Dünkü yazımda Avrupa Birliği ülkelerinin, çevre korumada kesin başarıyı ancak, ekonomik araçları ve piyasa mekanizmalarını devreye sokarak yakaladıklarından söz etmiştim. Sabah erkenden telefonla arayan Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Öztürk'ü de dinleyince iyice ikna oldum ki, Türkiye için önümüzdeki dönemin en iştah açıcı sektörlerinden biri enerjiyse, diğeri de çevre olacak.
Çevre korumanın, artık uluslararası bir sektör olduğuna işaret eden Prof. Öztürk, Türkiye'de çevre sorunlarımızın üstesinden gelebilmemiz için mutlaka çevrenin bir sanayi haline gelmesi gerektiğini savundu:
Çevreyi korumada en başarılı AB üyesi olan Almanya'da sadece ambalaj atıklarının toplanarak geri dönüşümünün yıllık cirosunun 2 milyar avro olduğunu hatırlatan Öztürk, "Türkiye'de çevre bir sanayi, bir sektör olsaydı, özel sektör yukarıdaki taraflar arasında dengeyi sağlardı," görüşünde.
Dün Brüksel'e gitti
Öztürk'ün verdiği bilgiye göre AB'nin çevreyle ilgili 70 ana direktifi var ve bunlardan % 45'i, ayrıntılı tarama süreci henüz başlamadığı halde uyumlaştırılmış durumda. 2 yıl içinde de mevzuatın tümünün uyumlaştırılması tamamlanacak.
Bakanlık, Brüksel'den sağladığı 5.5 milyon euroluk hibeyle 2023'e kadar çevreye her yıl ne kadar yatırım yapılması gerektiğinin hesabını da çıkartmış. Ve içme suyu, atık su, katı atık konusunda oluşturulan Ulusal Çevre Eylem Stratejisi, Yüksek Planlama Kurulu'ndan da geçtikten sonra dün Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla Brüksel'e gönderilmiş.
Ulusal Çevre Eylem Stratejisi, çevre korumada AB ile uyum için 17 yılda 61 milyar euroluk yatırımı, bu miktarın 30 - 35 milyar euroluk kısmının atık su ve şebeke suyu için gerektiğini, çevreyi kirleten sanayicilere, kendi tesislerinde AB normlarına uyum için 18 milyar euroluk bir maliyeti öngörüyor.
Belediyelere mektup
Çevreye uyum bağlamında Türkiye, Hırvatistan ve Bosna - Hersek için Brüksel'den gelecek hibe toplamı 10 milyar euro; bize gerekli yatırım miktarının yanında devede kulak! Öztürk "Brüksel'den fazla bir şey bekleyemeyeceğimize göre kendi iç yatırım kaynaklarımızı ortaya çıkartmalıyız" diyor.
Bunun anlamı halkın suya daha yüksek bedel ödeyerek yatırımı finanse etmesi, iş dünyasının sonradan işletmeyi de üstlenmesi karşılığında gerekli finansmanı bulup yatırımcı olması.
Öztürk, 450 belediyeye mektup yazmış: "Biz belediyelere şunu söylüyoruz: Suyu tonu 30 YKr'a satarak bu işi yürütemezsiniz. Suyun sağlıklı bir biçimde evlere gelebilmesi için ton başına ortalama fiyat 1.5 YTL olmalı (İstanbul'daki gibi). Bizde işletme mantığı zayıf. İstediğiniz kadar atık su tesisi yapın, kanalizasyon yapın, özel sektör gelip yapsın, AB hibe etsin... Belediyeler suyu ton başına 30 YKr'a sattıkları sürece o tesisler çalıştırılamaz. Brüksel benden istiyor bunu. 'Yatırımları nasıl finanse edeceğini bana bildir' diyor. Türkiye'yi arıtma tesisi mezarlığı yapamayız."