Okyanusun dalgaları gibi. Ya da bir kadının vücudu gibi. Mimarlık öyle çekici ve cazip bir şey.
Elli yıl önce Brezilya Cumhurbaşkanı Kubitschek, modern mimariye adını yazdırmış dostu ve vatandaşı, Brezilyalı mimar Oscar Niemeyer’e geliyor, "Bize yeni bir başkent yap." 600 bin kişinin yaşayacağı, modern bir başkent. Meclisi, bakanlıkları, konutları, yönetim binalarıyla yeni bir başkent. Sanki, başkent içinde bir başkent. Bir örneğini geçen yıl Malezya’da gördüğüm, uydu başkent.
Brezilya’daki biraz farklı. Brezilya cumhurbaşkanı, yeni uydu başkentte, kamyon şoförü ile bakanın aynı binada oturmasını istiyor. Yoksulluğun önce imaj olarak geride kaldığını anlatan, ama yoksulluğu aşmak için halka aşı yapan bir başkent.
Cumhurbaşkanı uydu başkentin dört yılda bitirilmesini istiyor. İnsanlar buna çok hevesleniyor. Sokağın başındaki bakkal da, top koşturan futbolcu da, çimento karmak, taş taşımak için canını dişine takıyor. Yeni konut, yeni yer, yeni hayat.
Ancak, rüya yarıda kalıyor. Çünkü, askeri darbe yapılıyor. Generaller sadece uydu başkenti değil, aynı zamanda hayata dair, tek tek insanların rüyalarına dair, ne varsa, hepsini ellerinden alıyor. Katıksız bir komünist olan Oscar Niemeyer, zorunlu sürgüne gidenler kafilesine katılıyor. İster istemez Avrupa’ya kaçıyor. Çünkü, ABD bu komünist mimara vize vermiyor.
99 yaşında hayalleri var
Modern mimarinin en önemli isimlerinden Niemeyer’e Avrupa solu kucak açıyor. Örneğin, Paris’te Fransız Komünist Partisi merkezini, Milano’da bir sol yayınevinin binasını ya da o zamanki Doğu Almanya’da kaplıcaları Niemeyer tasarlıyor. Her eseri, mimari açıdan ödüle değer görülüyor, ancak siyasal görüşü her seferinde ona layık görülen ödülü engelliyor. Oscar oralı bile olmuyor, her fırsatta düşüncesini dile getirmekten çekinmiyor.
Bir yandan ekmeğini mimarlıktan çıkartırken, bir yandan felsefeyle haşır neşir oluyor. Kant’tan Russell’a, Hegel’den Sartre’a kadar felsefe kanına işliyor. Para ve zenginlik, ilgi alanı dışında. Para, yaşayacağı kadar olsa yetiyor.
Darbeler dönemi sona erince, Niemeyer ülkesine dönüyor. Bugün Rio de Janeiro’da Copacabana Plajı’na bakan bürosunda, her salı eski alışkanlığını sürdürüyor. Her salı, felsefe tartışma günü.
Niemeyer bugün 99 yaşında. Bürosunda hálá mimariyle meşgul. Komünizme hiçbir zaman sırtını çevirmiyor. Adil ve eşit bir dünya, eğitime, sağlığa, konuta ve benzeri her türlü insani ihtiyaca, insanların eşit mesafede uzaklığı, 99 yaşındaki mimarın hayalini hálá süslüyor.
Aşk olmadan hayat olmaz
Tek bir hayat var. Sonuna kadar, en iyi biçimde değerlendirilmesi gerektiğine inandığı tek bir hayat. Her dakikasının hırsla yaşanması gerektiğine inanıyor. Her dakika, sürprizlere gebe. O sürprizler ki, hayatı can sıkıcı olmaktan kurtarıyor.
Ve aşk. 99 yaşında, aşk olmadan hayat olmaz, onun vazgeçilmez teorisi. Anılarını yazdığı How Did I Run The Life isimli kitabı okurken, satırların arasında şaşırarak kayboluyorum. Hayata asılma hırsı karşısında hayranlıkla titriyorum.
99 yaşındaki bir insan, yaramaz bir çocuk zindeliğinde, onca deneye rağmen, hayatı anlamaya çalışıyor. 99 yaşında hayata var gücüyle asılıyor.
Çünkü, yaşanacak tek bir hayat var. O zaman, sonuna kadar yaşamak. O tempoyu hiç düşürmeden.