Asansör; belki de çocukluğumuzdan beri dağarcığımızda dolaştırdığımız ve büyüdükçe bile (çaktırmadan) izini kaybetmediğimiz, biraz çocuklaşınca yeniden içine siniverdiğimiz ışınlanma, bir kapıdan çıktığımızda dünyanın değişmesi, taa uzaklardaki bir şeye gözümüzü kapatıp açtığımızda ulaşma, ufak bir kumanda tuşuyla dünya! (mekân) değiştirme, kendi kontrolümüzdeki zaman yolculuğu hayallerinin birçoğunu kapsıyor. Ondan değil mi ki, çocukluğumuzdan beri asansörden çekinmediğimiz bir yaşam kesitimiz olmamıştır? Ondan değil mi ki büyüyüp yalnız başına o kapıdan içeri girme cesaretine eriştiğimiz -o hep hatırlanan- günden beri, kapı sessizce kayıp yerine oturduktan ve her şey hareket eder pozisyona ulaştıktan, yani o “tık” anından sonra, yalnızlık/heyecan/korku/merak arası bir duygunun (asansör duygusu) kucağına her seferinde düşeriz?
Asansör; “elektrikle işleyen, çelik halatla çekilen ve genellikle dik raylar arasında hareket eden, yapılarda insanları, yukarıya çıkarmada, aşağıya indirmede kullanılan araç” diye tarif edilir (1). Ona kendi dilimizde seslenmek istesek katgezer, yükseltici, inerçıkar, hatta belki ağıncak da deriz.
“İnsanca özelliklerden biri de, tekniktir. İnsan, içgüdülerinin eksikliğini nasıl zekasıyla gideriyorsa, organlarının eksikliğini de teknikle giderir. Ayrıca insan, birçok organlarının görevlerini de tekniğe yükler. Araba yapıp ayaklarıyla yürümekten kurtulur, asansör yapıp merdivenleri tırmanmaktan kurtulur.” (2)
İşte o zaman yolculuğudur aslında bize vaat edilen.. Daha kapısında beklerken başlar yolculuk. Ona “ben buradayım” deme zorunluluğu içinde, ufacık bir bellek turundan sonra basarız iki düğmeden birine, çoğunlukla düşünmemek için her ikisine de.. Gelir; kendisi için tasarlanmış bir sesle (nerede duysak tanıyabileceğimiz) “geldim” der ve usulca açar kapılarını. İçine girdiğimiz anda kendimizce kumanda edebileceğimizi bildiğimiz bir öğrenmişlikle, az bir incelemeden sonra gitmek istediğimiz katın düğmesine basarız. Hatta kapıların çabuk kapanması için “>I<” düğmesine basmadan hemen önce oluşmuş “asansör duygumuzu”, zaten o malum düğmeye basmasak da aynı hızda ve sürede kapanacak kapılara söz geçirebildiğimizi zannettiğimiz o basma anının hakimiyet/iktidar duygusuyla katmerleyip daha bir tadını çıkartırız. Bu yolculuğun bir parçası olduk ve hatta kumandadayız artık..
Bütün bunları her gün yapıyorsak, kendimizi “asansör müziğinin” (varsa) tınılarına kaptırır, içine girdiğimiz bu küçücük odanın ses, renk, hacim özelliklerini incelemeye başlarız..
Bilmediğimiz bir öteki tarafın, görmediğimiz bir karenin biranda karşımıza çıkması ve kendimizi bir adımda onun içinde buluvermemiz olur bu yolculuğun sonucu çokça. O yüzden çıktıktan sonra silkinip kendimize geliriz, etrafı araştırır, bu sürede yönlenmemizi yönetiriz. Yani bir anlamda asansör yolculuğu bilincimizin en açık olduğu zaman aralığıdır.
Öte yandan bilinçaltının en derin korkuları bu yalnızlık odasında gizlice bekler bizi.. Klostrofobinin en sevdiği mekanlardan biridir asansör. “Hızla ve kuvvetle düşme” korkusunun en gizlice ve derinden hissedildiği en küçük iç hacimdir.
Bir de toplumsal yönü vardır bu yapı sektörünün en kabiliyetli makinelerinden biri olan asansörlerin. Hayatınızda tanımadığınız insanlarla yanyana ve bazen kişisel mahremiyet mesafesinden daha da yakın olmak ve bu yolculuğu onlarla sürdürmek zorunda olmak, bazen de bu birlikteliğe asgari bir “asansör diyalogunun” eşlik etmesi gerekliliği. Bütün bunlar biçilmiş zamanı en iyi/uygun/yanlış anlaşılmayacak şekilde birarada değerlendirme içgüdü ve sorumluluğuyla birleştiğinde bu yolculuk keyifli olma ve kendini dışarı zor atma arasında gidip gelir. Yalnızlıkların gözle görülür bir enerjiyle çarpıştığı bu odalar, içlerinde bulunanlara aynı zamanda kısa süreli çaresizlikler de enjekte eder. Öte yandan “asansör psikolojisi” diye adlandırılan davranış biçimi, birlikte hareket etmenin rahatlatıcı etkisini de anıştırır çoğu zaman; kim ne yapıyorsa onu yapma, kim nerede duruyorsa onun tam karşısında durma, eşit mesafeyi koruma, farklı davranıp dikkat çekmeme. Bu anlamda asansör toplumsal davranış biliminin en küçük örneklemi oluverir. Ve neden sonra istenilen kata varılır. “Çling!”
Sinemada da çokça işlenen endişeli sahnelerdendir, asansörün göstergesinde yer alan rakamlar tek tek artarken, bir anda yukarıda sizi bekleyen bir varlıkla özdeşleşmiş biçimde, asansörün en son gösterge rakamının da üstündeki katlara çıkması. Durup kapılar açıldığında ise yoğun bir ışık bulutu gözlerinizi yakar ve ansızın beliren bir “bellboy” sizi, tanrımsı varlığa götürmek için hazır bekler. Asansördeki gıcırdama, sizinle beraber katlararası dolaşan küçük kızın hayaleti, plakalar arasından duyduğunuz kimliği belirsiz uğultu, ansızın elektriklerin kesilmesi ve kat arasında kalmanız, asansörün can kazanıp sizi kontrolü altına alması defalarca işlenen ve bilinçaltımızda yer etmiş diğer imgelerdendir.
Filmlerde asansörler normal şartlarda her zaman kattadır. Ama filmin kahramanı kaçıyor ve kovalanıyorsa asansör bir türlü gelmek bilmeyerek, insanın çaresizliğini vurgular. Böylece hemen, alternatif olan merdivenler kullanılır ve amansız bir karşılaştırma hissettirilir; insan gücü ve asansör egemenliği. Ama özellikle ilginç bir şekilde kaçıp kovalama sahnesinde, kovalanan asansöre daha önce ulaşmışsa kovalayan asla elini asansörün kapanan kapılarının arasına koyup kapıları geri açtırmayı aklına getirmez. Bu da sinemada asansör öğesinin özelliklerini senaryo gereği çarpıtmanın bilinen örneklerindendir. Ayrıca asansör boşluğu ve halatları da kahramanların kullandığı enstrümanlardandır.
Kentsel boyutta baktığımızda ise, eğer asansörler, yani insanlara yardımcı olmak için yaratılmış bu oda-robotlar olmasaydı, onca gökleri delen bina boşuna yapılmış olacaktı. Bu anlamda yapılı çevreyi dikeyde insan ölçeğine indirgeyen en önemli buluşlardan biri diyebiliriz asansör için. Şeyleri insanın ulaşabileceği kadar yakına getiren ve bunu zamanla yarıştıran en önemli yapı buluşlarından biri.. Düşünün ki, önümüzdeki 20 yıl içerisinde kentsel nüfus neredeyse 2 milyar daha artarak 5 milyara varacak. 10 milyondan fazla nüfus barındıran megakentlerin sayısı da her 20 yılda bir ikiye katlanacak. Bu anlamda insanların binalarla baş etmesi için asansörlerin de gelişmesi gerekiyor!
1 PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali, Türkçe Sözlük, YAPI KREDİ YAYINLARI, İstanbul, Ekim
1995
2 HANÇERLİOĞLU, Orhan, Düşünce Tarihi, 1970