Yaşanası Kentler



Günlük yaşamın koşturmacasından, gürültüsünden, sahteliğinden sıyırın kendinizi bir süreliğine. Kapayın gözlerinizi ve hayal edin. Öyle bir kent düşleyin ki; şehrin merkezinde araba olmasın. Onun yerine yürüyen, selamlaşan insanlar olsun. Bisikletle dolaşsın gençler, yaşlılar. Başınızı kaldırıp baktığınızda metal yığını araçlardan, beton yığını binalardan başka şeyler görsün gözleriniz. Ağaç görsün, çiçek görsün. Oksijen solusun ciğerleriniz. Geleneksel değerler korunsun, üst seviyede yer bulsun. Yerel ürünler üretilsin, pazar bulsun. Hızlı yemek zincirleri bulunmasın, sindire sindire yensin yemekler; hayat da öyle sindirilerek yaşansın. Birkere giyilip atılmasın giysiler. Eskimesin öyle kolayca herşey. Parlak reklam ışıklarının arabeskliği bozmasın kent estetiğini. Tek gürültü kuş sesi olsun, hadi bir de insan sesi. Karbondioksit salmasın evler gökyüzüne. Çevreci olsun, yeşil olsun. Yani yalıtılmış olsun. Az enerji tüketsin ki, az zehirlesin mavi göğü. Gıdalarımızın genetiği değişmemiş olsun. Domatesin tadı domates, mısırın tadı mısır gibi olsun. Çocuklar dalında görsün-öğrensin meyveyi, sebzeyi. Kimyasal maddeler girmesin bünyemizden içeri. Olduğu gibi olsun elma, varsın kurtlu olsun ama zehirli olmasın. Yağmur; sel ve ölümle özdeşleşmesin. İnsana, doğaya ve tüm canlılara saygı yaşamın temel unsuru olsun. Öyle laf olsun diye değil, hakiki dostluklar yaşansın. Avrupalılar bunu hayal etmişler ve gerçekleştirmişler bile. Nasıl mı?

Avrupa’da bazı kentlerde şimdilerde yeni bir kentsel politika yayılıyor. Öncelerde “hızlı yemeğe” tepki olsun diye başlatılan “yavaş yemek” hareketinden sonra, şimdi de “yavaş şehir” hareketi. İlk olarak İtalya’da, Toskana’nın Chianti şehrinde başlayan hareket; adının aksine hızla yayıldı ve Bra, Positano ve Orvieto ile devam etti. Ardından İngiltere, İspanya, Portekiz, Avusturya, Polonya, Norveç ve Almanya’da da birçok yavaş şehir var artık. Yavaş şehir olmanın bazı koşulları var elbette. “Yavaş Şehir” bildirisi, gürültü kirliliğini ve trafiği kesmek, yeşil alanları ve yaya bölgelerini artırmak, yerel üretim yapan çiftçilerle bu ürünleri satan dükkan ve lokantaları desteklemek ve yerel estetik ögeleri korumak gibi 50’den fazla taahhüt içeriyor. “Yavaş şehir” olarak adlandırılmak ve yavaş şehir logosu olan “salyangoz”u kullanabilmek için şehrin kontrol edilmesi, belirli aralıklarla da görevliler tarafından denetlenmesi gerekiyor.

Bu hareketin en önemli etkenlerinden biri de, kentsel yaşamdaki yoğun tempoyla mücadeleye “hız” kazandırıyor olması. Kasım 1999’da Orvieto’da hazırlanan sözleşmeye göre “Yavaş Şehirler”in şu şartları sağlaması gerekiyor:

1-Etrafını çevreleyen bölgenin ve kentsel düzenin niteliklerini korumak ve geliştirmek için, yeniden kullanma tekniklerini araştırarak çevresel politikalar uygulaması,

2-Toprağın işgali değil, kullanımının geliştirilmesi için işlevsel bir altyapı politikası yürütmesi,

3-Çevrenin ve kent düzeninin kalitesini geliştirmek için teknoloji kullanımını teşvik etmesi,

4-Doğal, çevreyle uyumlu tekniklerin kullanımıyla üretilen yiyecek maddelerinin tüketimini desteklemesi, genetik yapısıyla oynanmış ürünleri hariç tutarak, zor durumlar için gereken tipik ürünlerin üretilmesi,

5-Bir bölgenin gelenek ve kültürünün korunarak simgeselleşmesine katkıda bulunup yerli üretimi teşvik etmesi ve tüketici ile üreticinin doğrudan temas kurabileceği mekanlar oluşturması,

6-Konukseverlik kalitesini ve yerel toplum ile onun belirli özellikleri arasında gerçek bir bağ kurmayı desteklemesi, bir şehrin kaynaklarının eksiksiz ve yaygın olarak kullanımını önleyen fiziksel ve kültürel engelleri kaldırması,

7-Gençlerin ve okulların sistematik bir biçimde lezzet eğitimi ile tanışmasına özel bir dikkat göstererek yalnızca işletmecilerin değil, bütün vatandaşların “yavaş şehir”de yaşadıklarına dair farkındalıklarını sağlaması.

Sağlıklı gıda, temiz hava, mutlu bir yaşam... Tüm bunlara kim hayır diyebilir ki? O halde hep beraber yavaşlamaya hazır mısınız?

Sibel Ağı Günerhan / Çevre Uzmanı