakta. Bu sektörlerin tümü atmosfere sera gazı salımının yapıldığı sektörlerdir. Bunlar içinde enerji sektörü en büyük paya sahiptir ve ulusal sera gazı salımımızın yarıdan fazlasını oluşturmaktadır.
Arazi kullanma sektörü ise bu sektörlerden 2 yönden ayrılmakta. Birincisi salım yanında tutum yani azaltımın hesaplandığı tek sektördür. Ormanlar ve benzer bitki örtüsü, fotosentezle atmosferden karbondioksit çekmeke ve bu sayede salımların bir kısmını dengelemektedir. İkincisiyse bu sektörde yapılan azaltım sadece karbon tutumu değil, ekosistem hizmeti adını verdiğimiz diğer birçok faydayı da beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla ağaçlandırma veya mera ıslahı ile elde edilen 1 tonluk azaltım toprağı korumak, su üretmek, hava kirliliğini önlemek gibi birçok yarar da sağlamakta ve bu sektördeki azaltım uygulamalarını örneğin enerji sektöründeki 1 tonluk azaltımdan daha önemli hale getirmektedir.
Arazi kullanma sektörünün toplam salımları dengelemesi (offset) bugüne dek bazı kurallara bağlı gerçekleşmiştir. 2020 sonrası anlaşmanın kural ve kaidelerinin birçok açıdan en son anlaşma olan Kyoto Protokolü (KP) ikinci dönemine (2013-2020) benzemesi olasıdır; çünkü KP kuralları yıllar süren çaba ve çalışmaların ürünüdür. Böyle bir benzerlik ve paralellik durumunda ve son gelişmeler ışığında ülkemiz açısından ve küresel anlamda olasılıklar şu şekilde sıralanabilir:
En güçlü olasılık, arazi kullanma sektörünün Tarım sektörü ile birleştirilerek AFOLU adı altında hesaplamalarda yer almaya devam etmesi ve yeni aktivitelerle genişletilmesi. Bunun iki nedeni var. Birincisi, birçok Ek-1 ülkesi Arazi kullanma sektöründen kredi kazanarak bunu salımlarını dengelemek amaçlı kullanmakta. İkincisi ise AFOLU sektörünün yüksek salım oranı. AFOLU sektörü, kürsel anlamda enerjiden sonra %20-25 arası bir oranla en yüksek salıma sahip sektördür.
KP dışı mekanizmalar olan REDD+ (Gelişmekte olan Ülkelerde Ormansızlaşmanın Önlenmesi Projeleri) ve NAMA’lar (Gelişmekte olan Ülkelerdeki Azaltım Projeleri) yeni iklim anlaşmasına entegre edilebilir. Halen devam eden CDM (KP ülkerinin kredi sağladığı, gelişmekte olan ülkelerdeki azaltım projeleri), JI (KP ülkerinin kendi aralarında gerçekleştirilen azaltım projeleri) ve Karbon Piyasaları araçlarının da devam etmesine neredeyse kesin gözüyle bakılmakta.
Ülkemiz ser gazı salımı yüksek bir artış hızına sahiptir. Son envanter rakamları, salımların 1990 yılına göre %110 civarı artış gösterdiğini ortaya koyuyor (Şekil 1). Bu artışın nedeni elektrik üretimidir ve fosil yakıtlara oranla hidroelektriğin payı düştükçe salım miktarı da artış göstermektedir. Buna karşın sevindirici bir gelişme rüzgar, atık, jeotermal vb yenilenebilir kaynaklarda 2008 den beri ortaya çıkan hareketlenme olmuştur. Bu kaynaklardaki hızlı bir yükseliş olmakla beraber, 2013 rakamlarına göre hala toplamda %5’in altındadır. Dolayısıyla hidroelektrik hala başlıca yenilenebilir enerji kaynağı olup, diğer kaynakların 5-6 katı elektrik üretim seviyesine sahiptir. Fakat ülkemizdeki HES potansiyelinin büyük bir bölümünü kullandığımız, geriye fayda/maliyet oranı düşük buna karşın çevresel negatif etkileri yüksek yerlerin kaldığının altını çizelim.
Şekil 1. Sera gazı salımımız yüksek bir artış hızına sahip. Bunun en temel gerekçesi elektrik üretimi olarak görünüyor. Alttaki yeşil alan ormancılık ve arazi kullanımından kaynaklanan azaltım oranımız. Sera gazı salımımız ekonomik büyüme ile de yakından ilişkili. GSMH’nın düştüğü yılların salımlar üzerindeki etkisi açıkça görülüyor.
Görünen o ki elektrik üretimi, geniş anlamda enerji sektörü ile ilgili ciddi adımlar atılmadığı sürece sera gazı salımlarımız yatay seyire geçmeyecektir. Bu durumda 1990 yılını baz alan bir azaltım taahhüdü vermemiz 2030 için bile pek olası görünmüyor.
Ormancılık sektörü ülkemize yıllık 60 milyon tona yakın azaltım kapasitesi sağlamakta. Orman alanımız (21.8 milyon Ha) ülkemiz coğrafyası ve iklim koşulları düşünüldüğünde oldukça yeterli; fakat ormanlarımızın neredeyse yarısı çeşitli sebeplerden dolayı bozuk yapıda, yani %10 kapalılıktan düşük. Bu alanlardaki orman yapısını sıklaştırmamız, odun üretimini biraz kısıp orman yan ürünlerine yönelmemiz durumunda ormanlarımızın tutacağı karbon miktarı da artacak ve diğer sektörlerden gerçekleşen salımları daha fazla dengeleyecektir.
Son olarak kentleşmenin de kontrol altına alınması gerekmekte. Kentleşme şablonu içinde yeşil alan oranı arttıkça hem sera gazı azaltımı hem de iklim değişikliğinin başlıca etkilerinden ısı adası gibi oluşumları daha fazla önlemek mümkün olacaktır.
Görünen o ki ülkemizde arazi kullanım planları ve kararlarında bugüne dek dikkate alınmayan bir faktör olan karbon salımını önümüzdeki yıllarda dikkate almak zorunda kalacağız. Şimdiden dünyanın birçok metropolünde belediyeler kendi sera gazı envanterlerini hazırlamaya ve arazi kullanım kararlarını buna göre yapmaya başladı bile.
Prof.Dr. Yusuf Serengil / İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi