Tur-i Sina Manastırı'ndaki Peygamberimiz'in El İzine Ne Oldu?



Balat ve civarına sık sık gidenler bilir. Sahil yolunun ortasında taş ve tuğladan inşa edilmiş, tarihi 14. yüzyıla uzanan Tur-i Sina Manastırı vardır. Yerini biraz daha tarif edersek; manastır Eminönü'nden gelirken, demirden inşa edilen gri renkli Bulgar Kilisesi'nin biraz ilerisinden sola dönünce hemen sol kolda kalıyor. Açık adresi ise Balat Mürsel Paşa Caddesi No: 134 şeklinde. Yavuz Sultan Selim'in emriyle yaptırılan manastırın hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar için özel bir anlamı var. Müslümanlar için önemli; çünkü kapısının üstünde iki yıl öncesine kadar Peygamber Efendimiz'in (sas) el izini simgeleyen mermer bir taş vardı. Peygamberimiz'in Hristiyanlar'a verdiği emanı ifade eden mermere kazınmış bu el izinin üst tarafı maalesef kırık bir haldeydi. Manastır, Hıristiyanlar için de önemli, çünkü burası, Mısır Sina Çölü'ndeki dünyanın en eski Hıristiyan manastırı olan Tur-i Sina'nın İstanbul'daki şubesi. Balat'taki manastır, hâlâ Sina Başkonsolosluğu'na bağlı..

Balat'taki el izinin anlamını, İstanbul'a nasıl geldiğini, İslam ve Hıristiyanlık tarihindeki önemine değineceğiz. Asıl konumuz, 400 yıldır duran ve Zaman'ın Cumartesi ekinde 27 Ocak 2007 tarihinde hikâyesi anlatılan ve resmi basılan izin, iki yıl önce (2007'nin yaz aylarına denk geliyor) neden yerinden kaldırıldığı, akıbetinin ne olduğu ve yetkili kurumların bu konudan neden habersiz olduğu... Öncelikle şunu belirtelim: El izinin kaldırıldığını fark eden kişi, İstanbul sevdalılarından araştırmacı-gazeteci Fahri Sarrafoğlu. Zaman zaman işadamlarına özel İstanbul gezileri düzenleyen Sarrafoğlu, bu gezilerden birinde -2007'nin yaz aylarından bir gün- manastıra gidince izi yerinde görememiş ve çok üzülmüş. 'Acaba düştü mü ya da çalındı mı?' diye düşünmüş.

Oysa ki Anıtlar Kurulu, tarihî yapılarda, izin alınmadan küçük bir taşın bile yerinden oynatılmasını istemiyor. Fahri Bey, konuyla ilgili Kültür Bakanlığı'na, Diyanet İşleri Başkanlığı'na kadar yazılar yazmış, ama bir sonuç alamamış. Hatta birçok kurumun, manastırın bu özelliğinden bihaber olduğunu görmüş. Bir vesile ile taşın Fener'deki Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin bahçesinde bulunduğunu öğrenmiş. Sarrafoğlu, "Daha sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci Patrikhane ile görüşerek bu taşı gördü ve fotoğrafını çekti. Patrikhane bakım yapmak için yerinden söktüğünü söylüyor. Kırık olan bölümleri tamir edilmiş." diyor.

Fahri Bey, manastırı gezilerinde mutlaka anlatıyor. Çünkü hoşgörünün timsali olduğunu düşünüyor ve bir kilisenin üzerinde Peygamberimiz'in Rahip Bahira'ya verdiği 'eman'ın bir izinin olmasını, şu aralar çok ihtiyacımız olan dinler arası diyalog ve hoşgörü için önemli bir örnek teşkil ettiğine inanıyor. (Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde bu emanın orijinalinin İstanbul Patrikhanesi'nde 7 cevahir sandık için saklandığını yazmış). Sarrafoğlu, "Neden vermiş bu emanı? Vefadan dolayı diyebiliriz, ama asıl olan, herkesin dininde serbestçe ibadet edebileceğini göstermesi bakımından. Çünkü İslam ibadetlerin serbestçe yapılmasından yana. Manastır, 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti'ne yakışır bir şekilde yeniden restore edilmeli ve taş yerine konulmalı. Kiliseyi görenler Osmanlı döneminde farklı dinlere mensup olanlara karşı hoşgörümüze yakından tanık olur." diyor.



Tur-i Sina Manastırı'nın İslam ve Hıristiyanlık tarihindeki önemi*

"Hz. Muhammed (sas), peygamber olmadan önce amcası Ebu Talip ile birlikte ticaret yaptığı dönemde Rahip Bahira ile görüşüyor. Kimdir Bahira, isterseniz önce ondan başlayalım anlatmaya. Gerçek adı Sergius'tur. Altıncı asırda yaşamış Hıristiyan din âlimlerinden olan Sergius, Aramî lisanında 'seçilmiş' anlamına gelen 'Behira' kelimesini unvan olarak kullanmıştır ve Rahip Bahira olarak tanınıp meşhur olmuştur.

Rivayetlere göre, henüz küçük yaşta olan Peygamber Efendimiz, amcası Ebu Talip tarafından, ticaret için Şam'a giden kafileye dahil edilmiştir. Ticaret kervanı, Busra'ya varınca her zaman konakladıkları yerde yine konaklamışlardır. Burada Bahira'nın yetiştiği ve yaşadığı küçük bir manastır bulunmaktadır. Bu manastır, din âlimleri yetiştirdiği için Hıristiyanlık açısından önemli bir yere sahiptir. Kureyşlilerin kafileleri daha önceleri de buraya gelip konaklamış olmalarına rağmen Bahira bunlarla hiç ilgilenmemiş ve konuşmamıştır. Ancak, bu kez tavrı değişmiştir. Manastırın penceresinden dışarıya baktığında, kervanın içinde bulunan Peygamber Efendimiz'i bir bulutun gölgelediğini görmüş ve bu durum dikkatinden kaçmamıştır. Ayrıca, Peygamber Efendimiz'in ağaç altında oturduğu esnada, dalların üzerine doğru eğildiklerini de görmüştür.
 
Bahira'dan müjde

Bahira, Kureyş kervanında bu değişikliği fark ettikten sonra, tüm kafile mensuplarını yemeğe dâvet etmiş ve bu dâvet Kureyşlileri şaşırtmıştır. Çünkü, şimdiye kadar kendileriyle ilgilenmeyen, konuşmayan bir kişi tarafından dâvet edilmekteydiler. Kervan mensupları, Peygamber Efendimiz'i küçük olduğu için götürmemişlerdi. Rahip, gelenler içinde aradığını bulamadı. Kureyşlilere geride kimseyi bırakıp bırakmadıklarını sordu. Onlar da bir çocuğu geride nöbetçi olarak bıraktıklarını söylediler. Bu cevap üzerine Bahira hemen Onun da getirilmesini istemiştir. Hazreti Muhammed'in gelişinden sonra Bahira kendisiyle yakından ilgilenmiş ve amcası Ebu Talib'e bazı sorular sormuştur. Manastıra çağrılan Efendimiz'e burada kendisine Rahip Bahira tarafından ileride peygamber olacağı müjdelenmiştir ve amcasından yeğenini korumasını istemiştir.

Peygamber Efendimiz (sas), peygamber olduktan sonra kendisini ziyarete gelen manastır keşişlerine ümmetinin manastırı koruyacağını belirten bir ferman vermiş ve fermana elini basmış. İşte kapının üzerindeki el kabartması bunu hatırlatıyor.

Rahip Bahira Manastırı, Suriye'nin başkenti Şam'a 120 kilometre uzaklıktaki Busra kentinde bulunuyor. Daha önceki dönemlerde Hıristiyanlığın önemli merkezlerinden olan Busra, Büyük Constantinus zamanında 306–337 tarihlerinde piskoposluk merkezi haline getirilmiştir. Şehir daha sonra Antakya Patrikliği'ne bağlanarak, Arabistan Başpiskoposluğu'nun merkezi olmuştur. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim Mısır'a sefere çıktığında manastır keşişleri ellerinde korudukları fermanı padişaha gösteriyor. Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi dönüşünde bu emannameyi görünce öpüp başına koyar ve bu emannameyi vermeleri karşılığında evlatlarının bu dokunulmazlığı ilanihaye sürdüreceklerini ve İstanbul'da Tur-i Sina'ya ait manastır ve kilise yaptıracağını beyan ve ferman eder. IV. Murad'ın verdiği H. 1048 tarihli ferman da bu hususu teyit etmektedir. Bu fermanda da eskilerde âdet olduğu gibi el resmi bulunmaktadır.

Yavuz Sultan Selim döneminden sonra manastırın başına neler geliyor?

Kaynaklar Haliç kıyısındaki manastırın 1593 yılında harap bir halde olduğu ve tamir için ayrılan paranın başka bir kiliseye aktarıldığı (yönetimdeki değişiklikler dolayısıyla), 1623 sayılı bir fermanla sahiplik ve tamir belgesi verildiğini anlatıyor. Manastır 1640 yılında yanıyor. Yine 1670 yılında İskenderiye Patrikliği'ne ait iken 1686'da Rusya'nın müracaatı ile Sina Manastırı'na devrediliyor ve bu yıl Rusların yardımı ile yeniden inşa ediliyor. Zamanla harap olan kilise 1729 yılında Sina Manastırı tarafından yeniden yaptırılıyor. 1730 tarihinde yine yandığından Giritli Nikeforos tarafından yaptırılmıştır. Kilise 1851/1852 ve 1855 tarihinde tamir görmüştür. Manastır daha sonra Tur-i Sina keşişlerinin barındığı bir kilise olarak tanınmıştır.

Kilise halen İstanbul Patrikliği'ne değil, Sina Başpisoposluğu'na bağlı olup Sina Dağı'ndaki Saint Katerlina Manastırı'nın Metokhion'udur. Ancak Tur-i Sina Manastırı Aya Yani Kilisesi Ruhani Kurulu'nun 3.6.1986 tarihli yazısında kilisenin Yavuz Sultan Selim'in emriyle inşa edildiği belirtilmiştir. Ayrıca kapı üstündeki el tasvirinin Hz. Muhammed'in elini temsil ettiği şifahen belirtilmiştir.

*Bu yazı, Fahri Sarrafoğlu'nun araştırmasıdır.