UNESCO Krizi Neye İşaret Ediyor?



Son günlerde üzerine bir otel inşaatı nedeniyle gündeme gelen Büyük Saray'ın tarihi, İstanbul'un I. Konstantin (324-337) tarafından Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapılmasına kadar uzanıyor. Dünyanın eşsiz arkeolojik sitlerinden biri olarak UNESCO listesinde yer alan ve binlerce yıl imparatorlukların yönetim merkezi olan bu bölge Sultanahmet Meydanı'ndan Marmara Denizi'ne uzanan 100.000 m2 büyüklüğündeki bir alanı kapsıyor. Cumhuriyet döneminde bir süre (1934'e kadar) yeni yapılaşmaya kapalı olan bu arkeolojik alanda farklı dönemlerde yapılmış saray kalıntıları bulunuyor. Ayasofya'nın hemen bitişiğinde ve Büyük Saray'ın önemli bir bölüm kalıntılarının üzerinde yapılan çok katlı otel inşaatı, UNESCO'nun da dikkat çektiği konulardan biri. Bina yapma izni nasıl olduysa, arkeolojik kazıya karşılık yatırımcıya bir ödül olarak verilmiş.

UNESCO krizi
2006 yılında alınan karar uyarınca UNESCO, bu eşsiz bölge için bir yönetim planının ve organının oluşturulmasını istiyor. Örneğin turizmle kültür mirasının korunması arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Kültürel mirasın korunması ile bölgedeki insanların ihtiyaçları nasıl bağdaştırılabilir? Bugün hâlâ bu soruların cevabı yok. Her yetkili kurum konuya kendi penceresinden bakıyor ve bu eşsiz bölge derme çatma imar planları ile yönetilmeye çalışılıyor. Bu olayın ortaya koyduğu asıl sorun bu. UNESCO'nun görev verdiği ve dünyanın en saygın akademisyenlerini biraraya getiren Dünya Kültür Mirası Komitesi kültür mirasına sahip çıkmanın bir gelişme sorunsalı içerdiğinin çok iyi farkında.

Bu nedenle listedeki diğer kültürel miras alanlarında olduğu gibi kurallı bir gelişme olmasını, başka deneyimlerle köprü kurulmasını ve yapılması gerekenlerin bilgi ışığında yönetilmesini istiyor. UNESCO, "İstanbul'un Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan bölgelerini değersizleştirirseniz, sizi listeden çıkarmak zorunda kalırım" diyor. Bu yaklaşım "halka çivi çaktırmayan ama gücü olana istediğini yapmasını sağlayan" bugünkü koruma modeli ile çelişiyor. Dolayısıyla UNESCO'nun konvansiyonları ve dünyanın her yerinde gelişmeye kılavuzluk eden rehberleri bazı yöneticilerin zannettiği (ve zaman zaman şikayet ettiği) gibi yasaklar getirmiyor. Tam tersine, Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan bölgede demokratik ve kurallı bir gelişme sağlanmasını, bunun için katılımcı ve açık yöntemlerin uygulanmasını, deneyimlerin diğer kültürel miras alanları ile paylaşılmasını amaçlıyor. Başka bir deyişle UNESCO kriterlerinin uygulanması, İstanbul'un sahip olduğu eşsiz değerlerin korunması, demokratik bir yönetim biçiminin paylaşılması ve kentin zenginleşmesi ile eşanlamlı. Türkiye zaten 1982 yılında imzalamış olduğu konvansiyonla bu normları kabul etmiş durumda. Kısacası bugün UNESCO ile yaşanan sorun, artık işe yaramadığı her açıdan belli olan eski modelin değiştirilmesini ve kentin yeni deneyimlere açılmasını gerektiriyor.

Derme çatma yöntemler
İstanbul Efes, Bergama gibi terk edilmiş bir arkeolojik yerleşim alanı değil. Roma gibi binlerce yıldır üzerinde yaşamın ve yerleşimin sürdüğü bir kent. UNESCO Konvansiyonu ve sürekli güncellenerek uygulamalara rehberlik eden kılavuzları kültürel mirasın korunması konusunun aynı zamanda bir kentsel gelişme sorunsalı içinde yer almasını amaçlıyor. Bunlardan en önemlisi de 1990'lı yıllardan sonra kültürel miras alanlarında yönetim planlarının hazırlanması ve alan yönetimlerinin oluşturulması. Yönetim planlarının aktörlerinin tümüne açık olması, süreklilik taşıyan bir deneyim köprüsünün kurulması, misyon odaklı yönetim organının oluşturulması gerekiyor.

Buna karşılık, imtiyazlı ilişkileri, kamusal gücün keyfi kullanımını engelleyen bu yapılanmaya, bugünkü sorunlardan beslenenler karşı çıkıyor. Bu kesimler, plan ve projelerin daha önce de olduğu gibi kendilerine ayrıcalık ve patronaj imkanları yaratmasını istiyor. Bu nedenle yönetim planının ne anlama geldiğini, nasıl hazırlanması gerektiğini, İstanbul için nasıl bir fırsat yarattığını ve nasıl bir örgütlenme ile uygulandığını halktan gizliyorlar. UNESCO'yu kurucusu olduğumuz bir örgüt olarak değil, birtakım kuralları kendileri gibi dayatmaya çalışan yabancı bir çıkar grubu gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu çabalar sonucunda asıl meselenin üstü örtülüyor ve yönetim planının hazırlanmamış olmasının faturası halka çıkıyor. UNESCO karşı çıkmasına rağmen kentsel dönüşüm projeleri ile yoksul insanlar evlerinden ediliyor. Kaynaklar eşe dosta dağıtılıyor ve çarçur ediliyor. UNESCO ile yaşanan sorunların asıl nedeni bu. Bugün İstanbullular zararları telafi edecek, hakları güvenceye alacak, kurallı uygulamaları teşvik edecek modern bir yönetişim modeliyle karşı karşıya değiller. Şu anda yönetim planı ve bir yönetim organı olmayan Tarihi Yarımada'da bir kumar oynanıyor. Mülk sahipleri, yatırımcılar ortada yönlendirici bir plan olmadığı için, imar faaliyetlerini yalnızca kendi çıkarlarını ilgilendiren bir konu olarak, kurullarla ve belediyelerle halletmeye çalışıyorlar. Eğer mülkleri içinde bir tarihi kalıntı varsa, bunu doğal olarak kendileri için bir tehdit olarak görüyorlar. Diğer tarafta kapalı ilişkiler içinde yürütülen kamu projeleri, İstanbul'un eşsiz kültür mirasının yok olmasının ve kentin fakirleşmesinin ana nedenini oluşturuyor.

İstanbul'un geleceği tüketiliyor
Tescilli binaların kentsel dönüşüm projeleri ile yıkılması, Süleymaniye, Sulukule gibi semtlerde gerçekleştirilmeye çalışılan Osmanlı konakları, Eminönü'ndeki hanların turistikleştirilmesinin amaçlanması sorunun boyutlarını ortaya koyan önemli göstergeler. Tarihi Yarımada'ya toplu konut şirketlerinin mantığı ve iş yapma yöntemleri ile müdahale ediliyor. Kimi yerlerde, örneğin Sulukule'de yeni yapılacak konutların altında bütünüyle otoparklar öngörülüyor. Oysa bu semtin Bizans ve Osmanlı dönemlerinde çok önemli bir yerleşim alanı olduğu biliniyor. Evlerin altında kalıntılar var. Yeterli araştırma yapılmadığı çok açık. Proje sorumlularına sorunca, "şimdi acelesi yok, inşaat sırasında bir bakarız" diyorlar. Kazılar sırasında kalıntılar çıkarsa ne olacak? Ya yatırımcıların hülyaları sona erecek ya da tersi olacak. Daha önce de yapıldığı gibi inşaat alanlarının etrafı perdelerle çevrelenip kalıntılar yok edilecek.

Ancak sorun yalnızca yanlış ve yetersiz projeler değil. Bu projelere inşaat izni veren bazı yetkililer, kurul başkanları hem karar veriyorlar hem de yatırımcı şirketleri temsil ediyorlar. Bazı kurul üyeleri inşaat izni verdikleri şirketlerin yönetim kurullarında yer alıyorlar. Karar veren, projeleri onaylayan organlarda bölgede yatırım yapanlar var. Küçük bir azınlık ideolojik bir dokunulmazlık altında İstanbul'un eşsiz varlıklarını, zenginliklerini, geleceğini tüketiyor.

Sonuç olarak UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer aldığı 1985 yılından beri, yaklaşık 20 yıldır, İstanbul'un bir yönetim yapılanması problemi ile yüzleşmek zorunda kaldığı varsayılabilir: Bir tarafta kentte yaşanan bütün sorunlara, çelişkilere rağmen ve her koşulda eski tepeden inmeci, kapalı modeli sürdürmek isteyenler; öbür tarafta çok aktörlü, gelişmeci, kurallı ve sürdürülebilir bir modeli geliştirmek için gönüllü olarak çaba gösterenler... Kentin artık yalnızca uluslararası yükümlülükler açısından değil, yaşanan sorunların çözümü için de demokratik deneyimlere açılması kaçınılmaz. Bu nedenle katılımcı ve kurallı bir gelişmenin herkesin yararına olduğunun siyasetçilere ve kamuoyuna iyi anlatılması gerekiyor.