İTÜ’de mühendis arkadaşların ayda bir düzenledikleri öğle
yemeğindeyiz. En genci 85, en yaşlısı ise 90 yaşında. Herkes şık mı şık, kibar
mı kibar, yakışıklı mı yakışıklı... Zehir gibi bir zihne ve gayet sağlıklı bir
görünüme sahipler. Anıtkabir, Atatürk Kültür Merkezi, Lütfi Kırdar Kongre ve
Sergi Sarayı, demiryolları, barajlar, limanlar, gökdelenler, fabrikalar ve
holding binalarının çoğu onların imzasını taşıyor. İkinci Dünya
Savaşı sırasında çok zor şartlar altında İTÜ’de eğitim görmüş, savaşın
1945’te bitmesiyle birlikte de mezun olmuşlar. Savaş sonrası bu mahrumiyet
döneminde ise kimisi kamuda, kimisi özel sektörde, kimisi de üniversitede
öğretim üyesi olarak çalışarak ülkenin kalkınmasında önemli rol almış. Kendi
deyimleriyle “kazma kürek” ile Türkiye’yi inşa etmiş inşaat mühendisleri ve
mimarlar onlar...
“Eskiden her şey çok farklıydı. 1950’lerde İstanbul’da nüfus 1 milyondu.
Şimdi 20 milyona yakın. Beklentiler bile değişti. İnsanlar artık mutluluğu bir
şeye sahip olmakta görüyorlar. Biz öğrenciyken sınıfta 40 kişiydik. Sadece üç
kişide radyo vardı. Ama biz mutluyduk, değil mi be Fuat?” diye sesleniyor
yemekte yanında oturan ve afiyetle balığını yiyen arkadaşına Haluk
Özberki (89). Hem okuyup hem çalıştığını anlatıyor bize. “Üniversite
üçüncü sınıftayken Merzifon’da, dördüncü sınıftayken Elazığ-Van hattında ve
Murat Çayı’nda, beşinci sınıfta ise Denizli sulamasında çalıştım. Hayatım hep
dilim dışarıda, çalışmakla geçti. Mersin’de 175 metre yüksekliğindeki gökdeleni
inşa ettim” diyor bize heyecanla.
“Bizim işimiz zordu artık bilgisayarla daha kolay”
Yanında oturan arkadaşı Fuat Diriker (88) ise bir İngiliz
firmasıyla birlikte İstanbul’un bütün kanalizasyonlarını yaptığını söylüyor.
Aynı zamanda Edirne-Kınalı otoyolu, İstanbul’daki İş Bankası binaları,
askeriyenin lojmanları, Mardin’deki çimento fabrikası, hatta Koç’un Kabataş’taki
ilk genel müdürlük binasının altında da onun imzası olduğunu öğreniyoruz.
88 yaşındaki Asaf Yeğenoğlu grubun neşe kaynağı. İkinci
Dünya Savaşı’yla birlikte okula başladıklarını, Hiroşima’ya atılan atom
bombasından sonra sona eren savaşla birlikte de mezun olduklarını anlatıyor
gülerek. Yeğenoğlu da yaptığı işlerle Türkiye’ye büyük katkısı olan inşaat
mühendislerinden. 36 yıl Devlet Demiryolları’nda çalıştıktan sonra emekli
olduğunu, 20 yıl da özel sektörde çalıştığını anlatan Yeğenoğlu, “Bugüne kadar
200 köprü, 4 tünel, 28 kilometre demiryolu hattı yaptım. 80 yaşına kadar
çalıştım. Artık bilgisayarla çalışmak çok kolay. Bizim zamanımızda o statik
hesapları elle yapmak çok zamanımızı alıyordu. Çok yorulurduk” diyor.
Mezun olur olmaz İTÜ’de asistan olarak çalışmaya başladığını, bu okuldan da
emekli olduğunu anlatan İsmet Aka (85) da mesleklerini çok zor
şartlarda icra ettiklerini anlatıyor: “Savaş zamanı çok sıkıntı çektik.
Kaloriferler yanmazdı, üzerimizde paltolarla derse girerdik”. Bugüne kadar
Aka’nın inşa ettiği en önemli yapılar arasında ise Anıtkabir’in mozole kısmı,
Atatürk Kültür Merkezi, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı ile Sultanahmet’teki
İstanbul Adliye Sarayı var. Bize ayrıca İnönü Stadı’nın saçağında da imzası
bulunduğunu anlatıyor...
İnönü Stadı’nda imzası olan mühendis olur da Fenerbahçe Stadı’nda “parmağı
olan” mühendis olmaz mı? İşte o mühendis Ali Orhan Bangal (89):
“Fenerbahçe Stadı’nın ilk kısmını inşa etmek kısmet oldu” diyen Bangal, ayrıca
demiryollarında çalışmış, Eskişehir ve Florya Garı’nı inşa etmiş. Bütün
depremlerde hasar tespiti de yaptığını anlatan Bangal, 85 yaşına kadar
çalıştığını söylüyor.
İTÜ binasına ilk kazığı çakan mühendis
Muammer Çağdaş (88) 1940’lı yıllarda imkanların çok kıt
olduğundan, mahrumiyet döneminde çalıştıklarından söz ediyor: “Ama bize herhangi
bir yerde iş var dediklerinde o mahrumiyet bizim gözümüzde hiçbir engel teşkil
etmezdi. Şimdiki gençlerin aksine ülkenin en ücra yerlerine bile gittik. Biz yol
yapımında kazma kürek kullanırdık. Bugün en ufak bir hendek kazılacağı zaman
mühendisler ‘Bu nasıl kazılır, makine yok mu?’ diye soruyorlar.”
Çağdaş’ın İstanbul’da Göksu deresinin üzerindeki köprüyü, Haliç’te bir türlü
tutmayan rıhtımı ve Bergama’da bir tekstil fabrikası yaptığını öğreniyoruz.
Çağdaş aynı zamanda Ayazağa’daki İTÜ binası inşa edilirken de ilk kazığı çakan
mühendis...
Şeref Atılay (88) ise Londra Asfaltı’nın yapımında görev
almış. Bugüne kadar pek çok köprü ve bina inşaatları yapan Atılay’ın, İskenderun
limanı, Şile limanı ve Marmara’daki pek çok iskelede de imzası var. “Ayrıca
İzmit’teki Merkez Bankası binası, Abdi İbrahim ilaç fabrikası da yaptığım
inşaatlar arasında” diyor...
Bülent Demiren (88) ise İstanbul’daki Hilton otelinin
inşaatında görevliymiş. 88 yaşında hâlâ çalışan Demiren, binalarda enerji
tasarrufu için kullanılan YTONG’u Türkiye’ye getirdiğini anlatıyor.
İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden 22 yıl önce emekli olmuş, 40 yıl üniversitede
hocalık yapmış bir isim Prof. Ruhi Kafesçioğlu (90). Hâlâ
okulunun içinde olduğu araştırma projelerine katılan Kafesçioğlu, 1948’den beri
üniversitede sürdürdüğü bir araştırmanın nihayet sonlarına yaklaştıklarını ifade
ediyor: “Toprak yapıyla ilgili bir proje. Minimum enerji kullanımıyla, yakıt
tüketimi olmadan bir duvar malzemesi üretme çalışması bu.”
“Mühendisler ülkelere medeniyeti getirir”
Grubun en genci ise 85 yaşındaki Muzaffer Sudalı. İTÜ
Mimarlık Fakültesi’nde 43 yıl hocalık yapmış. Geçmişe özlem duyduğunu anlatıyor
bize: “Biz eski İstanbul’u özleyen insanlarız.”
Prof. Vahit Kumbasar (88) hayatını İTÜ’de mühendis
yetiştirmeye adamış bir isim. Çünkü ona göre mühendisler bir ülkeye medeniyeti
getiren insanlar: “Türkiye’de medeniyetin gerektirdiği demiyollarını, barajları,
limanları, binaları aklınıza ne geliyorsa bizler yaptık. Bugün mühendisler
sayesinde rahat yaşanıyor.”