Temmuz ayından bu yana süregelen uzun soluklu ‘Fransa’da Türkiye
Mevsimi’ etkinlikleri, bu akşam (6 Nisan 2010) Versailles
Şatosu kraliyet opera salonunda noktalanacak. Başbakan Erdoğan’la
birlikte Türkiye’den gelen delegasyonun 150 kişiyi bulmasını, bir tür
‘başarı kutlama çıkartması’ olarak da nitelemek mümkün. Ancak,
Fransız tarafının bu başarıyı pek o kadar da büyütmediği (ya da görmek
istemediği) ortada. Son etkinliğin davetiyelerinde, Senato Başkanı
Gerard Larcher ile, Versailles Şatosu Müdürü eski Kültür Bakanı
Jean-Jacques Aillagon dışında, Fransız hükümetini ve devletini
üst düzeyde temsil edecek adlar görülmüyor...
17. Yüzyılda inşa edilmiş görkemli Versailles Şatosunda, aynı dönem
İstanbulunun geleneksel gösterilerinden esinlenen ‘Müsennâ’
izlenecek. Soprano Chimene Seymen’in, Doğu ile Batının
İstanbul’da buluşmasını simgeleyen barok opera türündeki mizanseniyle, Ağustos
ayından bu yana Paris dışında sekiz kentte sahnelenen Müsennâ, geçen hafta
başkentte yapılan ilk gösteriminden sonra şimdi de Versailles gibi simgesel bir
mekânda Mevsim’i kapatacak...
Peki, Başbakanımızın önceden videodan izleyerek ayak bastığı yeri sağlama
aldığı; müzik dans ve tiyatronun tarihsel süzgeçten geçen karışımı olan çağdaş
gösteri Müsennâ’yı izledikten sonra verilecek kapanış kokteylinde kadehlerimizi
‘Fransa’da Türkiye Mevsimi’ şerefine kaldırırken, tam olarak
neyi kutlayacağız? Önce, dokuz ay süren bu uzun soluklu etkinlikler korosunun
çoksesli yetkinliğini selamlayacağız. Kimi yetersizliklere,
uyumsuzluklara, unutulanlara ve ciddi bir ekibin özverili çabalarına karşın yer
yer düğümlenen eşgüdüm sorunlarına karşın, Türk kültür ve sanatını Fransız
halkına geniş bir yelpaze içinde tanıtma konusundaki yararını; yol açıcı
nitelikteki genel başarısını kutlayacağız. Sonra Elysée Sarayı
sıcak bakmadığı için planlanan ‘Türkiye Yılı’nın zar zor dokuz aylık bir mevsime
dönüştürüldüğünü, ancak içeriğinin belki de iki yıla yayılması gerekecek kadar
yoğun ve çeşitli olduğunu gülümseyerek anımsayacağız...
Sonuçta, bir ders yılı uzunluğundaki Mevsim’in kalın karnesi belki tümüyle
yüksek notlarla dolu değil ama herşeye karşın sınıfı rahatlıkla geçtiğimiz
ortada. Bağımsız ve tarafsız bir öğretmen, öğrencisi Mevsim için
‘Başarılı; ancak, bir üst sınıfta daha çok ve metodlu çalışmalı’
diye not düşebilir...
Hal ve gidiş notu da iyi !..
Karnede beklenenden daha olumlu çıkan bir not daha var: ‘Hâl ve
gidiş: Oldukça iyi’! Tüm ‘demokratikleşme’ çabalarına karşın, düşünce
ve yaratma özgürlükleri konusunda beyinlerden kazınamayan eski alışkanlıkların
getirdiği ‘sansürcü eğilim’ yanında, sanatçıları ve
organizatörleri otosansüre iteleyen kimi korku ve kuşkular, tabular ya da en
hafifiyle denetimci zihniyet, Fransa’da Türkiye Mevsimi etkinliklerini pek fazla
etkilemedi. Tam tersine, bu konuda da kimi olumlu gelişmeler gözlemlendi.
Örneğin, Pınar Selek, Demir Özlü, Aslı Erdoğan, Oya Baydar gibi
devlet politikalarını ve adaletini eleştiren, bazıları geçmişte ya da bugün
ülkeyi terketmek zorunda kalmış yazarların resmi etkinlikler programında yer
aldılar. Ankara, bu etkinlikleri en fazla ‘görmezden geldi’...
‘Hâl ve gidiş’ notunun onur verici bir düzeye yükselmesini
engelleyen başlıca ayıp, uluslararası düzeyde en çok sevilen ve saygı gören Türk
piyanist-besteci Fazıl Say’ın program dışı kalması; özellikle
de Metin Altıok oratoryosunun seslendirilmesi için
Odéon Avrupa Tiyatrosu tarafından getirilen teklife olumlu yanıt
verilmemesiydi. Bu arada, Orhan Pamuk’un da resmi programda unutulmamasını
sağlayanın Odéon Tiyatrosu olduğunu unutmamalıyız...
Mart ayı edebiyatın
Fransızlar çağdaş Türk edebiyatını da Mevsim boyunca, yakından tanıma olanağı
buldu. Yalnız Fransızlar değil, Fransa’nın değişik bölgelerinde yaşayan
Türklerin büyük bir bölümü de, bugüne kadar okumadıkları birçok Türk yazar ve
şairi Fransızca çevirilerinden tanıma, yer yer de kendileriyle buluşma
ayrıcalığına kavuştular. Mevsim’in desteğiyle onlarca yeni çeviri kitap
yayınlandı; yaklaşık 60 yazar ve şair Fransa’nın değişik yörelerinde,
söyleşilere katıldılar... Edebiyat mart ayı etkinliklerinin de ağırlıklı
noktasıydı. Özellikle Paris Kitap Fuarında, umduğumuz gibi
konuk ülke olmasak da, 30 yazarın katılımıyla ilk kez ciddi ve geniş bir tanıtım
standı yer aldı; söyleşiler, imza günleri düzenlendi.
Yine mart ayında, Sorbonne Üniversitesinin tarihi
anfilerinden birinde yaklaşık 100 kişinin katılımıyla gerçekleşen şiir
buluşmasında Lale Müldür, Gültekin Emre, Haydar Ergülen ve Tarık
Günersel’in şiirlerini kendi seslerinden dinledik. Fransa’da ilk kez
1982 yılında yayınlanan Türk Şiiri Antolojisinin çağdaş şairleri de içine alan
genişletilmiş yeni baskı yayımlandı. Mevsim’in önemli son etkinliklerinden biri
de, Fransız sinemateğinde dün son bulan Metin Erksan toplu
gösterisiydi.
Verimli tohumlar...
Sonuçta, artı ve eksiler tartıldığında, terazinin ibresi açıkça artıyı
gösteriyor. Dile kolay, dokuz ayda, iyisi/kötüsü,
büyüğü/mütevazisiyle 400 küsur etkinlik gerçekleştirilmiş!
Özellikle taşra kentlerinde hattâ kasabalarında daha yoğun ilgiyle karşılanan
etkinliklerin ufuk açıcı, merak kabartıcı, hep yakındığımız önyargıları
sorgulayıcı nitelikte olduğu, tanıtım ve açılım tohumları ektiğini gördük. Bir
de son anda karar verme alışkanlığımızdan kurtulup farklı düşünce ve görüşlerden
yararlanmayı becerip anlık gösteriş ve medyaya oynama kolaylıklarından
kurtulabilsek... O zaman, ibrenin pozitif yönde daha da ileri gideceğinden kuşku
yok.
Şimdi, Fransa’nın kültürel etkinlikler gündeminde üç ay önce başlayan
‘Rusya Yılı’ var. Ancak, iki tarafın da tam resmi desteğine
karşın, Rusya Yılı’nın, Fransa’da Türkiye Mevsimi’nden daha fazla iz
bırakabileceğini kimse düşünmüyor.