İstanbul’da cuma akşamı sona eren beş günlük “32. Uluslararası
Arkeoloji, Araştırma ve Arkeometri Çalıştayı”nın kapanışında yabancı
bilim insanları adına konuşan Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Feliks
Pirson “Türkiye, zengin arkeolojik mirası ile uluslararası ölçüde,
adeta arkeolojik bir laboratuvara dönüşmüştür” dedi.
Açılış konuşmasını yapan Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü O.
Murat Süslü ise şu bilgileri katılımcılara iletti:
“Geçen yıl; 98 Türk, 48 yabancı bilim insanlarınca, 30 müzemizce ve eski eser
kaçakçılığının önlenmesi amacıyla da 109 kurtarma kazısı gerçekleştirildi.
Karayolu ve baraj etkileşim alanlarında 24 yerde kurtarma kazısı ile 2 yüzey
araştırması yapıldı. Ayrıca 76 Türk, 32 yabancı yüzey ve 1 adet de sualtı
araştırması düzenlendi. Böylece 309 kazı, 111 yüzey araştırması olmak üzere, 36
temizlik çalışmasıyla beraber toplam 456 bilimsel çalışmaya izin verildi. Bu
amaçla (yabancı kazılar ve araştırmalar dışında) 25.7 milyon lira ödenek
ayrıldı.”
Bir yıl önce bu sayı 417 idi…
Bu yılki “sempozyum (çalıştay)”, “2010 Avrupa Kültür
Başkenti” olduğu için İstanbul’da düzenlendi.
Anadolu’nun tarihsel, kültürel, dinsel mirası hakkında yerli ve yabancı bilim
insanlarının, dört ayrı salonda 360 bildiriyi sundukları çalıştay hakkında
basınımızda tek satır haber gördünüz mü? Göremezsiniz? Çünkü çalıştayda magazin
eklerini tam sayfa kaplayan baldır bacak görüntüleri yoktu! Kimin elinin, kimin
cebinde olduğuna ya da kimin kuşunun kimin kafesinde olduğuna ilişkin haberler
çalıştaydan çıkmazdı!
Alman arkeolog Pirson “Türkiye’nin uluslararası bir arkeoloji laboratuvarına
dönüştüğünü” söylüyor. Size son beş hafta boyunca bu alanda Türkiye’de
düzenlenen öteki etkinliklerin bir listesini vereyim. Bunlardan hangisi hakkında
basınımızda tek satır okudunuz?
28-29 Nisan Ordu -Kültür ve Turizm Bakanlığı- “Müzeler Kurtarma Kazıları
Toplantısı”, 20-21 Mayıs Ankara -Vehbi Koç Vakfı (VEKAM)- “Geçmişten Geleceğe
Türkiye’de Müzecilik”, 21-23 Mayıs İstanbul -Türk Tarih Kurumu- “İstanbul’un
Doğu Roma Günleri”, 26 Mayıs İstanbul -Avrasya Enstitüsü- “Müze Teknolojileri
Konferansları”, 31 Mayıs/1 Haziran İstanbul -Koç Üniversitesi- “Suriye ve
Anadolu Sınır Aşan Arkeolojik İlişkiler”, 3-6 Haziran İstanbul -Akdeniz ve
İtalya Üniversiteleri- 2. Uluslararası Akdeniz Dünyaları Çalıştayı’nda
“Efsaneler Akdenizi, Akdeniz Efsaneleri”.
Bu toplantılardaki bazı haberler yabancı basında yayımlandıktan sonra,
“Türkiye’de arkeolojik şu buluntular gün ışığına çıkmış!” gibilerden
çevirilerini, el âlemin oyuncağıyla gerdeğe girecek olan, basınımızda yakın
gelecekte okursunuz! Bunlardan bazılarını önümüzdeki günlerde Cumhuriyet’te
okuyabileceksiniz.
18-24 Mayıs tarihleri arasında dünyada “Müzeler Haftası” kutlanır. O hafta
Güney Anadolu’da dört müzeyi dolaştım. Bazı müzelerde sabahları valilerin de
katıldığı “kutlama törenleri” yapılmıştı. Ancak öğleden sonra müzelerimizde in
cin top oynuyordu! Nerede öğretmenlerimiz, nerede öğrencilerimiz, nerede yerel
basınımız? Müzede eğitilmeyen çocuklar sonra büyüyüp basın mensubu olunca konuya
ilgisiz kalır ya da Sabah gazetesinde 24 Mayıs’ta olduğu gibi “Sardes Antik
Kenti” diye “Efes Celsus Kitaplığı’nın” resmi konulur!
Bu arada bu çalıştaya İstanbul’daki arkeoloji ve sanat tarihi öğrencilerinin
katılamayışlarını da yadırgadığımızı söyleyebiliriz. Geçen yıllarda öteki
kentlerde üniversite öğrencilerinin, öğrenmek için o salondan bu salona coşkuyla
koşturduklarının tanığıyızdır. Ama İstanbul’daki rektörler, sınav tarihlerini
değiştiremeyince öğrenciler, ne yazık ki bu “uluslararası laboratuvardan”
yararlanamadılar!
Ayrıca müze ve ören yerlerinin satış mağaza ihalesini koskoca Bilkent
Üniversitesi’nin şemsiyesi altında kazanan Bilintur Şirketi’nin, görkemli Didim
Apollon Tapınağı’nın sur duvarını, dükkân yapmak için buldozer ile 25 Mayıs’ta
yıkmasına ne demeli? Bereket Belediye talana “dur” demiş!
Defineciler, Yine Defineciler!
Yıllardır mayıs ayı sonundaki bu uluslararası çalıştayı coşkuyla izliyorum,
öğreniyorum, yazıyorum. Bu kez çok önemli iki gelişmeyi algıladım.
Birincisi… Eskiden halk arkeologlara “mezar kazıcıları” derdi! Şimdi bilim
insanları definecilere, “klasik arkeologlar!” diyorlar. Bildirilerde “kaçak
kazı”, “yasadışı kazı”, “defineci tahribatı”, “hazine arayanlar” gibi
tanımların, geçen yıllara kıyasla olağanüstü arttığını üzülerek öğrendik.
Bazı arkeologlar ise “Şanslıyız, defineciler burayı eşelememiş”, “Bu yıl kazı
alanına geldiğimizde ortalığın kaçakçılarca altüst edildiğini gördük”, “Lahti
açtığımızda içindeki naylon poşetten definecinin bizden önce açtığını anladık”
ya da “Hazine arayanların bir yandan çukur kazarken bir yandan da kafa
çektiklerini geride bıraktıkları bira kutularından belirledik” sözleri ile
yakındılar!
Kültür Bakanlığı temsilcisi, ödenek yokluğundan “bekçi” koyamadıklarını,
sorunun çözümünü “yerel yönetimlerden beklediklerini” söylemekle yetindi.
İkincisi… Bilgisayarın teknik katkısı ile “sismik” çalışmalarda kullanılan
“jeofizik araçların” kullanımı ile arkeologların işlerinin kolaylaştığına, zaman
kaybının gittikçe azaldığına tanık olduk. Eskiden, “olsa olsa” yönetimi ile
“kazı açması” yapan arkeologlardan önce, artık arazinin alt katmanlarını
jeofizikçiler belirliyorlar.
Böylece arkeologlar bir “tümülüse (anıt mezara)” nereden girilmesi
gerektiğini bu yöntemle daha yaygın olarak saptıyorlar. Arkeologlar bu yöntemi
kullanırlar da defineciler dururlar mı? Onlar da devletten sağladıkları “maden
arama ruhsatı” ile aynı araçları kullanıyorlar.
“Metal detektör” kullanımının yasaklanmasını öngören taslak, genel müdürlükte
yine rafa kaldırıldı. Bakan Ertuğrul Günay, öncüllerinin geleneğini
sürdürmeyerek, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da, ne açılışta ne de kapanışta
çalıştaya geldi!
Bir zamanlar balonla, helikopterle havadan fotoğraf çekiminin yerini artık
“Google” verileri ve Amerikan Uzay Merkezi NASA’nın havadan bulguları almıştı.
İstanbul’un Kültürel Mirası!
İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Düzenleme Kurulu çalıştaya önemli destek
sağladı. Kurulun Başkan Yardımcısı Mehmet Gürkan’ın konuşmasından “İstanbul’da
30 bin kültürel miras noktasının” olduğunu öğrendik.
Dünyada yalnızca “üç ayrı imparatorluğa başkentlik” yapmış tek kent olma
özelliğini taşıyan İstanbul, Avrupa Birliği dışında “ilk ve son kez”, “Avrupa
Kültür Başkenti” seçilmişti. AB, bir daha dışarıdan bir kente bu unvanı
vermeyecek.
İstanbul tarihini taçlandıran Marmaray kazılarının olağanüstü buluntularını
çalıştayın açılışında İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdiresi Zeynep S. Kızıltan
bir bildiri ile sundu.
Japonların 1 milyar dolarlık Marmaray kredisini verirken anlaşmaya koydukları
“Önce arkeologlar kazsınlar, sonra metro yapılsın” koşulunu, keşke Türkiye’de
baraj, karayolu, kömür madenlerini işletenler ve turistik tatil sitesi yapanlar
da benimseseler. Unutulmasın ki, Türk kamu kuruluşları Anadolu’nun tarihsel,
kültürel ve dinsel mirasına, definecilerden daha çok zarar veriyorlar.
Kütahya Seyitömer Kömürleri kazısında 250, Hasankeyf Baraj alanında 425 işçi
ile yapılan kazılar ise yalnızca yangından mal kaçırmadır, bilimsel çalışmanın
sabrından yoksundur. Bakanlığın arkeologlara bas bas bağırarak söylediği, hatta
zaman zaman tehdit ettiği “Kazmak yeterli değil, korumak ve gelecek kuşaklara da
bırakmak” ilkesine bu durum ters düşmüyor mu?