İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisadi
Gelişme ve Uluslararası İktisat Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi Özge Gözdemir
www.sonbaski.com
internet sitesinde “Su Politikaları üzerine” başlıklı makalesinde Türkiye’de su
ile ilgili gelişmeleri şöyle anlatmış:
”Son yıllarda IMF ve Dünya
Bankası ile yapılan pazarlıklarda verilen taahhütler 8. Beş Yıllık Kalkınma
Plânı’na da yansımış ve sudan ulaşıma; tarımdan madenciliğe; sağlıktan eğitime
kadar uzanan her alanda ulus ötesi şirket bağlantılı özelleştirmeler
öngörülmüştür. 10 Mart 2000 tarihinde Dünya Bankası’na sunulan 29 maddelik
mektubun ardından 8. Plânda da yer almış ve ulus ötesi şirketlerin Türkiye’nin
su kaynaklarını, özelleştirme yoluyla ele geçirebilmesinin ilk adımı atılmıştır.
“Temel İnsan İhtiyaçları” arasında yer alan Su’yun Eğitim, Sağlık, Enerji,
Telekomünikasyon, Sosyal Güvenlik, Belediye Hizmetleri ve diğer tüm hizmet
alanları ile birlikte ve GATS Anlaşması üzerinden ulusötesi şirketlere aktarılma
çalışmaları DTÖ’de aralıksız sürdürülmektedir.
Türkiye’de 1981 yılında çıkarılan 2560 sayılı İSKİ yasasının hizmetin
özelleştirilmesine olanak sağlayan maddeleri ile T.C.Maliye Bakanlığının iznine
bağlı olarak uluslararası kuruluşlara borçlanabilme olanağının da sağlanmasıyla
su ve kanalizasyon sektöründe yeni bir idari yapılanma ortaya çıkmıştır. Bu yeni
yapılanmanın temel çizgisi şirketleştirme-özelleştirme kısaca suyun
ticarileştirilmesi olarak adlandırılabilir. İSKİ yasasına tabi idarelerin,
yasanın tanıdığı imkanı kullanarak Uluslararası Finans Piyasalarından kredi
talep etmeleri ile kredi verecek kuruluşların ve özellikle Dünya Bankası’nın bir
takım koşullarını da beraberinde getirdi. Finansman ihtiyacı içindeki idareler
Kredi Kuruluşları ve Dünya Bankasınca dayatılan bu koşulları kabullenmekte,
kredi anlaşmaları ve projelerle yeni bir kurumsal yapılanma içine
girmektedirler.
Küresel Isınma, Su Kaynakları ve Tarım Üzerine
Etkileri
1800’lerin sonlarından itibaren küresel ısınma
sürecinin başladığı söylentileri gerek bilimsel verilerin yoksunluğundan gerekse
dönemin gerekliliklerinden ötürü çok fazla dikkate alınmadı. Japonya’nın Kyoto
kentinde 1997 yılında hazırlanan ve dünya çapında sera gazlarının azaltılmasını
öngören uluslararası Kyoto Protokolü, sera etkisi yapan gazların salınım
miktarının 2008-2012 yılları arasında 1990'daki seviyesinin yüzde 5 oranında
altına düşürülmesini öngörüyor.[11]
1988 yılında ABD’de yapılan toplantıdan
iklim uzmanı James Hansen, katıldığı bir toplantıda sera gazlarının etkilerinden
bahsederken, kuraklıkların, sellerin ve daha farklı doğal olayların artma
olasılıklarını gözler önüne serdi. Haziran 1992’de küresel ısınmanın, gelecekte
çok ciddi sonuçlar doğuracağının anlaşılması ve bu ısınmanın büyük ölçüde
insanoğlunun kendi faaliyetleri sonucu oluştuğunun anlaşılması üzerine,
hükümetler ani önlemler alınması konusunda harekete geçme ihtiyacı
hissetmişlerdir.
Sıcaklıkların mevsim normallerinin üstünde seyreden
dünyada, üretimin her geçen gün daha da artmasıyla küresel ısınma kendini
göstermiştir. 1990 yılından 2100 yılına kadar global anlamda yeryüzeyinin
ortalama ısı değerinin 1.4 – 5.8 Co artış göstereceği tahmin edilmektedir
Özellikle bilim adamlarının yaptığı araştırmalarda eğer müdahale edilmezse 10
yıl içinde dünyanın bir yıkım sürecine gireceği gözler önüne
seriliyor.
İklim değişikliğine sebep olan baslıca 6 adet sera-gazı içinde
en önemlisi toplam sera-gazı miktarı içindeki %82’lik payı ile CO2 gazıdır. CO2
gaz emisyonuna büyük oranda sanayinin ve ekonominin her sektörde kullanılan
fosil yakıtların (petrol, doğal gaz ve kömür) kullanımı sebep olmaktadır. Bu
nedenle enerji politikaları sera-gazı emisyonlarını doğrudan etkilemektedir.
Diğer seragazları ise büyüklük sırasına görke Metan (CH4), Azotoksit (N2O),
Hidroflorokarbon (HFC), Perflorokarbon (PFC) ve KükürtHekzaFlorid (SF6) olarak
sıralanabilir. Elektrik üretmek için kömür ve doğalgaz, arabaları, otobüsleri,
uçakları çalıştırmak için petrol, hayatımızı kuşatan sanayi ürünlerini ve
sentetik maddeleri üretmek için yine petrol kullanılmaktadır. Kullanılan her
parça fosil yakıt atmosferdeki karbondioksit miktarını arttırmakta ve sonuç
olarak sanayi devri başladığından bu yana atmosfere 300 milyar ton karbondioksit
eklenmiştir.
Türkiye, küresel ısınmanın potansiyel etkileri açısından risk
grubu ülkeler arasındadır. Ülkemiz küresel ısınmanın özellikle su kaynaklarının
zayıflaması, orman yangınları, kuraklık ve çölleşme ile bunlara bağlı ekolojik
bozulmalar gibi olumsuz yönlerinden etkilenecektir.Hem ekolojik dengenin
korunması, hem de insan topluluklarının sürdürülebilir gelişiminin sağlanması
için, su ve toprak kaynaklarının bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçları
karşılayabilecek en akılcı bir şekilde kullanılması gerekmektedir.
Bugün
yeryüzünde en çok yararlanılan yenilenebilir su kaynağı akarsulardır.
Akarsuların aşırı ve plansız kullanımlarının olumsuzluklarına örnek vermek
gerekirse, Aral Gölü’nü besleyen Amu Derya ve Siri Derya nehirlerinin aşırı ve
plansız kullanımları, bu gölün oldukça küçülmesine yol açmış, bundan dolayı da
20 balık türü ortadan kalkmış ve balıkçılığın bitmesine neden olmuştur. Bir
başka örnek ise, Ganj Nehri gibi dünyamızdaki birçok büyük akarsu günümüzde
deltasına kadar ulaşamamaktadır. Önümüzdeki süreçte denizlerin yükselmesiyle bu
gibi akarsu yatakları vasıtasıyla tuzlu sular karaların içlerine ilerleyecekler,
toprak ve su kaynaklarında tuzlanmaya neden olacaklardır.
Toprakların
üretkenlik kapasitesinin düşmesi ya da yok olması çölleşmedir. Sanayileşme tarım
topraklarının sanayiye ayrılması olarak tanımlandığına göre, Bursa, Sakarya
ovaları, Çukurova, İzmir, Manisa, Kocaeli ve İstanbul Türkiye’nin en hızlı
çölleşen yöreleridir. Oysa gelecekte küresel ısınmanın etkisiyle tarımında
önemli verim kaybı yaşayacak Türkiye’nin tarım topraklarını kaybetmemesi, su
kaynaklarını cömertçe kirletmemesi gerekmektedir.
Türkiye, küresel
ısınmanın özellikle yağışın azalması, sıcaklığın ve dolayısıyla kuraklığın
artmasına bağlı olarak arazi kullanım şekli ve tarım metotları ile su
kaynaklarının kullanımı ve su kalitesi konusunda özen göstermelidir. Ülkemizde
adeta bir gelenek haline gelen ormanların ve meraların tahrip edilmesinin önüne
geçilmelidir. Yanlış arazi kullanımı yağışla gelen suyun toprağa sızmasını da
önlemekte yüzey akışa geçerek sele ve yeraltı sukaynaklarının beslenememesine
yol açmaktadır.İklime dayalı olumsuzluklardan ülke tarımımızın en az düzeyde
etkilenmesi için ülkemizin tarım kesimi ve bu kesimle muhatap olan tarım
kurumları devlet tarafından daha fazla
desteklenmelidir.
Sonuç
Tüm DTÖ üyesi ülkelerde
olduğu gibi Türkiye’de de mevcut su kaynakları ve su alt yapısı GATS kapsamında
ulusötesi şirketlere devredilme hazırlıkları yapılmaktadır. Ticarileştirme
sonucunda su fiyatlarındaki artışları yükselecek ve su hizmeti kısıtlı olarak
gelişmişlik düzeyine göre verilecektir. Yoksul bölge ve halklara su hizmetinin
ulaşabilmesi için gelecekte zorlu olacağı tahmin edilmektedir.
Son
yüzyılda önemli bir artış gösteren küresel ısınmanın en önemli nedeni,
sanayilesmeyle birlikte insanoğlunun faaliyetleri sonucu ortaya çıkan
sera-gazlarının (GHG) atmosfer içndeki emisyon oranlarının çok önemli miktarda
artmasıdır. Hem ekolojik dengenin korunması, hem de insan topluluklarının
sürdürülebilir gelişiminin sağlanması için, su ve toprak kaynaklarının bugünkü
ve gelecekteki ihtiyaçları karşılayabilecek en akılcı bir şekilde kullanılması
gerekmektedir.
“Su Politikaları Üzerine” makalesinin ilk bölümünü, “Dünya
Genelinde Su Politikaları” başlığı altında, dosyanın “Dünyadan” bölümünde
bulabilirsiniz”