Türkiye'nin Çevre Politikası Güdük!



Türkiye ile AB arasında yılın son haftalarında önemli bir adım atıldı ve "çevre" başlığı müzakerelere açıldı. Böylece Türkiye toplam 33 fasıldan 12'sinde müzakereleri başlatmış oldu. Ancak çevre başlığı, "açılması kolay, kapatılması zor" bir başlık olarak nitelendiriliyor. Bu tanımlamanın nedenlerini ve çevre başlığında Türkiye'yi bekleyen zorlukları Bahçeşehir Üniversitesi Avrupa Birliği bölüm başkanı Dr. Cengiz Aktar ntvmsnbc'ye değerlendirdi.

Dr. Cengiz Aktar'a göre bu başlığın müzakereye açılması bile kolay olmadı. Ancak İsveç, dönem başkanlığı esnasında en azından bir başlığın açılması konusunda çok ısrarlı olduğu için bu başlık müzakerelere açıldı. Çevre başlığındaki müzakereler "zorlu" olarak nitelendiriliyor, çünkü Türkiye'nin çevre karnesinde birçok zayıf var ve varolan düzenlemeleri AB ile uyumlu hale getirmek 60 milyar Euro'ya yakın bir yatırım yapmak gerekli.

Hidroelektrik santral çevre dostu sanılıyor

Çevre başlığına en zor başlık denmesinin sebebini ise Dr. Cengiz Aktar şöyle açıklıyor:

"Bir kere Türkiye’nin dişe dokunur, ciddiye alınacak bir çevre politikası yok. En büyük zorluk bu. Günü gününe belirlenen ve vahim temel yanlışlarla yürüyen bir politika var. Mesela Türkiye’de hidroelektrik santrallerin çevre dostu olduğu zannediliyor. Bunu üstelik Çevre Bakanlığı savunuyor. Elektrik üretimi için kömürle işleyen santrallerin çevreye zarar vermediği düşünülüyor. Dünyada kabul görmüş çevre koruma normlarıyla alakası olmayan bir çevre yaklaşımı var Türkiye’de. En büyük zorluk bu. Kömür ve hidroelektrik santrallerde yoğunlaşan bir enerji politikası, bugün dünyada kabul görmüş çevre koruma normlarına tamamen aykırıdır.

Suriye ve Irak ile ortak yönetim olacak

Tabii bu enerji kısmı. Onun dışında atık sorunu ve barajlar sorunu var genel anlamda. Türkiye'de modası geçmiş, büyük baraj anlayışı var. Halbuki bunlar bio-çeşitliliğe ölümcül darbeler vuruyor. Sınıraşan sular sorunu var. AB ile müzakereler neticesinde Türkiye’nin sınıraşan sular yönetimi ortak olacak. Çünkü AB, bizim taraf olmadığımız "Sınıraşan Su Yolları Kullanımı ve Korunmasına İlişkin BM Sözleşmesi"ne atıfta bulunuyor. Dolayısıyla Türkiye’de bu sözleşmelere dahil edildiğinde, Fırat ve Dicle suyunun Suriye ve Irak’la ortak yönetilmesi gündeme gelecektir. Bu iyi birşey aslında. Çünkü “kaynak bende” nasılsa diye istediğin şeyi yapmanı engelliyor.

AB ile Türkiye'nin güdük mevzuatı arasında çok fark var

Bütün bu konulara baktığınızda, AB’nin çok gelişmiş, çok mütekamil olan çevre mevzuatı ile Türkiye’nin güdük, iptidai ve temel hatalar içeren çevre mevzuatı arasında gece ve gündüz gibi bir fark var. O yüzden çevre çok zor bir başlık. Türkiye’nin yaklaşımını değiştirmesi gerekecek.

Dönüşümün maliyeti en az 60 milyar Euro

Çevre konusundaki politikaların, özellikle de sanayi atıklarının yönetimi konusundaki değişimi sağlayacak politikaların yüksek maliyetli olduğu biliniyor. Yapılan araştırmalara göre, 60 milyar Euro’luk bir bütçe gerektiriyor bu dönüşümü sağlamak. Ancak bunun dışında Türkiye bu konuyla ilgili etki analizini hala yapmadı. Yani, "Çevre mevzuatımı AB ile uyumlu hale getirdiğimde, bunun sanayiye yükü ne olacaktır?" Bu soru henüz araştırılmadı. Bu dönüşümün sanayiye neye mal olacağını bilmiyoruz. Bunun yapılması şart.

'Çin ve Hindistan ile rekabeti etkiler' denecek

Ama bu dönüşümün yapılmasında şöyle bir sorun var; Fransa gibi ülkeler Türkiye’ye, ‘Hiçbir zaman üye olamayacaksınız’ diyor. O zaman da "Hiçbir zaman AB'ye üye olamayacak olan Türkiye’nin, bu çok maliyetli politikayı uygulaması ne kadar anlamlı?” sorusu sorulacak. Tabii ki çevreyi kirletmek, çevreye zarar vermek prensipte iyi birşey değil. Bunun altını çizmek lazım. Ancak, çevre ile ilgili bu düzenlemelerin Çin ve Hindistan gibi ülkelerle rekabeti olumsuz etkileyeceği iddia edilecektir.

Dolayısı ile Türkiye’nin önünde çok önemli bir dönem başlıyor. Çevre konularını çok laubali bir şekilde ele alan hükümetin, artık bu konuya çok daha ciddi yaklaşması gerekecek. Çevre konularında hassasiyeti yüksek olan sivil toplum kuruluşlarının önünde, bu müzakere başlığının açılması ile muazzam bir imkan, muazzam bir yol açılacak. AB’nin çevre normları Türkiye’ye girdikçe, çevre hassasiyeti artacak. Bir de elimizdeki çevre dostu imkanları tanımaya ve belki de onlara yönelmeye başlayacağız. Rüzgar, güneş ve jeotermal enerji gibi. Yani Türkiye kömür, doğalgaz ve petrol gibi fosil enerji kaynaklarından çıkıp, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçecektir. Dolayısı ile Türkiye, çevre başlığının müzakerelere açılması ile birlikte bu sorunları önümüzdeki dönemde daha çok tartışılacaktır."