Türkiye’nin bilim dünyasında en önemli yeri; tarihsel,
kültürel ve dinsel mirasının eşsiz zenginliğinin yarattığı, arkeoloji ve yan
dallarıdır. Bir başka deyimle Anadolu, “arkeoloji biliminin
laboratuvarı”dır. Son yıllarda yaklaşık olarak, 70 Türk, 40 yabancı,
200 kurtarma kazısı olmak üzere, toplam arkeolojik kazı sayısı 300’ü aşmaktadır.
Ayrıca, 70 Türk ve 30 kadar da yabancı arkeoloji heyetlerince çeşitli
yörelerdeki arkeolojik alanlarda yüzey araştırmaları yapılıyor. Müzelerde Türk,
yabancı bilim insanları ve öğrencilerce yapılan incelemeler ise 500’ü aşıyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine yoğun bir arkeolojik çalışmaya
rastlanmıyor.
Bu çalışmaların sonuçları, her yıl mayıs ayının son haftasında arkeoloji
bölümü olan bir üniversite kentinde düzenlenen uluslararası bir çalıştayda
tartışılır. Böylece geçmiş kazı yılındaki yeni buluntuların neler olduğu tüm
dünyaya tanıtılır. 30.’su bu yıl Ankara’da
DTCF’de çalışmalarına dün başlayan “Uluslararası
Kazılar, Araştırmalar ve Arkeometri Çalıştayı” cuma akşamı sona
erecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın azimle ve özveriyle sürdürdüğü, dünyada pek
benzeri olmayan bu geleneksel çalıştay, bu alandaki yabancı yayınlarda daima
övülegelmiştir. Ayrıca Bakanlık, toplantıda sunulan bildirileri de topluca
yayımlayıp kalıcılık ve önemli başvuru olanaklarını bilimin hizmetine sunar.
Ancak son yıllarda, bazı profesörlerin ya bildiri sunmaya gelmedikleri, gelseler
bile bildirilerini yayına vermediklerini üzülerek gözlüyoruz. Çalışma izninin
bir gereğini yerine getirmeyen bu gibi bilim insanlarının kazı ya da araştırma
izinleri gözden geçirilmelidir.
Basınımız, her nedense izlemediği çalıştayda açıklanan bazı önemli arkeolojik
buluntuları, daha sonra yabancı basında yayımlandığında “mal bulmuş mağribi
gibi” Türk okuruna özetle çevirerek duyuruyor. Oysa buluntular her yıl bu
toplantıda görselleri ile ayrıntılı olarak açıklanıyor.
Tarih Delik Deşik!
Arkeologlar, sanat tarihçileri, mimarlar ve çeşitli yan dalların uzmanları
Anadolu’nun tarihsel, kültürel, dinsel mirasını gün ışığına çıkarıp korumak ve
gelecek kuşaklara bırakmak için özenle çalışırlarken, bugünkü de dahil
hükümetler, bu alanların yok edilmesine çanak tutmayı sürdürüyorlar.
Hiç kimse Türkiye’nin kalkınmasına karşı değil! Hiç kimse baraj, karayolu,
boru hattı yapılmasına karşı değil! Ancak, bu tesislerin yapılacağı alanlar
önceden incelenmeden, arkeologlarca irdelenmeden “Ben projeyi yaptım, oldu da
bitti maşallah!” mantığı ile Dicle ve Fırat üzerinde düşüncesizce yapılan bazı
barajların suları altında, nice önemli alanlar yok olup gitti. En yakın örneği
Zeugma… DSİ, Hasankeyf ve Allianoi cinayetlerini şu anda bile, bu yörelere
işkence edercesine sürdürüyor.
Bir örnek… Bakû-Ceyhan Boru Hattı yapılırken ne oldu? Hattı
yapan “uluslararası şirketler birliği”, hattın geçeceği yeri belirledi. Hattın
planını arkeologlara, toplumbilimcilere ve çevrecilere verdi. Bu uzmanlar yol
boyunu taradılar. Arkeologlar kurtarma kazıları yaptılar. Kurtarma yapılamayacak
bir yerde, bir köy halkının tümden taşınmasına neden olacak durumda ya da doğal
ortamdaki hayvan ve bitki örtüsüne zarar verecek noktalarda, boru hattının sağa
sola kayması sağlandı.
İkinci örnek… Denizaltından “Marmaray” tüp geçit olayında 1
milyar dolarlık krediyi veren Japonlar, üç imparatorluğa başkentlik yaparak
eşsiz bir rekor kıran İstanbul’da yapıma başlamadan önce hat boyunca
UNESCO’nun gözetiminde arkeolojik kazıların yapılması koşulunu
koydular. Sonuçta ne oldu? Anadolu yakasında bir antik yerleşme, Avrupa
yakasında –şu ana kadar- 33 batık tekne ve çeşitli buluntular gün ışığına
çıkarıldı. Antik limanda arkeologların çalışmaları sekizer saatlik üç ayrı
heyetle geceli gündüzlü 24 saat sürüyor.
Marmaray kazı alanına, neredeyse bir karış ötede, üç imparatorluğun başkenti
İstanbul’un başkenti sayılan Sultanahmet Alanı’nda Kültür Bakanlığı’nın ikiz
kardeşi Turizm Bakanlığı’nca bir cinayet işleniyor, aldıran yok. Cumhuriyet
gazetesinin ilk kez gündeme taşıdığı bu olayı bıkmadan usanmadan sürdüren
Milliyet gazetesinin azimli ısrarını yürekten kutluyorum. Demek ki yabancılar
Anadolu’nun tarihsel, kültürel ve dinsel mirasının korunmasına bizim
hükümetlerden daha çok önem veriyorlar! Ne acı değil mi?
Manisa, dünyanın en önemli uygarlıklarından biri olan Lidlere ev sahipliği
yapmıştır. Başkenti Salihli yakınında Sardes olan Lidya
Krallığı, dünyaya “para” olgusunu armağan etmiştir. “Karun gibi zengin”
denilen son Lidya kralının babası Alyetes’in Anadolu’nun en büyük “tümülüsünün
(anıtmezar)” bulunduğu yöreye “Bintepeler” denilir. Çünkü Anadolu’nun
piramitleri denilen kral, kraliçe, prens, prenses, komutan, rahip, rahibe gibi
soylu Lidlerin anıt mezarları, Salihli-Gölmarmara arasında yoğunlaşmıştır.
Bu anıt mezarların bulunduğu 150 bin dönümlük arazi 1. derece sit alanıdır.
Bir başka anlatımla bu alanda izinsiz tarım, bağ evi, su havuzu, sondaj yapımı
yasaktır. Geçen hafta yöreden gelen bir AKP heyetinin bu yasağın kaldırılmasını
istedikleri Bakan Ertuğrul Günay’ın yeşil ışık yaktığı basına
yansıdı.
Pazartesi günü Osmaniye-Kadirli arasında kalan
“Kastabala-Hierapolis” antik kentini yeniden gezdim. Kentin
dibinden geçen Ceyhan Nehri bu bölgede ayrıca Kırmıtlı Kuş Cenneti’ni
yaratmıştı. Şimdi bazı kişiler, bu tarihsel kutsal kent ile kuş cennetinin
dibinde ne yapacakmış biliyor musunuz? Çimento fabrikası! Bunun Türkçe
deyişlerinde güzel bir yorumu var, “içine etmek”! Yine de yorumu size
bırakıyorum!
Acaba “kültür” ve “turizm” bakanlıkları ayrı olsaydı, Günay turizmde değil de
CHP milletvekili olarak Kültür Bakanlığı koltuğunda otursaydı Sultanahmet
cinayetine, Bintepeler’in tarıma açılmasına, Kastabala’ya çimento fabrikasının
yapılmasına “yeşil ışık” yakar mıydı? Şimdi yakıyor, çünkü artık AKP’nin emri
başının üstünde…
Çalıntı Malın Mülkiyeti!
Aynen aşağıdaki satırları yazmıştık. Yazının üzerinden yaklaşık bir ay geçti.
Bakanlıktan çıt yok. Yine de beklemeyi sürdüreceğiz…
***
Bu köşede sıkça yarısı Antalya’da yarısı Boston’da bir müzede olan “Yorgun
Herkül” heykelinden söz ettiğimizi anımsarsınız. Altı Antalya Müzesi’nde olan bu
heykelin üstünü, 1990’da Nev York’ta Leon Levy-Shelby Vhite koleksiyonunda
bulmuştuk. Dönemin Kültür Bakanı, ABD’de Türkiye’yi Karun Hazinesi ve Elmalı
Definesi ve benzeri davalarının başarılı avukatlık firmasına gerekli geri alma
girişimde bulunma yetkisini vermişti. Kaçak heykel parçasını satın alan çift ile
ortağı olan müze, önce inkâr, açık kanıtlardan sonra Türkiye’den geldiğini kabul
etmişlerdi. Ancak, sonraki bakanlar, genel müdürler, Nev York başkonsolosları
konuyu sürdürmemişler, başarılı avukatlık firması ile bağları
kopartmışlardı.
8 Nisan’da bu köşede yine aynı konuya değinince Bakanlığın basın ve halkla
ilişkiler danışmanlığından bir açıklama geldi. 18 yıldır yazmaktan usanmadığım
bilgileri bana satmaya kalkan yazının sonunda şöyle deniliyor:
“1990’lı yıllarda heykelin mülkiyetinin sahibi olan Leon Levy ve Shelby Vhite
çifti ile Herakles heykelinin mülkiyetinin iadesi konusunda anlaşılmışsa da, o
dönem ülkemizi temsil eden avukatların çifte ait birçok ülkemiz kökenli eser
tesbit etmesi, Leon Levy ve Shelby Vhite çiftinin Herakles heykelini iade
etmelerine karşılık diğer eserler ile ilgili girişim yapılmayacağı garantisi
istemesi üzerine çalışmalar sonuçsuz kalmıştır. Leon Levy 2003 yılında ölmüş ve
Herakles heykelinin mülkiyeti Boston Müzesi’ne geçmiş olup, Herakles heykelinin
ülkemize iadesi ile çalışmalar devam etmektedir.”
Adına yapılan bu açıklama üzerine bir “hukukçu” olan Kültür ve Turizm Bakanı
Ertuğrul Günay’a şu soruları sormak isteriz:
1. Bir hırsız, bir evden bir eşya çalsa, bunun çalıntı olduğunu bilen bir
kişiye satsa, alıcı o eşyanın “mülkiyetinin sahibi” olur mu? Heykelin
“mülkiyetinin sahibi olan” sözleri ile Türkiye’nin davadaki konumuna gölge
düşürülmedi mi?
2. Eğer avukatlar, başarılı bir iş yapıp, bu kişilerde Anadolu kökenli başka
eserleri de saptamışlarsa, (siz değil) Bakanlığınız neden o eserlerin geri
alınması konusunda hak iddia etmedi ve etmiyor?
3. Açıklamada “...Heykelin ülkemize iadesi ile ilgili çalışmalar devam
etmektedir.” deniliyor. Lütfen, son olarak hangi tarihte, hangi sayı ile ne gibi
işlem yapıldığını bildirirseniz ben de kamuoyuna açıklamaktan onur duyarım.