Beklenen büyük İstanbul depreminin giderek yaklaştığını hatırlamamız için
mutlaka ülkemizde veya dünyanın herhangi bir yerinde önemli bir felaketin olması
gerekiyor. Japonya’daki son felaket de gene konuyu gündeme
getirdi. Hatırlanacağı gibi 17 ve 18 Ağustos tarihli gazetelerin çoğunda Marmara
depreminin on birinci yıldönümü olduğunu hatırlatan yazılar, felaketin ürperten
fotoğrafları, bazı bilim adamlarının görüşleri, yorumları yer almış, bununla
bağlantılı olarak, yaklaşan büyük İstanbul depremine ilişkin tespit, varsayım ve
tahminlere yer verilmişti.
Deprem konusundaki bilgisi, deneyimi tartışma götürmeyen Sayın Prof.
Dr. Ahmet Mete Işıkara, -hemen hemen tüm bilim adamlarının bilimsel
verilere dayanarak olacağına kesin gözüyle baktıkları- İstanbul depreminin büyük
olasılıkla 2010 - 2014 yılları arasında, yani önümüzdeki dört yıl içinde
gerçekleşeceğini vurguluyor. Kandilli Rasathanesi Müdürü Sn. Prof. Dr.
Mustafa Erdik ise depremin en az 7 büyüklüğünde olacağını, 200 bin
binanın hasar göreceğini, bunlardan 20 bininin tamamen yıkılacağını ve 30 bin
kişinin hayatını kaybedeceğini ifade ediyor.
Görüldüğü gibi tahminler hiç de iç açıcı değil. Hatta ürkütücü. Buna karşılık
bütün yetkililer, ilgililer, sivil toplum örgütleri medyamız, tüm toplumumuz
derin bir gaflet ve rehavet içinde, kaderine razı, olacak felaketi bekliyor.
Önlemler yeterli mi?
Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Kadir Topbaş
İstanbul’da alınan önlemlerle ilgili olarak bugüne kadar bir milyar liranın
üstünde harcama yaptıklarını, şehrimizin on beş farklı haritasını
çıkardıklarını, altı ilçede 146 bin binanın tarandığını, bu binalardan 40
bininin yıkılma riski taşıdığını ifade ediyor.
Yapılan bu haritalar, bu tespitler mutlaka gerekli. Fakat sizce bütün bunlar
önümüzdeki 3-4 yıl içinde yıkılması muhtemel bu binaların altında kalıp ölecek
olan 30 bin kişinin hayatlarını kurtarmak için yeterli mi? Yeterli olmadığını
Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de kabul ediyor. “Geçen
yıllar içerisinde depreme hazırlık kapsamında yürütülen ciddi çalışmalara rağmen
kat edilen yolun yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Eksiklerimizi hızla tamamlamak
durumundayız” diyor.
Bakınız, aradan on bir yıl geçmiş, biz sadece haritalar yapmış, hangi
binalarda kaç kişi öleceğini hesaplamışız. Kalan üç-dört yıl içinde bu binaların
yıkılıp altında kalacak onbinlerce kişiyi öldürmelerini önleyecek tahliye
ve/veya takviye işlerini, kentsel dönüşüm projelerini nasıl yetiştireceğiz? Bu
noktada benim herkesle paylaşmak istediğim, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının,
sivil toplum örgütlerinin, tüm yetkililerin dikkatlerine sunmak istediğim bir
çözüm önerim var.
Depremle ilgili bu bilgilerin yayımlandığı günlerde medyada şöyle bir haber
yer aldı: “Halen İstanbul’da dört yüz bin adet satışa hazır boş konut var!..”
Bir yanda 3-4 yıl içinde olacak depremle yıkılmayı bekleyen 20 bin bina ve
altında kalarak ölecek 30 bin kişi var, diğer tarafta dört yüz bin boş konut
var. Bu sizce bir çelişki değil mi? Ve size hiçbir şey çağrıştırmıyor mu? En
basit bir mantıkla yıkılacağını tahmin ettiğiniz 20 bin binada oturan ve şu anda
kaderlerince ölüme mahkûm edilmiş olan 30 bin kişiyi alınız, boş bekleyen dört
yüz bin konutun takriben sadece yüzde 5’ine tekabül eden 20 bin konuta
yerleştiriniz. Bu iş bu kadar basit mi? Tabii ki basit olmayacak. 30 bin kişinin
hayatını kurtarıyorsunuz bir de kolay mı olsun istiyorsunuz. Sonra söyler
misiniz bana zor olan nedir? Lütfen bana bürokrasiden, tüzüklerin,
yönetmeliklerin engel olduğundan söz etmeyin. Gerekirse İstanbul depremi için
olağanüstü yetkiler sağlayan yeni bir kanun da çıkarılabilir, ama bence kamu
yararı söz konusu olduğu bu iş için mevcut istimlak kanunu bile yeterlidir.
Depremde yıkılacak olan binalarda oturanların rızasının alınmasını da ben bir
engel olarak görmek istemiyorum. Mülkiyet hakkı kutsaldır. Saygı duyuyorum.
Ancak, depremde yıkılacak 20 bin bina, ölecek 30 bin kişi sadece o binalarda
oturan kişilerin değil, tüm toplumun sorunudur.
Evler tahliye edilmeli
Refah düzeylerinden fedakârlık yapıp oturdukları binaları takviye ettiren
veya depreme dayanıklı binalar edinen insanlar da felaketin olumsuz
sonuçlarından etkilenecekler. İstanbul, hatta ülke ekonomisi sarsılacak, yıllar
boyu tüm toplum cefa çekecek, zarar görecektir. Bu nedenle yıkılacağı tespit
edilen binalarda oturanlara hakları olan büyüklükte, mümkünse tercih ettikleri
semtlerde, daha kaliteli, depreme dayanıklı konutlar önerilecek, almak
istemeyen, direnen, hakkına razı olmayarak daha fazlasını isteyen kişilerin
kaprislerini, aşırı taleplerini dikkate almadan kamu yararı ön planda tutularak
istimlak ve tahliye işlemlerini tamamlamak gerekecektir.
Uzlaşma olmalı
Tahliye edilecek aileler hangi binalara yerleştirilecektir? Burada görev,
öncelikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı olmak üzere
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, TOKİ gibi
ilgili kamu kuruluşlarına, Müteahhitler Birliği, Tüm
İnşaat Müteahhitleri Federasyonu, TMMOB,
TÜSİAD, TOBB gibi inşaat müteahhitlerimizin büyük
çoğunluğunu bünyesinde bulunduran sivil toplum kuruluşlarına düşüyor. Bu bir
uzlaşma konusudur.
Kimsenin elindeki satılık boş dairelere karşılıksız el konulması, gasp
edilmesi söz konusu değildir. Yıkılacağı tespit edilen binalardan tahliye
edilecek ailelerin iskân edilecekleri boş daireler karşılığında, yıkılan
binaların bulunduğu bölgelerde yeni imar planları, “kentsel dönüşüm projeleri”
ile üretilecek iki, gerekirse üç daire yapılabilecek arsa tahsis edilebilir.
Halen İstanbul sınırları içindeki Toplu Konut İdaresi’ne ait konutların
sayısını bilemiyorum. Sorun belki de büyük ölçüde bu konutlarla çözümlenebilir.
Sadece eksik kalan bina sayısı için müteahhitlere çağrı yapılabilir. Göz ardı
etmemek gerekir ki yıkılacak 20 bin bina yerine daha fazla sayıda depreme
dayanıklı, kaliteli binanın yapılması inşaat sektörüne küçümsenemeyecek ölçüde
canlılık getirecektir. Bu da çözüme destek verecek müteahhitler için önemli bir
avantajdır.
Sorumlu oluruz
Buradan İstanbul’da satılık boş konutu olan değerli müteahhitlerimize,
sektörle ilgili sivil toplum kuruluşlarına, saygıdeğer medyamıza bir çağrıda
bulunmak istiyorum.
Geliniz en azından bu konuyu tartışıp sonuç alınıp alınamayacağını
irdeleyecek, değerlendirecek bir platform oluşturun. Mutlaka bir uzlaşma, bir
çözüm yolu bulunabilecek ve çabuk davranılırsa belki onbinlerce kişinin yaklaşan
deprem felaketinden sağ salim kurtulması sağlanmış olacaktır. Aksi halde bu
toplumun fertleri, aydınları olarak hepimiz İstanbul depreminde yıkılan
binaların altında kalarak canlarını veren 30 bin kişinin ölümüne çare
bulamamaktan, daha ağır bir ifade ile buna sebep olmaktan, kendimizi ömür boyu
sorumlu hissedeceğiz.
Dr. Y. Müh. Erdemir KARAKAŞ / Enerji ve T.K. Bak. ( E)
Müsteşarı