Dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde yer alan
Türkiye'de, ölçümlerin yapılmaya başladığı
1900 yılından bu yana en şiddetlisi 7.9 olarak kaydedilen
90 büyük depremde, resmi verilere göre 82 bin 372
kişi hayatını kaybetti. AA muhabirinin Boğaziçi Üniversitesi
Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü verilerinden
derlediği bilgiye göre, geçen yüzyılda ülkede kaydedilen en yıkıcı deprem, 26
Aralık 1939 tarihinde Erzincan'da meydana geldi. Kış
şartlarının yaşandığı bu dönemde 32 bin 962 vatandaş hayatını kaybetti.
Yurt çapında ulusal yasın ilan edildiği depremde, yıkımın yanı sıra soğukla
da mücadele eden depremzedelere, ancak iki gün sonra ulaşılabildi. Bu trajedi,
Türkiye'nin deprem gerçeğiyle yüzleşmesine yol açarken, ilk kez alınacak
önlemlerin tartışılmasına başlandı. Ancak önlemler bazında kayda değer
düzenlemeler gerçekleştirilemedi.
Bu depremin ardından 1942'de Tokat Erbaa'da 3 bin, 1943'de Samsun'un Ladik
ilçesinde 4 bin, 1944'de Bolu Gerede-Çerkeş'de 3 bin 959 kişinin hayatına mal
olan 7.2 aletsel büyüklüğünde 3 büyük deprem ülke gündemine girdi.
Muş Varto'da 1966 yılında 6.9 büyüklüğünde kaydedilen depremde 2 bin 396,
Kütahya Gediz'de 1970 yılında 7.2 büyüklüğünde depremde 1086, Diyarbakır Lice'de
1975 yılında 6.6 büyüklüğündeki depremde de 2 bin 385 vatandaş kaybedildi.
Sonraki yıllarda 1976 Van Muradiye'de 7.5 büyüklükte depremde 3 bin 840,
1983'de Erzurum ve Kars'ta 6.9 büyüklükte depremde 1155, 1992 Erzincan'da 6.8
büyüklükte depremde de 653 yurttaşını yitiren Türkiye, 1999 yılına gelindiğinde
Marmara depremi olarak anılacak Gölcük merkezli 7.8 büyüklüğündeki sarsıntıyla
uyandı. Bu depremde, resmi kayıtlara göre can kaybı bilançosu, 17 bin 480 oldu.
Aynı yıl içinde 763 vatandaş da, Düzce'de 7.5 büyüklüğünde meydana gelen
depremde can verdi.
-Marmara milat oldu-
Bulunduğu coğrafyada yüzde 90'ı deprem bölgesi olan Türkiye'de, önemli
kentler birinci derece riskli kuşakta yer almasına karşın deprem gerçeğine
ilişkin ciddi çalışmaların başlatılmasında, 1999 Marmara
depremi milat oldu.
Bu tarihten sonra önemli yasal düzenlemeler ele alınırken, devlet ve
üniversiteler çalışmalarda başı çekti.
Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü
Prof. Dr. Zafer Akçığ, konuya ilişkin olarak AA muhabirine
yaptığı açıklamada, ülkede neredeyse deprem riski taşımayan bir yerin
bulunmadığını kaydetti. Prof. Dr. Akçığ, deprem açısından dünyanın en riskli
merkezlerinden birisi olan Türkiye'nin çok önemli levha hareketlerinin etkisinde
bulunduğunu belirterek, ''Dünyada en riskli kentler açısından yapılan sıralamada
İstanbul 2., İzmir ise 20. sırada yer alıyor'' dedi.
Türkiye açısından depremde asıl tehdidin bina güvenliği olduğuna işaret eden
Prof. Dr. Akçığ, ''Deprem yıkar, ama nasıl yıkar? Japonya'da 7.5 büyüklüğünde
depremde hiç bir şey yok, ama bizde 6'ya dayandığı anda olaylar meydana gelmeye
başlıyor. 4.5 ile 6.5 arasındaki orta büyüklük dediğimiz depremlerde, hiç bir
şey olmaması lazım. Japonya'da, ABD'de hiç bir şey olmuyor'' dedi.
17 Ağustosun ardından depreme ilişkin alınması gereken önlemler konusunda
ciddi anlamda çalışmaların başladığını ifade eden Prof. Dr. Akçığ, şunları
kaydetti:
''Ayaklarımız yere basıyor ama yavaş basıyor. Belediyelerin bu konuda çok
bilgi sahibi oldukları kanısında değilim hala. Birkaç belediye dışında. Öyle bir
hareketi görmüyorum ben. Marmara depremine kadar hiç bir şey tartışılmadı. Ama
yıkıcı depremler devam etti. Kimse o gerçeği görmedi, bunları bir türlü kabul
ettiremedik. Yaşanmadıktan sonra acıyı kabul ettiremiyorsunuz. Ama 17 Ağustos,
çok farklı boyutlarıyla geldi. Ben ona hep milat diyorum. Bir kere batıyı
etkiledi, sanayiyi etkiledi, ölü sayısı minimum 15 bin oldu ve yetişmiş
elemanlar kaybedildi. Deprem gerçeğiyle öyle tanıştık. Şimdi Türkiye'de bir
takım hareketler var. Kamu ve üniversitelerin başını çekmeye çalıştığı. Ama
topyekun bir seferberlik görmüyorum. Hala birçok güçlendirilmesi beklenen
binalar, ara sıra boşaltılan okullar. O yatırımı
göremiyorum.''