Beşiktaş'ta Kadıköy İskelesi olarak da bilinen 1 Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi'nin karşısında yer alan tütün deposu ve arkasındaki eski benzin istasyonunda neler olduğunu fark etmemiz ve olanlara yakından bakma ihtiyacımız Oruç Aruoba'nm sorusuyla ortaya çıktı: "Binaların çevresini kapatmışlar, neler oluyor orada?" sorusu bir anda günlük işlerin ötesinde bir farkındalık yarattı.
Belki kentte her an bir şeyler olmasına alışmış halimiz genel bir yargıyı da beraberinde getirdi ama hep önünden geçtiğimiz, kimilerimizin okulda proje yaptığı ya da vapurla geçerken hayaller kurduğu bu bina nasıl olup da bizden habersiz yaşanan bir sürecin parçası haline gelmişti? Ve biz bundan nasıl haberdar olmamıştık? Ya da oldurulmamıştık?
Hani kentte bazı yapılar vardır, önünden her geçtiğinizde orası için hayaller kurmaktan kendinizi alamadığınız. Sanki tütün deposu da böyleydi bizler için. Modern sanat müzesi konuşulurken hep orayı kestirirdik gözümüze, üniversitelerden birinin o binaya taşınacağı da konuşulurdu sürekli, hatta siz o bahsi geçen üniversiteden değilseniz hafif bir hasede dinlerdiniz, ben de isterdim orada okumak, diye. Vapurla karşıya geçerken ya da vapur Beşiktaş'a yanaşırken de o binanın ne olarak kullanılsa daha iyi olacağını konuşurduk aramızda. Ama bu konuşmaların hiçbirinde yedi yıldızlı bir otel olarak değerlendirilmesi gelmemişti aklımıza.
Bir Oldu Bitti Hikayesi
Sonra bir gün sadece tütün deposunun değil arkasındaki benzin istasyonunu da içine alacak şekilde tüm alanın kapatıldığını görünce ya da işitince irkildik. Yine İstanbul'da bir oldubitti hikâyesi yaşandığı refleksi ile neler olduğunu anlamaya çalıştık. Komşular da süreçten habersizdi. Ne İDO, ne depo-müze yetkilileri ne de öndeki büfe, otel olacağından gayri bir bilgi verebildi. Kent yönetiminin bu denli önemli bir yapıya ne olduğuna ya da ne olacağına dair bilgiyi paylaşması da beklenmeyeceğinden gazetelerde çıkan haberleri taradık. İktidar partilerine ve ideolojisine yakınlığı ile tanınan bir tekstil firması almıştı iki yapıyı da.
Süreç, küreselleşen İstanbul'a yakışan bir otel yapılabilmesi için koruma imar planı tamamlanmadan geçici yapılaşma koşulları üzerinden projenin yasal gerekliliklerini tamamlamakla başlıyordu. Ulaşım Mü-dürlüğü'nden olumlu görüş çıkmıştı, belediye öncelikli projeleri için kurulu beklerken bu proje çoktan kuruldan olurunu almıştı.
Eski benzin istasyonunun Maaruf Önal (2000 yılı Sinan Ödülü sahibi mimar-1958'den günümüze değin Yıldız Teknik Okulu, İDMMA, Yıldız Üniversitesi vı YTÜ bünyesinde mimarlık lisans ve lisansüstü eğitiminde proje dersleri yanında yapı üretimi ve şehircilik dersleri vermiştir) tarafından yapılmış ilk kadanabilir çatı uygulaması olan önemli bir mimarlık eseri olması da sermaye grubunun Boğaz kıyısında oteli yapabilmesinin önünde bir engel teşkil etmezdi kuşkusuz. Hızla inşaat makineleri çalışmaya başladı.
Gelip geçerken en azından projeyi tanıtan bir levha asarlar diye bekledik ama nafile. Geçen günler içerisinde sadece ön cephe kaldı kurduğumuz hayallerden geriye. Ne katlanabilir çatı kaldı, ne de Boğaz'a bakan tütün deposu... Beyoğlu'ndaki yapıları da böyle korumuştuk zaten biz, sadece ön cephe yeterdi, koruduğumuz izlenimi ve illüzyonunu yaratmaya, ne gerek vardı yapının tamamına. O yapı bütünüyle orada bir anlam ifade etmiş, insanların hatıralarında yer etmiş, sadece ön cephe korunarak bunun yıkımdan bir farkı kalmazmış.
Romantik hayallerdi bunlar. Yıkmak ya da korumak gibi bir diyalektik üzerinden düşünmeye alışmıştık biz. Koruyacaksak, çevresindekileri yıkıp o yapıyı tuzluk gibi ortada bırakırdık ya da yıkardık. Korumanın alternatifi yıkmak değildir ya da tersinden, iktisaden de yıkmayı düşünmediklerimiz olabilir ama bunları koruma çatısı altına sokamayız diye düşünsek de küresel İstanbul'un "imaj-maker"ları bu söylemlere kulaklarını tıkadı. Hatta biz de korumayı kavram-sallaştıramadık galiba.
Yabancı Olduğumuz Bir Semt Silueti
Diğer yandan Beşiktaş, hep üniversitelere olan yakınlığı, kullanıcı ve yaşayanlarının da üniversite öğrencisi ağırlıklı yapısından da kaynaklanan özellikleri ile kültür-sanat ağırlıklı bir çerçevede değerlendirilirdi. Taksim kadar kozmopolit değil ama Taksim'e yakın, kitapçıları, öğrenci evleri, cıvıl cıvıl çarşısı ile samimi ve hareketiiydi. Şimdi ise bahsi geçen yedi yıldızlı otel, Deniz Müzesi için geliştirilen proje yarışmasına bağlı olarak yaşanacak değişim, Akareüer'de yer alan sıraevlerin lüks konut ve otel olarak projelendirildiği söylemi, araç yolunun alta alınması ve yeni meydan projesiyle tamamen yabancı olduğumuz bir Beşiktaş silueti çıktı önümüze.
Yedi yıldızlı otel belli başlı üst düzey hizmedere gereksinim doğuracak kuşkusuz. Bakımlı bir peyzaj projesi, son moda çiçekler, yemyeşil çimler, son teknoloji ve estetik aydınlatma elemanları büyük bir otopark, otel ile birlikte hayatımıza girecek. Boğaz manzaralı yedi yıldızlı otelin önünde vale parking olacak, üniformalı otel personeli kapıda bekleyecek valizleri taşımak için.
Uluslararası konferansa gelenler Beşiktaş'ın şimdiki kullanıcısı ile karşılaşmayacak bile otele girerken. Bu kapsamda mevcuttaki otobüs durakları, kısa san-dalyeli büfe kalamaz otelin önünde. Kamusal alan, otel ile parçalanacak, ufalacak, yok olacak orada içtiğimiz çaylarla birlikte.
Ardı arda sıraladığım kelimeler süreci anlatmaya yetti mi bilemiyorum ama başka bir Beşiktaş farklı bağlamlarda ürküttü beni. Kongre Vadisi, AKM'nin yıkımı tartışmalarının arasında Beşiktaş'taki tütün deposu da yeni bir kurban olabilirdi. Tabi neye kurbandı bu yapılar? İktidardaki ideolojinin kente izini bırakma isteğine mi? Küresel sermayeye eklemlenme sürecinde ulusal ve uluslararası sermayenin kenti daha çok etid-lemesine mi? Yoksa hepsi son dönemde iç içe mi geçmişti? "Yürüme"den(*) son satırlar aklımda, kente yakından bakmak ve belki başka projeleri de yakalamak umuduyla devam ettim yoluma...
(*) "Yürüme" Oruç Aruoba'nm kitabı olur ve şiddetle tavsiye edilir.