Ve Karşınızda: Haluk Akakçe!



Haluk Akakçe, bir Radikal röportajı için poz verirken. (Fotoğraf: Muhsin AKGÜN)

Haluk Akakçe kimdir?

1970’te Ankara’da doğdu. Bilkent’i bitirdi, Chicago Sanat Enstitüsü ve Londra Kraliyet Akademisi’nde okudu. Amerikan Mimarlar Enstitüsü ve Delfina Studio ödülleri aldı. İstanbul, New York, Berlin, Atina, Roma’da kişisel sergiler açtı; Tate Britain, PS1, New Museum gibi merkezlerde sergilere, bienallere katıldı. Resim, mimarlık, video, ses gibi mecralardan yararlandığı yapıtlarında sanat tarihinden popüler dijital kültüre farklı göndermeler içeren görsel verileri harmanlayan Akakçe, geleceğin imge dünyasına yönelik vizyonuyla dikkat çekti.

“Onu geç keşfettik” diye yazıyor gazete. “Ünlü arkadaşları, ilginç giyim tarzı, renkli gece hayatıyla kültür-sanat sayfalarından magazine transfer oldu.” (Milliyet Cadde, 28.03.10) Magazin sayfalarını takip ediyorsanız, kimden bahsedildiğini anlamış olabilirsiniz: Eğlenmek için taktığı peruk nedeniyle birden ‘isim’ olan, ‘Baba Beni Okula Gönder’ müzayedesinde Türkan Şoray’ın resmini satın alınca da ‘ünlüler kervanı’na katılan Haluk Akakçe.

Artık ona sık sık rastlamamız mümkün gazete sayfalarında. Dünyanın belli başlı sanat merkezlerinde yapıtlarını sergilediği, uluslararası alanda adı telaffuz edilen iki-üç çağdaş Türk sanatçısından biri olduğu, ama hepsinden önemlisi özgün bir sanatsal dil geliştirebilmiş bir sanatçı olmasından değil... ‘Ün’e kavuştuğu için! Akakçe durumdan pek şikayetçi görünmüyor. Akakçe’nin Türkiye’deki temsilcisi Murat Pilevneli’nin galerisi Galerist’i yönetim şekli de ‘oyunun kuralı’nı nasıl algıladığını sergiliyor. Siz hiç Kate Moss’lu bir açılış tahayyül eder miydiniz Türkiye sanat ortamında? Bu gibi ‘gelişmeler’ yepyeni olgular ülkemizde. Gerçi yerel müzayede şirketlerinin günümüz sanatına yönelimi, yaşayan Türk sanatçılarının geçmişe oranla rekor fiyatlara alıcı bulması ya da Christie’s, Sotheby’s gibi uluslararası müzayede şirketlerinin çağdaş Türk sanatıyla ilgilenmeye başlaması da öyle. Türkiye’de sanatın ‘ekonomisi’ değişmekte; onunla birlikte sahne, dekor ve roller de.

Sanat dünyasının şan şöhrete yönelimi yeni bir olgu değil. Sanatçıların dünyasıyla ‘ünlüler’ dünyası arasındaki etkileşimi irdeleyen İngiliz sanat tarihçisi ve eleştirmen John Walker’a göre 20. yüzyılın ilk iki ‘yıldız sanatçısı’ Picasso ve Dali’ydi. Walker’ın listesindeki diğer sanatçılar Jackson Pollock, Francis Bacon, David Hockney, Yoko Ono, Andy Warhol, Joseph Beuys, Julian Schnabel, Jean-Michel Basquiat, Jeff Koons, Damien Hirst ve Tracey Emin. Bu sanatçılar arasında marjinal yaşam tarzı nedeniyle medyanın rahat bırakmadığı sanatçılar olduğu gibi, medyanın ilgisini kendi çıkarları doğrultusunda ustalıkla yönetmiş olanlar da var. Başta Dali: Akakçe bir peruk taktı olay oldu. Ya dikkat çekmek uğruna Dali gibi dalgıç tulumuyla gezseydi? Platin peruğuyla özdeşleşen Andy Warhol ise bu işlerin doğuştan erbabıydı. Atölyesi ‘Fabrika’, bir ikon ve şöhret üretim merkeziydi. Sanatla piyasanın birbirinden ayrılmayan bir bütün olduğunu baştan kabul eden Warhol gibi Jeff Koons da bir reklam imgesi olarak kendi portresini sanat dergilerine ilan vererek işe başladı. İtalyan porno yıldızı Ilona Staller ile evlenip, birlikte çekilmiş erotik pozlarını reklam panolarında sergiledi; medya manipülasyonunu bir sanat biçimine dönüştürerek, kitle kültür endüstrisinin nasıl yönetildiğine dair ipuçları verdi. 1990’lı yıllarda Charles Saatchi’nin her türlü desteğiyle çıkış yapan Genç İngiliz Sanatçıları grubunun Damien Hirst ve Tracey Emin gibi önde gelen figürleri de sansasyonel yapıtları/tavırları/açıklamalarıyla şöhrete kavuştu, ‘yıldızlaştı’.

‘Şöhret’ hayra alamet değil

Türkiye’de çağdaş sanat dünyasının en ünlü, en saygın isimlerinin ‘şöhret’ olması ise pek sıradışı bir durumdur; hatta pek hayra alamet de değildir. Sokaktaki adama bir ressam soracak olursanız muhtemelen Bedri Baykam diyecektir, ama bunun nedeni Baykam’ın sanatı mıdır? Türkiye’nin Adnan Çoker’le tanışmasına ise hatırlarsınız Hülya Avşar’la tartışması vesile olmuş; aralarındaki husumete yer veren en ‘büyük’ gazeteler bile Çoker’in ismini bir türlü doğru yazmayı öğrenememişlerdi. Burhan Doğançay’la ülkece tanışıklığımız ise daha yakın döneme rastlıyor; ‘Mavi Senfoni’ mi demeli, 2.2 milyon TL mi? Diyeceksiniz ki yalnız Türkiye’de mi böyle? Elbette ki değil. Kitle kültürünün dinamikleri popüler olanın egemenliğiyle şekillenen bir kültürel ortam yaratıyor; herkesi kıskacına alıyor. Bugünün genç sanatçıları, galericileri, küratörleri bu kıskacın fazlasıyla farkında. Halkla ilişkiler sanatının inceliklerini gayet iyi biliyorlar, uyguluyorlar.

Haluk Akakçe, popüler kültür klişeleri bağlamında bakarsak, bir zamanların o ‘uslu çocuk’ halinden bugünkü ‘yaramaz çocuğa’ nasıl dönüştü, neden dönüştü bilinmez, aslında kimseyi de ilgilendirmez. Genç yaşında dünya çapında hatırı sayılır bir sanatsal başarı yakaladıktan sonra kendi ülkende bir iki kıyafet değişikliği, bir perukla şöhret olmak ne acı, ne garip olsa gerek! Bakın bu bizi ilgilendirir. Kültürel değerlerimizin dönüşümünü, medyanın yeni değerler inşa etmekteki rolünü, başarı ölçütlerimizin temelini/temelsizliğini ve daha birçok konuyu düşündürdüğü için bizi ilgilendirir. Ama gelin görün ki, akıllı çocukmuş Haluk Akakçe. ‘Şöhret’ini kendi yönetmeye başlamış:

“Hermes çantaya 85 bin Euro veren kadınlar bir çanta parasını 200 kız çocuğunu barındıracak bir yurda veremiyor. İşte Türkiye burası.” (...) “Bu ülke bana iyi, cömert davrandı. Ben de geri verirken hiç düşünmedim bile. Zaten yapmam gerekirdi.” (Çağdaş Ertuna ile röportaj, Milliyet Cadde, 28.03.10) Bundan sonra Akakçe’nin peruğu, giyim tarzı, gece hayatı birilerinin ilgisini çekse de onu tanımlayan cümle olmaz. Akakçe’nin ‘15 dakika’sı  ne Whitney’de ne Tate Britian’da yapıtlarını sergilediği an, ne katıldığı bienallerin açılışı, ne dünyanın önde gelen sanat dergilerinde hakkında çıkan yazılar... Onun şöhret anı, okuyamayan kız çocukları yararına Türkan Şoray’ın resmine 200 bin TL verdiği an oldu. Haluk Akakçe hin midir cin midir, o anı bilinçli olarak mı tasarlamıştır, yoksa anlık bir heyecana mı kapılmıştır, kim bilir? Sonuç değişmez. Kız çocukları yurtlarına kavuşmuş, Akakçe iyi bir şöhret sahibi olmuş, onu kendi tahayyüllerine göre damgalamak isteyen magazin medyası da bakakalmıştır.