Uygarlığın Çıkmaz Sokağından Görüntüler - II



Bir taraftan, zengin ülkelerin hükümetleri yoksul ülkelerin verimli topraklarını satın almak için, diğer taraftan, aç gözlü yerli egemen sınıfların hükümetleri, yatırımcılara, son tahlilde yerli halkın mülksüzleştirilmesini, toprakların, su kaynaklarının el değiştirmesini kolaylaştıran imtiyazlar vermek için birbirleriyle yarışıyorlar. Bu süreç, hem 19. yüzyılın sömürgecilik dalgasını andıran bir sermaye-devlet ilişkisi dinamiğine, hem de “yeni orta sınıfın” siyasi gücüne işaret ediyor.

‘Yeni orta sınıfın’ morfolojisi…

“Yeni orta sınıf”ı tartışan yorumların, gelir düzeyine, tüketim kapasitesine, eğilimlerine, duyarlılıklarına, giderek eğitim düzeyine vurgu yaptığını görüyoruz. Buna karşılık, bu kesimin üretim araçlarının mülkiyeti karşısındaki toplumsal işbölümü, sermayenin yönetim düzeni içindeki yerine hiç değinilmiyor.

Halbuki bu özellikler de eklendiğinde, bu “yeni orta sınıfın” birçok açıdan geleneksel sanayi proletaryasının özelliklerini taşıdığını görebiliyoruz. Her iki sınıf da üretim araçlarının mülkiyetinden yoksundur, işbölümünün mal ve hizmet üretimi kesiminde, sermayenin yönetim sistemi içinde yönetilenler kısmında yer alırlar.

Sanayi proletaryası, ekonominin en ileri teknoloji kullanan kesiminde başlayan bir sınıf şekillenmesinin ürünüydü; kültürü, örgütlenme kapa-sitesi, sosyal yaşamı, gelir düzeyi işçi sınıfının diğer kesimlerinden farklıydı. Bu “yeni orta sınıf” denen kesim de, ekonominin en ileri teknoloji kullanan kesimlerinde şekilleniyor, işçi sınıfının geri kalanına kıyasla, bilgisayar kullanmak, yabancı dil bilmek, lise hatta üniversite düzeyinde eğitimli olmak gibi özellikler taşıyor; kültür düzeyi bu yüzden daha yüksek. Örgütlenme kapasitesi, taleplerini dile getirirken, en son iletişim araçlarını kullanarak üyeleri arasında yöresel, ulusal, hatta küresel çapta eşgüdüm kurma becerisi çok yüksek.

Yeni çalışma düzeninin ürünü olduğundan disiplin, özgürlük, dayanışma, ahlak, estetik ölçütleri de geleneksel sanayi proletaryasından oldukça farklı. Ama sanayi proletaryası da ilk ortaya çıktığında işçi sınıfının geri kalanından farklıydı, özellikle 20. yüzyılın başında, Fordist dönemde… Bu “yeni orta sınıf” aslında proletaryanın, en yeni, en dinamik, en mücadeleci kesiminden başka bir şey değil. Adının ısrarla “orta sınıf” olarak konması ise “kültür endüstrisinin”, egemen (neo-liberal), “epistemik toplulukların” bu sınıf şekillenmesinin, bir sınıf bilinci üretme sürecini geciktirme çabasının ürünü.

NATO ile ne ilgisi var?

Önce bu “yeni orta sınıfın” enerji ve gıda gereksinimlerinin hızla artmakta olduğunu düşünün. Sonra da 19. yüzyıl İngiliz emperyalizminin en önemli isimlerinden Cecil Rhodes’ın şu sözlerini (1895): “Dün Doğu Londra’daydım… ‘Ekmek’, ‘ekmek’ diye bağıran öfkeli söylevleri dinledim. Eve dönerken yolda, emperyalizmin önemine iyice ikna oldum… İmparatorluk… bir ekmek peynir meselesidir. İç savaşı engellemek istiyorsanız emperyalist olmalısınız.” (Die Neue Zeit’den; Lenin; Emperyalizm…1916, 6. Bölüm)

Şimdi, ABD hegemonyasının, Batı ittifakının askeri örgütü olan NATO’ya dönebiliriz. Soğuk Savaş’tan sonra NATO, yeni yükselmeye başlayan güçler karşısında giderek biçim değiştirmeye, küresel bir özellik kazanmaya başladı. The Guardian’dan David Cronin’in aktardığına göre, NATO şimdi de iklim değişikliğinin gündeme getirdiği güvenlik sorunlarıyla ilgilenmek için, eski Shell Genel Müdürü Jeron van der Veer, eski NATO Genel Sekreteri Scheffer gibi isimlerden oluşan bir danışma kurulu oluşturmuş. Cronin, Scheffer’in, su kaynakları, tarım arazileri üzerinde rekabetin yoğunlaşacağını, “NATO’nun kaynaklarla ilgili anlaşmazlıklarda saldırgan ve müdahaleci bir duruş benimsemesini, örneğin Batı için kritik öneme sahip petrol ve gaz boru hatlarını korumasını” savunduğunu aktarıyor, Afganistan’ın tam ortasından geçmesi planlanan gaz ve petrol boru hatları projesini anımsatıyor.

Umarım bağlantıyı kurmuşsunuzdur. Batı da bu “yeni orta sınıfın” tüketim gereksinimlerini sağlayacak projelerin, yükselen güçlerdeki benzer sınıfların talepleri karşısında korunması, bundan sonra NATO’nun görevleri arasında olacak.

Öyleyse, insanlığın kaderi yine işçi sınıfının elinde. Ya bu “yeni orta sınıf” toplumsal üretimin, tüketimin verili biçimlerini korumak için, emperyalist, ırkçı, milliyetçi ideolojilerin yardımıyla birbirinin boğazına atlayacak. Ya da hem ulusal hem de küresel çapta yeni teknolojinin olanaklarını da kullanarak yeni bir dayanışma, mücadele alanı oluşturmaya, gezegenin kaynaklarıyla uyumlu yeni bir üretim, tüketim tarzı yaratmaya çalışacak…