‘Uzungöl Doğal Sit Alanı, Uzungöl Özel Koruma Çevresi ve Uzungöl Tabiat Parkı’. Şu canım gölün ne çok sıfatı var değil mi? Zannedersiniz ki bu kadar korunan bir yere insanlar gözü gibi bakıyor. Tilkiler siyanürle zehirleniyor, turistler göldeki ördekleri taşlarla avlamaya çalışıyor, boz ayılar çiftelerle vuruluyor ve görkemli ladinler pansiyon yapmak için kurutuluyor. Şimdi ise çevresine beton döktük ve altına hidroelektrik santralı yapacağız. Ne o? Her şey vatan için!
Kazanma hırsı DNA’mıza kazındığından beri normalin bu olduğunu zannetmeye başladık. ‘Şampiyonu herkes hatırlar, ikinci ve üçüncüyü ise kimse hatırlamaz’ düşüncesi, ‘en iyi olmak için her yol geçerlidir’ mantığıyla birleşerek etik dışı, erdemsiz ve doğal olmayan bir yarışa dönüştü. Artık maçlar bile kapitalizmin sahasında yapılıyor. Kazanmak ve daha çok taraftar toplayıp, daha fazla kazanıp daha çok harcamak için planlar bir bir hayata geçiyor.
Uzungöl Hes ihalesini geçen ay sessiz sedasız Bordo Mavi Enerji Elektrik Üretim Tic. Ltd. kazandı. Trabzonspor’un sermaye şirketi olan firma için yerel forumlarda tartışmalar kopuyor. ‘Spor mu, ticaret mi?’ ekseninde devam eden tartışmalara ‘doğa katliamına çanak tutmak’ da ekleniyor. Suların boşu boşuna aktığını düşünenlerin Uzungöl’ü bir depo gibi kullanmak istemesini anlamak için mühendis olmaya gerek yok. Üstelik tam da ihale sonrası karayollarının bu yolu ve duvarı yapması düşündürücü. Yukarıda su tutarak, aşağıda kurulacak olan türbine kontrollü verilen su ile elektrik üretilmesi planlanıyor olabilir. Belki de sonraki günlerde Uzungöl’ün çevresinin tamamını betonla kaplayıp burayı doğal bir baraj gölü havasına da sokabilirler.
Bölgeye farklı zamanlarda yaptığımız seyahatlerde Uzungöl hakkında bilgi alıp neler yaptıklarını anlamaya çalışırken, fark ediyorum ki kısa süre sonra buralar da diğer yaylalar gibi mevcudun çok daha üzerinde pansiyon, otel ve sonunda villalarla dolacak. Hatta hepimize zihni sinir projesi gibi gelse de kış turizmi gelişsin diye gölü buz pateni pistine çevirmeyi bile düşünüyorlarmış... Çevresine dökülen beton onun duruşunu nasıl şekillendirir bilinmez ama kendini yok etmeye programlanmış anti-ekolojik eylemlere Uzungöl ne kadar dayanır onu çok iyi biliyoruz.
Yolumuz Uzungöl’e düşmüştü
Yukarı çıkışımız biraz zahmetli, yol yapımı ve yağmur dolayısıyla zaman zaman durmak zorunda kalıyoruz. Bölgede oluşan sel yüzünden koca koca iş makinelerinin ve şantiyelerin dere içindeki hurda görüntüleri bizi hayretler içinde bırakıyor. Deli gibi akan su önünde ne var yok alıp götürmüş. Doğaya set çekmeye çalışan yurdum insanı Bacon’ın ‘Tabiata hakim olmanın şartı ona boyun eğmektir’ sözünü bilmiyor. Sonunda tüm zorluklara rağmen ulaşıyoruz.
Bu nefis düş gölü, vahşi ladin ormanları arasında 1090 metre yükseklikte uyuyor. Yüksek dağların dimdik eğimine inat, metrelerce göğe yükselen yemyeşil ağaçlar Uzungöl’ü bir ayna gibi kullanıp güzelliğine güzellik katıyorlar. Klasik fotoğrafların hepsinde çift minaresi ve aksi göle yansımış cami buranın sembolü konumunda. Kıyıda köşede duran plastik deniz bisikletlerini ve aşırı pansiyon yapılaşmasını saymazsak, Uzungöl gerçekten görülmeye değer kareler bırakıyor.
Göle hakim bir çayırlık alanda kamp yapıyoruz. Sonrasında alışverişe gidiyorum. 100 gramı ya da iki-üç taneyi esnaf algılayamıyor. Çoğu ‘Bozuk yok sonra verirsin abi’ diyor. Aynı şey peynirci için de geçerli, adam koca tekerlerle kaşar satarken ben birkaç dilim peynir istiyorum. O da söylene söylene kesip veriyor. Tüketim ekonomisi Uzungöl’de de kendini her şekilde gösteriyor. Geceyarısına kadar, dolunayın altında uyuyan Uzungöl’ü seyrediyoruz. Kamp alanında kurbağaların senfonisiyle biz de uykuya dalıyoruz. Bazıları gece yanımıza kadar gelip şarkılarına devam ediyor.
Sabah kalktığımızda güneşin sıcaklığı içimizi ısıtırken Uzungöl geceden kalan buğusunu usul usul gökyüzüne bırakıyor. Nefis bir kahvaltı sonrası yürüyüşe çıkıyoruz. Gölün etrafında, hatta bazen içinde ve yukarı Şerah köyünde saatlerce dolaşıyoruz. Uzungöl’ün bittiğini orada yaşayanlar hep bir ağızdan bir ağıt, bir reklam metni gibi gizlemeden söylüyorlar: “Bunu biz yaptık”.
Daha yukarılarda ahşap evlerin yanlarında tandırlarda pişen taze ekmekleri koklayıp kedilerin serçelerle oynaşını ve kazlarla tavukların geçit törenlerini izliyoruz. İçi tıka basa mısır dolu tarların kenarından geçerken ağaçların arasına kamufle edilmiş, sahte ağaçtan uzun bir baz istasyonu olduğunu fark ediyorum. Geri dönüp bir bahçenin taş duvarlarında soluklanıyoruz. Önümüzde yemyeşil bir çayır ve o çayırın ortasında yan yana bir çift eflatun çiğdem çiçeği görüyorum. Yanlarında yatmak isteyeceğimiz kadar güzeller. O sırada açık olan cep telefonuma mesaj geliyor. “Tüm bankacılık işlemlerinizi evinizden veya ofisinizden internet şubemizi kullanarak gerçekleştirebilirsiniz”. Bir sahte ağaçtan baz istasyonuna, bir elimdeki telefona, bir de eflatun çiğdemlere bakıyorum.
Uzungöl’den otobüse binerken aklımda yıllar öncesinde buraların anlıkları var. Sadece görmek için gelinen ve arkasında hiç iz bırakmadan çekip gidilen kareler. Otobüsümüz Çaykara’da mola verdiğinde bedenimiz küçük bir kahveden kulağımıza gelen kemençe sesine doğru çekiliyor. Rumca’da ‘Doksar’ denilen kıldan yay, teller üzerinde gezinirken, ruhumuz dağların yeşil ve serin yaylalarına gidiyor.
Murat Selçuk / Gezgin, Yeşiller Partisi PM üyesi