20. yüzyılın son yıllarında Avusturya - Macaristan İmparatorluğu yolun sonuna geldiğinde, tek kozmopolit kenti olan Viyana, hemen her alanda ortaya çıkan eşine az rastlanır bir kültürel değişim yaşamaktaydı.
Mimari ve tasarım alanında da yepyeni fikirler doğuyordu. Mimar Otto Wagner, yeni metro için duraklar inşa etmenin yanısıra, aralarında kanallar ve köprülerin de bulunduğu bir dizi kent projesini hayata geçiren isim oldu. Wagner, alüminyum ya da Postsparkasse Bankası'nda geniş bir şekilde kullandığı cam gibi yeni ve alışılmadık malzemelerden en iyi biçimde yararlanarak radikal bir yaklaşım geliştirdi.
Joseff Hoffmann ve Koloman Moser, kendi tasarladıkları ürünleri üretip satmak amacıyla Wienner Werkstatte'yi kurdular.
En üst düzeyde el işçiliğine olan inancı dolayısıyla William Morris'in atölyelerini anımsatan Werkstatte, az sayıda ev eşyası üretimiyle küçük bir azınlığın beğenisine hitap etmekteydi. Hoffmann ve Moser'in Morris'ten farkları, geleneksel biçimden ve dekoratif motiflerden uzaklaşmaya hazır olmalarıydı. Wiener Werkstatte'nin ürünleri, genel olarak basit geometrik, soyut biçimlere dayanıyordu.
Viyana, tasarımın geleceği hakkında hem mimar hem tasarımcı olan Adolf Loos'un önderliğini yaptığı sert tartışmalara sahne oluyordu. Kendini hem gelenekselcilerin hem de Werkstatte'nin baş belası olarak konumlandıran Loos, yerel gazetedeki köşesinde yazdığı en ünlü ve en çok yanlış anlaşılmış denemesinde, süslemeyi cinayete benzetmişti. Loos, modern olmanın, malzemeyi zarif bir sınırlama içinde kullanmak olduğuna inanıyordu.