UIA 2005 İstanbul 22. Dünya Mimarlık Kongresi’nden İlk Çıkarsamalar...



Bu kısa değerlendirme yazısı -YAPI’nın “ivedi” isteği üzerine- kongre hakkındaki olumlu ya da olumsuz görüşler henüz öğrenilmeden kaleme alınıyor… Bu nedenle, övgülere ve yergilere yanıt vermek, değerlendirmeleri yorumlamak olanağı henüz yok…

Yine bu yazıyı, kongrenin “başarılı geçtiği” üzerine kurulu bir söylemle kaleme almak da pek doğru gelmiyor... Çünkü biz ve ben, bu konuda objektif olamayız. Onca uzun zamandır, coşkulu ve kahırlı, keyifli ve sorunlu, heyecanlı ve gerilimli, hatta tartışmalarla da geçen bir hazırlık sürecinin ardından yaşadığımız kongre günlerine “olmadı” dememiz ne mümkün?

Hattâ eksiklerimizi, yanlışlarımızı bile şu “kongre sarhoşluğu” günlerinde görmemiz çok zor: görsek bile söylemek zor...

Bu nedenle, YAPI’nın değerlendirme isteğini, öncelikle “mimarlığımız” açısından önemli gördüğüm “ilk çıkarsamalar”la sınırlı olarak yerine getirebiliyorum…
İlerleyen zamanda, kongreyi bütün yönleriyle ele almak ve hatasıyla, sevabıyla mimarlık ve Mimarlar Odası tarihimize not etmek, hepimizin görevi...

“Mimarlık” Tanımlandı

Bilindiği gibi, dünya mimarlarına evsahipliğini, TMMOB Yönetim Kurulu’nun, “kentsel planlama, iç mekân düzenlemesi ve yapı denetimi”ni, hukuksal bir düzenlemede “mimarlık hizmetleri saymaması”na duyduğumuz “hayret” dolu tepkilerimiz sürerken gerçekleştirdik.

Kongreye dünyanın bütün kıtalarından gelen, katılan, konuşan ve tartışan mimarlar arasında, TMMOB’nin tanımladığı türden bir mimar yoktu… Bildirilerin, sunumların, sergilerin ve konuşmaların hemen tümünde “kent planlaması, iç mekân düzenlemesi ve uygulamanın denetlenmesi” konuları, en az yapı tasarımı kadar ağırlıklıydı…

Özellikle “ünlü” mimarlarla yapılan röportajlarda da aynı “mimarlık alanları” üzerindeki görüşleri medyada günlerce yer aldı. Hiçbir gazetecinin, “iyi ama, bunlar mimarlık değilmiş..” demek aklına bile gelmediği gibi, dünya mimarları da şehircilik, dekorasyon, peyzaj, inşaat vb. konulardaki mesleki çalışmalarıyla birlikte düşünce ve önerilerini de “mimar” kimlikleriyle anlattılar…

Bir Dünya Mimarlık Kongresi’nde, böyle bir durum belki de yalnızca Türkiye için önemliydi. Bu kez “evsahibinin” de Türkiye olması ise bu sonucu daha bir önemli kıldı.

TMMOB’nin bu büyük buluşmadan “ders” alacağı konusundaki umudum, bilinen nedenlerle ve en azından şimdiki Yönetim Kurulu döneminde, yok...

Ancak öncelikle “üniversitelerimizin” artık bu evrensel gerçeğe uygun bir mimarlık eğitimi programını benimsemeleri gerekiyor. Mimarlıkta uzmanlaşma yerine “meslekleşme”yi yaratan bölücü sistem, böylesi bir “mimarlık dünyası” karşısında daha ne kadar sürebilir?

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın da özelikle bu kongreye olan katkı ve desteklerine uygun olarak, “mimarlık kültürü” denildiğinde tarihsel mimariyle birlikte çağdaş tasarımları da ilgi alanına alması ve elbette ki yine “kentsel mimari”nin gereği olarak SİT’lerdeki tarihsel dokuların korunmasına ait planlamalarda “mimarları müellif kabul etmeyen” yasasını değiştirmesi gerekiyor…

“Çağdaş”lıkta da “Kimlikli” Olabilmek

Kongreden, yine ülkemiz mimarlığı açısından bir başka önemli çıkarsama da; “modern mimari” denilince, bunun geçmişten gelen birikimleri yok sayan, tarihsel referansları reddeden ya da gözetmeyen bir “yeni” olması yönündeki giderek yaygınlaşan eğilim ve uygulamaların, sanıldığı gibi “evrensel” bir kabul olmadığının, çok açık ifadeler ve herkesi sarmalayan görüşlerle kanıtlanmasıdır.

Başta kongrenin ünlü konukları olmak üzere, bu konuda söylenen her sözde ve gösterilen her örnekte, “bölgesel ve yerel kimliklerini koruyan bir modernlik” ile “geçmiş çağlarla kültürel bağları olan bir çağdaşlık” değişik açılardan savunuldu…

O kadar ki örneğin adında bile “yerel” çağrışıma yer veren “mAAN” (Modern Asya Mimarlığı Ağı) konferansındaki konuşmacıların tümü, “küresel tip çağdaşlık” yerine “Asya’da Asyalı çağdaşlık”ın gerçekleşmesine yönelik fikirler ürettiler. Mimarlığın öncelikle “bulunulan yerden” ve “toplumdan” beslenmesi gerektiğini, küresel mimarinin tasarımcısı ABD’den gelen mimarların da söylemesi ise anlamlıydı...

Bizde de bu görüşler dile getirildiği zaman, özellikle “kimlik” konusundaki hassasiyetlere “geçmişi taklit etmek mimarlık değildir” polemiğiyle karşı çıkan ve aslında hiçbir mimarın savunmayacağı böylesi “naif” bir yakıştırmayı “eskiyi örseleyen yeni”nin gerekçesi olarak kullananların, İstanbul kongresindeki tüm sunumları yeniden incelemelerinde yarar var (Bkz. “Mimarlarımızın Değerini Bilelim”, O. Ekinci, Cumhuriyet, 21.07.2005)...

Küresel Mimari “Mutlak” Değil

Benzer şekilde, günümüzde hemen her kıtada gözlenen ve yüksek yoğunluklu devboyutlu yapılaşmalar olarak gerçekleşen “küreselleşme mimarisi”nin karşısında, dünya mimarlığının ve hattâ doğrudan mimarların “teslimiyetçi” olmaması gerektiği de çok sayıda konuşmacı tarafından sayısız kez vurgulandı.

Dahası, bunlar arasında “yerel ve küresel direnişi” öneren, hükümetlerin ve ekonomi güçlerinin bu mimariye olan bağımlılıklarına karşı “kültürel öncelikli uluslararası mimarlık politikaları” geliştirilmesini savunanlar da az değildi.

Bu değerlendirmeler de başta İstanbul olmak üzere kentlerimizi sarmalamaya başlayan “uygunsuz ve yersiz kuleler” salgını karşısında mimarlığın insanlık adına “evrensel duruşunu” tanımlaması açısından önemli olduğu gibi; yine bizdeki kimi “kuram”cı mimarların, küreselleşmeye karşı tavırlı olunmasını “boşuna” saymalarına da ders verici bir uyarı gibiydi…

“Serbest Mimarlar”ın Afişi!

Bütün bunların ötesinde, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin UIA Kongresi nedeniyle kente astığı duvar afişlerinde bir “inşaat vinci” ve vince asılmış “mimarlık gereklidir” sloganı ile, kongre öncesindeki Vadi Tasarım Yarışması’nın sonuçları nedeniyle yaşadığımız talihsiz tartışmayı sürdürmekte “inat eder” tutumları da bana göre ciddi bir çıkarsamadır.

Çünkü, bu afişin ne anlama geldiğini, kuşkusuz ne dünya mimarları anladılar, ne de İstanbul halkı… Dahası, sorsalardı bile zor anlatırdık…

Ama, arkadaşlarımız, en fazla birliğe ve dayanışmaya gereksinim duyduğumuz günlerde; mimarlığımız adına bir gurur ve sınav süreci anlamına gelen böylesi bir kongrenin başarılı ve huzur içinde gerçekleşebilmesi için “herkesin” evsahibi olması gereken günlerde bile bunun tersi bir tutumu yeğlerken, acaba gerçekten “mimarca” mı hareket ettiler?…

Bu konuyu, kongrenin “olumlu havası”ndan yararlanarak değil, aradan zaman geçtikten sonra ve bilinen gerilimler yerini sağduyuya bıraktığında yeniden yazacağım. Buraya kısaca almamın nedeni ise özellikle bu “vinç afişli mesajın” genelde siyaset dünyasında gözlenen bir tavrı anımsatması.
Politikacılar, dünya ile kurulan ilişkileri de “iç politika için” kullanmayı pek severler. Bu nedenle uluslararası etkinliklerde bile dünyaya değil “taban”larına hitap etmeyi yeğlerler…
Türkiye’mizde aynı kültürün, meğer sadece siyasette olmadığı gerçeği de benim kongre çıkarsamalarım arasında…

İsimli ve İsimsiz Kahramanlar

22. Dünya Mimarlık Kongresi’nin -burada açıklaması bana düşmeyen düzeyde- gerçekleşmesinde, bizlere desteği, katkısı ve özendirici tutumlarıyla payı bulunanlara teşekkür için sayfalar gerekir.
Şununla bitireyim ki, Cumhurbaşkanımız sayın Ahmet Necdet Sezer’den başlayan ve Taşkışla’daki UIA büromuzda her işe aynı çalışkanlıkta koşturan “Yunus”umuzla da bitmeyen; isimli ve unvanlıların yanında çok sayıda isimsiz kahramanın da bu evsahipliğimizin gururunda “müelliflik hakları” vardır…

Kongreye bir yıl kala ulusal hazırlık için başladığımız ve 7 bölgede, 9 kentte gerçekleştirdiğimiz, 26 kentimizin irdelendiği “Türkiye Kongreleri”nin de bütün emektarları ile destek verenleri, UIA 2005 İstanbul Dünya Mimarlık Buluşması’nın “Türkiye katılımı”nı sağlayan ulusal coşku ve heyecanın “ortak müellifleri”dir...


Yapı Dergisi, 285