Dünyanın pek çok ülkesinde, eskiyen, doğal akışı içinde işlev değiştiren yapıların bulunduğu kentsel alanlar, büyük bölgeler ya da semtler, zamanı gelince yeniden şekillendirilmek üzere mercek altına alınır. Bu mercek altına alış ve müdahalenin adı batıda "Var Olanın Kendini Yeniden Oluşturması ve Canlanması" (Urban Regeneration) anlamına karşılık düşerken, bizde "Kentsel Dönüşüm" (Urban Transformation) adıyla gizemli ve "Var Olanın Biçim/Kabuk Değiştirmesi, Ama Mutlaka Değişmesi" anlamına gelecek bir karşılık buldu bile.
Ama dahası da var: Üçüncü yazımızda, şu günlerde TBMM Bayındırlık Komisyonu'nda geliştirilmekte olan, AKP dönemindeki 4. 'Kentsel Dönüşüm' yasa tasarısından söz etmiştik. İlki "Kuzey Ankara Girişi" ile ilgili 5104 sayılı; ikincisi "Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması" odaklı 5366 Sayılı; üçüncüsü de "Kuzey Ankara Girişi ... Kanunu'nda Değişiklik" adıyla 5481 Sayılı Yasa olarak kesinleşmişti. Ayrıca 2004 yılında 5272 Sayılı Belediye Yasası'nın 73. maddesindeki değişiklikle büyükşehir belediyelerine/ilçe ve il kademe ile nüfusu 50.000'in üzerindeki belediyelere, "eskiyen kent parçalarını yenileme-restore etme, deprem riskine karşı tedbir alma ve tarihi kültürel dokuları koruma amaçlı olarak" Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projeleri ilan etme ve uygulama yetkisi verilmişti. Bu dört yasanın yetersizliği ve beşinci, yeni bir yasa yapma arayışı, yasamadaki eksikliklere değil, "elma yeme" açlığının boyutlarına işaret etmekte.
2004-2006 arasındaki bu sürecin kendisi bile bir ısrarı kanıtlıyor. Bu yetki ısrarı, örneğin 5366 sayılı yasa ile gündemdeki tasarı karşılaştırıldığında ortaya çıkıyor. Gündemdeki tasarı, 5366 sayılı yasayla, "idare"ye tanınan sonsuz yetkiler dışında, aynı amaçla yapılıyor! Uygulamadan sorumlu "idare"yi, yani bu durumda Ankara Büyükşehir Belediyesi'ni, her türlü yetkiyle donatan; hatta ona anayasada tanımlanmış asli vatandaşlık hak ve özgürlüklerini kısıtlama ve çiğneme yetkisini veren bir yasa. Bir yasa düşünün ki, anayasanın nasıl 'yasal' biçimde çiğneneceğini, ilgili kurumların yapılarının nasıl boşaltılacağını ve mülkiyetlerinin nasıl "idare"ye geçirileceğini karara bağlıyor.
Örneğin Ulus'un dönüşümü söz konusu olduğunda, "idare", PTT'ye, bankalara, defterdarlığa, valiliğe, özel işletmelere, konut ve ticarethanelere "Boşaltın!" emri verecek: Onlar da uymak zorunda, mahkemeye gitme hakkı bile yok. Post modern durum, iktidar partisi ve müttefiklerin eliyle Türkiye'ye nihayet "vasıl" olmuş durumda.
"Kentsel Dönüşüm" için yasal altyapısı oluşturulan projelere baktığınızda, ne yasalarda, ne de projelerde, kentin bir bölgesinin iyileştirilmesine ait niyet bulunmamakta. Kentin büyük bir bölgesini elma bahçesi olarak görme arzusu ise, "Kent Kimindir?" sorusunu akla getirmekte. Tasarım aşamasında bile kente yabancı "Kalyonlarla Hassa mimarlarını" getirmeye çalışan zihniyet, tarihinde üçüncü kez başkentlik yapmakta olan Ankara için bir "yeniden püskürtme" harekatının vesilesini oluşturabilir; çünkü Ankara'da "dışardanlık" pek sevilmez, denizci kavimler her zaman çapalarını orada burada unutup kaçmaya zorlanmıştır.
Bir dönüşüm önerisi
Mesleki çevreye daha önce aktarmıştım; 2005 yılında Yeni Mimar gazetesinde yayınlanan "ULUS" İÇİN BİR "ÜNİVERSİTE" (Sayı 18; 7 - 20 Mart 2005; sayfa 4) başlıklı yazımı uyarlayarak sunuyorum: Ulus'ta çevrenin Galatlar'a kadar giden geçmişi, özellikle Hacı Bayram Camisi ve Augustus Tapınağı çevresinin ise Hititler'e ve Frigler'e tanıklık etmiş olduğu, çeşitli bilimsel çalışmaların ortaya çıkardığı gerçekler. Dolayısıyla bu bölge, yalnızca bugünü değerlendiren 'yeniden işlevlendirme' ya da 'yaşatma' projelerine konu edilemez; 1920'de başlayan çağdaş Ankara projesinden yola çıkmak ya da yalnızca ona bağlı kalmanın da yukarıda anılan tarihsel gerçekler ışığında çok sığ bir yaklaşım ufku sunacağı söylenebilir.
Öte yandan, 'korunması gerekli tescilli-tescilsiz eski eserler' kavramına hapsolmanın getireceği miyopluğun da aşılması gerekir. Bu somut gerçeklerin zorunlu kıldığı 'özel alan yönetimi' gibi kavramların, yabancı ülkelerden getirilen tanımlarıyla kitabî düşmesi, ilk kez yürürlüğe girecek olması nedeniyle uygulamada bir dizi aksaklık yaratacağı bellidir. Üç bin yıllık Ankara tarihinin bütün bu sığlık, zayıflık, cehalet durumlarını 'kaldıramayacak ve hazmedemeyecek kadar önemli' olduğunu söylememiz gerekir. Bölgenin mimari ve kentsel planlama sorunlarının giderilmesi için, yarışmalarla elde edilen ve kimi bölümleri uygulanan projelerden doğan 'müelliflik hakları', bu projelerin uygulanmış bölümlerinin yani yapıların elde ettiği 'değerle kazanılmışlık hakları'; Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Bölge Kurulu tarafından tescillenmiş yapılara ilişkin kararların yapılara getirdiği, kimi zaman da sivil toplumun sahip çıkmasıyla elde edilip korunan 'eskilik değeri, tarihsel değer ve anıtsal değer hakları'nın konuşulup tartışılabileceği, yeni normlar elde edilebileceği açıktır.
Bütün çok yönlülük ve zorluklar da olası bir yeni projenin niçin 'şemsiye' proje olmasını ve üstesinden gelinebilmesi için de niçin bir üniversite kurumu tarafından yönlendirilmesi gerektiğini açıklamıyor mu? Ama belde yönetiminde böyle bir niyet olmayınca, "Ulus Girişimi"nin görevi, koruma eksenli etkinlikler yapma yoluyla direniş göstermenin yanı sıra, içerik olarak bölgenin yeniden yapılanma biçimleri üzerinde çalışmak ve öneriler geliştirmek üzerinde yoğunlaşmalıdır. Böylece içerik üzerinden gidildiğinde daha inandırıcı ve daha hızlı yol alan bir tutum geliştirilmiş olacaktır.
Özal döneminden beri, küreselleşme söyleminin baskısı altında gelişen özelleştirme ve kamu sektörünün özel sektör karşısında daraltılması olgusu, Ankara'da en fazla kentin Cumhuriyetle birlikte gelişen kesimlerini vurdu. Devlet bankaları genel merkezlerini İstanbul'a taşıdılar; kimi bankalar özel sektörden girişimcilere yok pahasına devredildi; kimi genel müdürlükler yeniden yapılandırılarak İstanbul'a, o dönemlerde "Yeni Beyrut" olmaya hevesli eski başkente taşındı. Boşalan Ulus semti ve çevresi için, bunlar oluşmadan önce yapılmış üç kentsel tasarım yarışması dışında, hiçbir kurum ve kuruluş düşünce geliştirmedi. Yarışmalardan sonra çökme hızı artan bölge, kendi kaderine terkedildi.
İmar Müdürlüğü sırasında Raci Bademli'nin gerçekleştirdiği uygulamalar, sonraki on beş yılda, saldırgan işbitiricilikle kuşatılıp boğuldu. Ulus'ta boş durmakta olan büyük kamu yapıları sayılsa, belki ondan fazladır; bir o kadar kamu kuruluşu da bölgeden ayrılmak için can atıyor olabilir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarına tanıklık eden bu kentsel SİT alanının, Ankara'da son on yılda kurulmuş olan hemen hemen on özel üniversiteden birisini bile bağrına basmamış olması, şaşırtıcı değil midir? Birinci ve İkinci Millet Meclisi, eski Başbakanlık, Maliye Bakanlığı, Vali Konağı, Cumhuriyetin ilk bankaları ile sarılı olan merkezde, boş olan yapıları eğitimi için kullanacak, yönetimi için de küçük yapılardan bir-ikisini kullanacak bir üniversite, kütüphanesi, bilgisayar merkezi ve hatta laboratuvarları ve halkla bütünleştiği koruma evleri, kreşleri ile, bölgeyi canlandıracak bir potansiyale sahiptir.
Üniversitenin kütüphanesi için eski Sümerbank'ı; İletişim Fakültesi için eski Sayıştay'ı; Uluslar ve Haklar Fakültesi için eski Adliye'yi; Dil ve Edebiyat Fakültesi için eski Emlak ve Kredi Bankası'nı; Halk Fakültesi için II. Evkaf Apartmanı'nı; Çocuk Fakültesi için Himaye-i Etfal ve Çocuk Sarayı'nı (Evkaf I. Apartmanı); öğrenci dernekleri için eski İnhisarlar İdaresi'ni; Kadın Çalışmaları Fakültesi için eski Osmanlı Bankası'nı; Gençlik Fakültesi için 19 Mayıs Kompleksi, Paraşüt Kulesi ve Gençlik Parkı'nı; Rektörlük için eski Köyişleri Bakanlığı kulesini; üniversiteye bağlı Ankara Kent Müzesi için ise Anafartalar Çarşısı bloğunu öneriyorum. Eski Ulucanlar Kapalı Cezaevi, niçin Haklar Fakültesi ek kampüsü olmasın?
Üniversitenin yurt ve lojmanları için, Merkezi İş Alanları (MİA) bölgesine taşınacak olan ayakkabı imalathaneleri ile elektrik-elektronik eşya satıcı, yedek parçacı ve tamircilerinin boşaltacağı 1920-1935 arası Kaleönü Mahallesi'nin (Tahtakale) evleri niçin kullanılmasın? Böylelikle, bunlar arasındaki Tahsin Bey, Bekir İhsan Bey, Arif Hikmet Bey, Abidin Mortaş gibi bildik isimlerle, adı bilinmeyen Türk ve Macar ustalarının evleri de gelecek yüzyıla kalma şansını elde edecektir. Bir üniversitenin bölgeye getireceği enerji, kendi rantıyla dönen bir merkez yaratmaya elverişlidir. Bunun kanıtı da, bugün tek bir üniversiteyle bile çehresi ve kültürü değişmiş olan pek çok Anadolu kentidir.
Dikkat edilirse, bütün Ulus'un ekonomik yapısının değişmesinden söz etmiyoruz: Çok geç kalmış ve bayat bir zoning (bölgeleme) kavramıyla yeniden işlevlendirme, bir bölgenin tümden ölümü anlamına gelecektir. Oysa, bir üniversitenin getireceği canlanma, korumanın ana sorunlarından biri olan finansı da zincirleme tepkilerle bölgeye çekecek, eski ticaret merkezinin bugün de devam eden kendine özgü canlılığı geleceğe aktarılarak korunmuş olacak, tarihi çevre layık olduğu turistik değere dolaylı olarak ulaşacak, ayrıca eski merkezin gençlerle gençleşmesi sağlanacaktır.
Kurulacak üniversitenin ekonomik hayatın bütün canlılığını değerlendirebilecek mesleklere yönelik eğitim kurumlarını içinde barındırması; çok ciddi, belki de Anadolu'nun en zengin müzelerini kanatları altında bulundurması; 'ulus devlet için' bir müzeyi de zamanla kapsaması, Türkiye entelektüel yaşamı açısından önemlidir. Kuşkusuz düşünceler, bir bölgenin, bir kentin iyileştirilmesi için ancak başlangıç adımlarıdır. Gerçek bir başlangıç içinse dürüst, sözüne güvenilir bir kentsel aktörün, o yoksa, sivil toplum örgütlerinin önderliğine gereksinim vardır. Cumhurbaşkanım Ahmet Necdet Sezer, sınıf arkadaşım Rifat Hisarcıklıoğlu, ve daha nice başkaları, neyi bekliyorlar?