Geçenlerde, İstanbul 2010 Kültür Başkenti
Ajansı’nın her on beş günde bir yapılan medyayı bilgilendirme
toplantısından çıktıktan sonra ağır ağır yürüyerek kendimi Taksim
Meydanı’na attım ve tam karşımda duran Atatürk Kültür
Merkezi’nin sessiz ve kimsesiz hali beni dehşetli üzdü. Bu binayı çok
sevmem, nedeni estetik bulmamamdır; ayrıca binayla ilgili kötü bir anım var, 12
Mart’ta bu koskoca binayı yakmaktan gözaltına alınmıştım.
Yani kişisel bir geçmişimiz vardır, şimdilerde ne kadar beğenmesem de artık
bir kültür mirasına dönüşen binanın bu sessiz ve kimsesiz haline üzülüyorum. Pek
çok İstanbullunun beklediği gibi ben de bir an önce onarılarak öncelikle balenin
ve operanın emrine verilmesini bekliyorum.
Bildiğiniz gibi onarım işi , Kültür Bakanlığı’nı
ilgilendiren bir iş. Bakanlık da bu işin koordine edilmesini 2010 Kültür
Başkenti Ajansı’na vermiş. Çalışmalar başlamış, proje hazırlanmış, bu arada
Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri Sendikası onarımın binanın
tarihsel dokusuna zarar vereceği gerekçesiyle ocak ayında İstanbul 9. İdare
Mahkemesi’nde bir dava açmış. Açılan bu dava süredursun, onarım için gerekli
çalışmaları sürdüren 2010 Ajansı da ihale açma aşamasına gelmiş ve ihale 22
Temmuz’da sonuçlanmış, ihaleyi alan şirket tam işe başlayacak; ocak ayında
9. İdare Mahkemesi’nde açılan dava sonuçlanmış ve yürütmeyi
durdurma kararı alınmış.
Yani işin Türkçesi, onarım işlemine başlanması için şimdi karşı davanın
açılması gerekiyor, bu da Türk bürokrasisi ve adalet sisteminde aylar demek.
Örnek, ocakta açılan dava temmuzda karara bağlanıyor, yeni dava için de nereden
baksanız beş-altı ay gerekecek.
Ortada çok can sıkıcı bir durum var. Sanırım bu işten ne Kültür Bakanlığı ne
Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri Sendikası ne de 2010 Yürütme Kurulu memnundur.
Sonuçta onarım için ayrılan önemli bir miktar para var ve onarım yapılamıyor.
Gelinen durum biz yurttaşları da ilgilendiriyor, daha doğrusu en çok bizi
ilgilendiriyor. Kamunun bu iş için ayrılmış parası resmen atıl durumda ve bizler
neredeyse bir buçuk yıla yakın bir zamandır opera ve bale için tek doğru dürüst
mekânımız olan AKM’den yoksunuz.
Ben kişisel olarak, bu ülkeyi hep çok zengin ama beceriksiz eski zaman
ailelerine benzetirim. Her şey vardır, han, hamam ama çok başlılık ve
iletişimsizlik ağır bastığından işler yürümez. Herkes çırpınıp durur ve zamanlar
geçer.
Şimdi İstanbul 2010 Kültür Başkenti Ajansı, Sanat Kültür ve Turizm Emekçileri
Sendikası ve Kültür Bakanlığı yetkililerine bir görev düşüyor. Bir araya gelmek
ve nerelerde bir iletişim hatası olduğunu bulmak ve bir an önce AKM’nin
onarımına başlamak.
Örneğin kültür sanat ve turizm emekçilerinin açtığı davada bilirkişiler
binanın ön cephesindeki değişikliklere itiraz etmişler, ayrıca binanın dış
cephesine eklenecek ayrı bir merdivenle çıkılacak lokantanın yapımına karşı
çıkmışlar; içeride, özellikle de fuayelerde yapılması planlanan değişiklikler
binanın gücünü azaltacak demişler, boya ve terzi atölyelerinin binadan
çıkarılmasına itiraz etmişler. Ancak 2010 Ajansı ise bu projenin verilen ilk
proje olduğunu ve daha sonra projenin çeşitli uzman uyarıları dikkate alınarak
yeniden düzeltildiğini söylüyorlar.
Bu düzeltilmiş projelerden mahkemenin haberi yok. Şimdilerde işleri
çabuklaştırmak için, 9. İdare Mahkemesi’nin kararına itirazın Kültür Bakanlığı
tarafından hemen yapılması ve değiştirilen proje üzerinden yeni ve alışılmışın
dışında çok hızlı bir değerlendirme yapılıp işe başlanması gerekiyor.
12 Mart döneminde küçücük bir kızken yaktığım iddiasıyla içeri alındığım bir
bina için yıllar sonra “Ne olur bir an önce onarın” diye feryat eden bir yazı
yazacağım hiç aklıma gelmezdi. Ama artık tarih olmuş bu binada güzelim arya
seslerini değil, farelerin ayak seslerini duymak canımı sıkıyor. Farelere dur
demek bu kadar zor mu?