UNESCO'nun Görüşü: "Üniversitelere ve STK'lara Kulak Verin"



İstanbullu mimarlar "Türk mimarlar ipek kumaş dikebilir mi dikemez mi" sorununu tartışırken, İstanbul büyük bir sınav veriyordu. Metchild Rössler, Junaid Sorosh-Wall, Astrid Debold-Kritter, Christoph Machat ve David Michelmore'un yer aldığı UNESCO heyeti, 9 - 11 Nisan tarihleri arasında Tarihi Yarımada'nın Dünya Mirası Listesi'ndeki yerini koruması için devletin ve yerel yönetimlerin üstlerine düşeni yapıp yapmadığını görmek üzere İstanbul'da incelemeler yaptılar.

Hatırlanacağı gibi UNESCO, 2004 yılında, özellikle Zeyrek'te bulunan ahşap yapılara yönelik kaygılar, tarihi surlarda gerçekleştirilen onarımlar, planlanan Marmaray Tüp Geçiti, sismik risk hazırlıkları, yönetişime ilişkin kaygılarını belirterek, İstanbul'un "Risk Altındaki Tarihi Miras Listesi"ne alınabilineceğini bildirmişti. Türkiye, bu heyeti söz konusu uyarıları dikkate aldığını, uyarılar doğrultusunda birtakım çalışmalar yaptığını göstermek üzere çağırdı. Bu nedenle, heyetin yapacağı gözlemler ve vereceği rapor İstanbul için çok önemliydi.

UNESCO heyeti söz konusu bölgeleri gezdi, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, ICOMOS-Türkiye Grubu üyeleri, valilik ve belediye yetkilileri, 4 No.lu Koruma Kurulu Başkanı, üniversitelerden uzmanlar da dahil çeşitli kesimlerle görüştü.

Bu görüşmelerin hepsi ayrı ayrı önemliydi. Resmi kuruluşlar bu görüşmelere İstanbul Metropolitan Planlama Bürosu ve onun ürünleri (başta Müze-Kent projesi), İstanbul'da sayıları arttırılan böylece iş yükü azalan Koruma Kurulları'nda yapılan değişiklikler, Zeyrek ve Fener-Balat'ta yenilenen birtakım konutlarla hazırlanmıştı. En zor durumda olanlar, hiç şüphesiz üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarıydı.

İstanbul, Dünya Mirası Listesi'nden çıkarılmamalıydı. Ne var ki, Tarihi Yarımada'da yapılan pek çok yanlışı, gerçekleştirilmesi planlanan bilim dışı projeleri UNESCO heyetine karşı savunmak da mümkün değildi. STK'lar için "Evet yanlışların farkındayız, ama bunların düzeltilmesi için büyük bir çaba harcıyoruz, ayrıca Avrupa Kültür Başkenti 2010 projesi de bütünüyle bir sivil toplum hareketi ürünüdür, yani merak etmeyin gücümüz var demek" belki en doğru yoldu. Nitekim, UNESCO heyeti STK temsilcileriyle yaptıkları toplantıda, ilk merhabadan sonra "Nedir bu İstanbul Müze-Kent projesi?" diyerek söze girdi.

Ve ertesi gün İMP'de yapılan sunumda Müze-Kent'i büyük ölçüde anladılar. Ayrılırken heyet başkanı Mechtild Rössler, projeyi anlatan Prof. Dr. Cengiz Eruzun ve İMP yetkililerine bir cümle ile Viyana Konvansiyonu'nu ayaküstü hatırlattı ve "biz turistik faaliyetler istemiyoruz, bizim çabamız bütün dünyaya ait olan bir şehrin gelecek kuşaklara ulaştırılması" diye devam etti nazikçe.

UNESCO heyetindekiler Zeyrek'te, ellerindeki 1985'lerde çekilmiş fotoğraflarda görülen evleri aradılar tek tek. Çok azını bulabildiler. "Kurtarılmış" olarak gösterilen evler, tam da olmaması gereken örneklerdi. İstenen, evlerin yıkılmadan özgün halleriyle korunmasıydı. Ancak uygulama, tersineydi. Yemekte Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'e, arayıp da bulamadıkları bu evleri sordular. "Var o evler" yanıtını aldılar. "Nerede?" sorusunun yanıtı ise "planlarda" oldu. Bu soru ve yanıt birkaç kez tekrarlandı. UNESCO'ya göre "yok" olan "yok"tu; bize göre ise planda "var"sa "var"dı, yenisini yapıverirdik.

Ama belki de en büyük talihsizlik, Sayın Demir'in Zeyrek'in nüfus yapısından duyduğu rahatsızlık ve geleceğe ilişkin dileğiydi. Demir, bölgenin sürekli göç aldığını, konutlar çok ucuz olduğu için en yoksul kesimlerin buraya yerleştiğini, onarım faaliyetlerinden sonra evlerin değerleneceğini ve bu yoksul kesimin bölgeyi terk edeceğini beklenen, arzulanan, bölgeyi kurtaracak iyi bir şey olarak anlattı. Hattâ Berlinli UNESCO başkanına espri bile yaptı: "artık bu yoksulları da Berlin'e göndeririz".

Oysa, Fener-Balat projesini yürütmekte olan ekip, UNESCO heyetine, bölgedeki değişim sonucu, konutların "ne yazık ki" değerlendiğini söylemişlerdi. Ve heyet Fener'den ayrılırken, "Fener-Balat projesi geleceğe ilişkin umut veriyor" demişti. Zeyrek ve Fener arasındaki "ne yazık ki" ve "inşallah" farkı aslında çok önemli bir dünya görüşü, korumacılık, dönüşüm anlayışı farkıydı ve İstanbul'un vermekte olduğu sınav bu farkın kavranıp kavranmadığına ilişkindi.

UNESCO heyeti, 11 Nisan günü düzenlenen bilgilendirme toplantısında basına, bu farklardan söz etmediler, temkinli konuştular. Ancak vurgulanan bazı noktalar, yazılacak raporun ipuçlarını da ele veriyordu. Tarihi Yarımada'daki yoğun nüfusun sorunların çözümünü güçleştirdiği dile getirilirken yapılması gereken dönüşümlerin insanların daha iyi koşullara kavuşmaları ve evrensel değerlere uygun ölçütlere sahip olması altı çizilen konulardan biriydi. Dünya Mirası listesinin giderek kabarmasının nitelik konusuna daha da önem kazandırdığını söyleyen heyet üyeleri, korumacılığın günümüzde "çevresel koruma", "kültür peyzajı" gibi kavramları içerdiğine dikkat çektiler.

Vurgulanan bir başka nokta ise, eğer İstanbul 1985'te değil de bugün Dünya Mirası Listesi'ne aday olsaydı yalnızca Tarihi Yarımada değil, Boğaziçi, Haliç gibi alanlarıyla bütünlüklü olarak değerlendirilecek olmasıydı. Bu konu 2004 toplantısında da Türk yetkililerine bildirilmiş, Tarihi Yarımada ile sınırlı alanın genişletilmesi üzerinde durulmuştu; ancak Türkiye'nin bunu dikkate almadığı anlaşılıyordu. UNESCO heyeti, İstanbul'un iki kıtayı birleştirmesi, Boğaz'a sahip olması gibi özellikleriyle dünya çapında "ünik" bir şehir olduğunu, Boğaziçi'nin Tarihi Yarımada'dan daha değersiz olmadığını düşünüyordu.

Heyet, "doğal", "kültürel" koruma kavramı ayrımlarının bugünün dünyasında geçerli olmadığını belirtiyor ve "kültürel peyzaj" kavramına birkaç kez dikkat çekerek raporunda dile getireceği hususlardan birini özellikle vurguluyordu. Dubai Kuleleri gibi gökdelen projelerinin şehrin her tarafından görülebildikleri için bir bölgeye ait olmadıklarını; bunların yalnızca silueti değil, şehrin strüktürünü de bozacağını düşünüyorlardı. Galataport, Haydarpaşa gibi projelerden internet yoluyla haberdardılar, İstanbul'u ziyaretleri sırasında bu konuda kendilerine bilgi verilmemişti. Saydamlık konusunda sıkıntıları vardı.

UNESCO heyeti üyelerinin teker teker, birkaç kez vurguladığı -olasılıkla İstanbul eğer Dünya Mirası Listesi'ndeki yerini koruyacaksa bunu sağlayacak- etken, üniversitelerdeki uzmanlar ve yeni gelişmekte olmasına karşın dinamizmiyle dikkat çeken Sivil Toplum Kuruluşları'nın varlığı idi. Heyet temel sorunlardan birinin iletişim olduğunun, resmi kurumların uzmanlar ve STK'larla işbirliği yapması gerektiğinin altını çizdi. Bu kesimleri "İstanbul'un değerini bilenler" olarak niteledi ve "alınacak kararlarda, yapılacak planlarda bu kesimlerle daha fazla işbirliği ve katılım sağlanmalı" dedi.

Heyetin hazırlayacağı rapor 8 - 16 Haziran 2006'da Litvanya'nın Vilnius şehrinde toplanacak olan 30. Dünya Mirası Komitesi toplantısında görüşülecek ve karara bağlanacak.

Derya Nüket Özer / Yapı Dergisi Yazı İşleri Müdür Yardımcısı