Yahudi Müzesi, Libeskind'in meşhur olmanın yanı sıra, önemli de projelerinden.
Müze'nin en önemli boyutu, yalnızca içerideki eserlere bir mekan sağlamanın ötesinde bir yapı oluşudur.
"Yahudi Müzesi" bu anlamda, Yahudi Müzesi'nin içindeki nesnelerden de biridir aynı zamanda.
Ancak yapının kendisi, dışarı kapalı. Ancak beklenmedik yerlerde, dinamik açıklıklar veriyor. Hatta yapının kendisi bir şaşkınlık yaratıyor. Bu ilk izlenim. Ancak son izlenim bundan hiç farklı değil.
Berlin'de yapılan bir Yahudi Müzesi, elbette bir "kayboluş" öyküsü olacaktır.
Belirsizlik ve tedirginlik duygusu yaratmaktır Libeskind'in yaptığı. Boşluk, işlevsel değil, imgesel olarak yapının ruhuna sinmiştir.
İç mekanlar dizisi, yer düzleminin yittiği dekonstrüktif bir geometri ile tasarlanmıştır ve her boyutuyla, ziyaretçiye soykırımın trajik boyutunu anımsatır. Örneğin "soykırım kulesi", tepeden ufak bir noktadan ışık alan, kapalı ve büyük bir boşluktur. Dışarıdan ses gelir, ama dışarısı çok uzaktır. Oldukça soğuk ve kasvetli bu mekan, içinde hiç bir nesne olmamasına rağmen, soykırım gerçeği ile yüzleşmeyi sağlar.
Tüm plan, serginin gezilmesi için tematik bir bölümlenmeye göre düzenlenmiştir. Ancak, ziyaretçi için, sabit bir rota belirlenmemiştir. Dramatik etkiyi de sağlayan geometri sayesinde etkileşimin ön planda olduğu bir müze deneyimi öngörülmektedir. Hepsi çok başarılı olmasa da, kimi interaktif deneyler, müzenin tasarımı kadar tavrının da farklı olduğunu ifade eder. Müzede küçük bir koridor boyunca tarihi belgeler, objeler, fotograflar ve kültürel ögeler (yiyecekler, giysiler, kumaşlar...) gibi gündelik hayattan bir çok nesne sergilenir. Ancak, müzenin kendisi, zaten koleksiyonun en güçlü öğesi konumundadır.
Müze, planının açılmış bir davut yıldızı olmasından, temel akslarının, Berlin haritasında eski Yahudi semtlerini işaret etmesine kadar, bir çok gönderme ve imge ile doludur. Müzenin mimari başarısı, bu anlamda, işlevselliği ile bütünleşmiş bir yapıdır.
Dahası, aslında bir çok açıdan önemli olmayan, neredeyse hiç bir sanat eserinin bulunmadığı, arkeolojik nesnelere rastlamanın da zor olduğu, dahası, Yahudi yaşam kültürü ve tarihi gibi kendi başına pek de ilgi çekici olmayan bir konudaki koleksiyon, Libeskind'in tasarımı vesilesiyle, Almanya'nın en ünlü ve en çok ziyaret edilen müzelerinden biri haline gelmiş olmasıdır.