Boğaz üzerindeki ikinci (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) köprü hizmete açıldı. Üçüncüsünün ne zaman yapılacağı henüz tartışma konusu. Belediye, birinci köprünün hemen beş yüz metre ötesine yeni bir köprü yapılmasında ısrarlı. Gazetelerden edindiğimiz bilgilere göre, DPT ve Ulaştırma Bakanlığı bu köprüye karşı. Bu konuda demek ki, merkezi yönetimle yerel yönetim henüz görüş birliğine varamamışlar. Dışarıdan ise İngilizler bu köprüye kendi deyişleriyle Türk lokumu olarak bakıyorlar. İngiliz Başbakanı Thatcher, ikinci köprü ihalesini Japonlara kaptırınca fazlasıyla öfkelenmişti. Bu nedenle Boğaz üzerinde yapılacak yeni bir köprüde en büyük iddiayı bu kez İngilizler taşıyor.
3. köprü gerekli mi?
Gelelim "Üçüncü köprü gerekli mi?" tartışmasına. Bugün 6 küsur milyonluk İstanbul'un yaklaşık iki buçuk milyonu Asya yakasında oturuyor. İki taraftan da öteki yakaya çalışmaya gidenler var. Birkaç yıldan beri birinci köprü, günün hemen her saatinde yıllar öncesinin araba vapurlarını anımsatırcasına tıkanmaya başladı. Bu nüfus kitlesinin günlük hareketinin ve ticari taşımacılığın bir şekilde karşılanması gerekiyor. Bu hareket içinde köprü, düşünülecek çözümlerden biridir. Ancak yararlarının yanı sıra sakıncaları gözardı edilmemelidir.
Birinci köprü, 1965'i izleyen yıllarda bir ıstırap haline gelen araba vapuru kuyruklarından sonra bir süre rahatlatıcı bir rol oynadı. Şimdi bütün umut ikinci köprüde; ancak Fransızların hesap ve tahminlerine göre bu ikinci köprünün İstanbul trafiğine olumlu katkısı yanlızca yüzde 5 mertebesinde olacaktır. Sonucu kısa bir süre sonra, yaşayarak göreceğiz.
Ne yazık ki Türkiye'de konuya artık hep taşıtlar açısından bakılıyor ve insan öğesi hep gözardı ediliyor. Köprüden amaç taşıtların bir yakadan ötekine en kısa zamanda geçebilmelerini sağlamak. Bu taşıtların büyük çoğunlukla özel otomobiller oluşturuyor. Özellikle çok yoğun saatlerde özel otolar tek kişiyle karşıdan karşıya geçiyor. Tek kişi sabah otosuna kurulacak, Bayramoğlu'ndan Topkapı'daki işine gidecek, akşamda aynı yoldan geri dönecek. Bu anlayışla şehir içi trafiği çözülemez. Acaba birinci köprü için kullanış araştırmaları yapılmış mıdır? Yılda kaç kamyon, kaç otobüs, kaç özel oto, kaç taksi, özellikle de kaç yolcu geçmiştir köprüden? Bu anlamdaki istatistik sonuçlara bugüne dek rastlamadık. Aslında, getirilecek her çözümde amaç, "insana hizmet" olmalıdır, "taşıt" değil.
Köprüden, yolların genişletilmesinden, gösterişli yatırımlardan önce toplu taşımacılık için çözümler aranmalıdır. İnsanların en ekonomik ve en hızlı şekilde şehrin bir ucundan ötekisine topluca nasıl taşınabileceği öncelikle araştırılmalı ve bunun en kısa zamanda gerçekleştirilmesine çalışılmalıdır.
Deniz, İstanbul'a verilmiş nimetlerden biridir. Öncelikle bu bedava asfalttan yararlanılmalıdır. Oysa yıllardan beri deniz yolu hemen hiç kullanılmamakta, trafik nedense hep karaya kaydırılmaktadır. Son yıllarda devreye sokulan hızlı deniz otobüsleri toplumsal yararlarından çok, dikkati denize çekmesi, denizin taşımacılıktaki önemli rolünü hatırlatması bakımından yararlı olmuştur.
Suyun üstünden olduğu gibi altından da yararlanılabilir. Tüpgeçit; elverişli çözümlerden biri olabilir. Nitekim Ulaştırma Bakanlığı Boğaz' da üçüncü köprü yerine bir tüpgeçit önermektedir.
Öte yandan İstanbul boyutunda, İstanbul niteliğinde bir şehrin hala bir metroya kavuşamamış olması, gelmiş geçmiş yöneticiler için bağışlanabilir bir ihmal kusuru değildir.
Osmanlı döneminde yapılmış olan ve Avrupa'nın ilk metrolarından sayılan emektar Tünel'e, bırakınız bir yenisini ekleyememiş olmayı, o dönemin ileri anlayışının bile hala ne kadar gerisinde olduğumuzu görmek üzüntü veriyor.
İstanbul bugün nüfus bakımından Avrupa' nın ikinci büyük şehridir. 21. yüzyıl başında ise en büyük şehri olacağı tahmin ediliyor. Bu büyüklükteki bir şehrin trafiğini yer üstünde çözemezsirıiz. Hele "Trafik tıkanıyor" gerekçesiyle yolları genişleterek hiç çözemezsiniz. Yolu başından sonuna aynı genişlikte tutamazsınız, debiyi artıramazsınız; aradaki darboğazlar yolun yine tıkanmasına neden olacaktır. Üstelik, İstanbul gibi tarihi ve doğal varlığı bol olan bir şehirde bu mirası zedelemeden yol genişletrnek hemen hemen olanaksızdır. Nitekim dünyanın önde gelen mimarlık dergilerinden Architecture d' Aujourd' hui'nin Nisan' 88 sayısında, İstanbul'da son dönemde gerçekleştirilen imar hareketleri ağır bir dille eleştirilmekteydi.
Bir su yolu üzerine köprü yaparsınız. Bu, geçişi daha çekici hale getirir, özendirici olur, geçenlerin sayısı gidetek artar. "Gördünüz mü? Bu köprü bile artık yetmiyor" dersiniz ve yenisinin yapılması böylece bir zorunluluk haline gelir. Buna şehircilikte "köprüler tuzağı" denir.
Boğaz'da birinci köprü, ikinci köprü, üçüncü köprü... Daha kaç köprü yapılması gerekecek? Sekiz mi, on mu? Kaç tanesi yeterli olacak? Bu, yollar için de böyledir: Yolu genişletirsiniz, geniş yol daha çok arabayı cezbeder, böylece bir süre sonra yetersiz hale gelir.
Bu tuzağa Haliç'te köprülerle düşülmüştür. Haliç'in üzerindeki üçüncü köprü Haliç'in o günlerdeki umutsuz terk edilmişliği içinde sessiz sedasız gerçekleştirildi. Bugün Haliç'i kurtarma çabalarının gürültüsünden sıyrılıp Piyer Loti Kahvesi'nden şöyle bir baktığınızda göreceksiniz ki, bu köprü Haliç'in boynuna saplanmış bir beton gerdanlıktır, bir çirkinlik anıtıdır. Bütün Haliç temizlense de bu çirkinliği kim temizleyebilecektir?
Sonuç
Gelin, bu tuzaklara düşmeyelim: İstanbul'da taşıtların bir yakadan diğerine geçmesi sorunundan önce insanların topluca, en ekonomik şekilde, en kısa zamanda nasıl taşınacağını tasarlayalım.
Öncelikle yapılması gerekenler yapılmadan yeni köprülere hayır!
Milliyet Gazetesi