Kulakları çınlasın, Teo'yla birlikte, lise öğrenimimizin son yılında, Orhan Veli'nin gözde meyhanesi Lambo'ya gitmiş, şarap kadehlerimizi alıp tezgâhın bir köşesinde yudumlamaya başlamıştık. Birden orta yaşlı bir adam dalmıştı içeriye, "Lambo, çabuk, şarap!" demiş, ivecenliğinin nedenini açıklamak için de on beş gündür İstanbul dışında, Orta Anadolu'da bir ilde olduğunu söylemişti.
Lambo hemen kadehini doldurmuş, sonra da "Orada şarap yok mu?" diye sormuştu. "Var, var, ama adam gibi içemiyorsun ki!" demişti adam. " Tam azıcık gevşeyeceğin sırada, herifin biri geliyor, elinde taş, dikiliyor pencerenin önüne, 'Ben şu camı kıracağım, arkadaş!' diye tutturuyor. 'Kardeşim, sana ne zararı var bu camın? Yazık değil mi' diyorsun. Tınmıyor seninki, 'Ben bu camı kıracağım, parasını da vereceğim' , diyor. Gel de şurada içtiğin gibi iç bakalım!"
Şu son günlerde ikide bir usuma geliyor bu oluntu, hem de incecikten bir özlem ve sevgi aylasıyla geliyor. Öyle ya, bugün, İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de ya da Adana'da, cam kırmak isteyen bir adamı caydırmaya kalksan, taşı kafana indirir. Öte yandan, Orta Anadolulu sarhoşun bireysel tutumu toplumsallaşmış, tüm kent, hatta tüm ülke o Orta Anadolu meyhanesine dönüşmüş gibi görünüyor: Kıran kırana, yıkan yıkana, satan satana.
Babalar gibi. Benzetmek gibi olmasın, çok sayın ve çok saygın Kültür Bakanımız Atilla Koç'un çok camlı Atatürk Kültür Merkezi'ni yıkma tasarısı da gene aynı tatsız duyguyu uyandırır gibi oldu içimde. Ama çabuk toparladım kendimi. "Hayır, bu kadarı da olamaz! Sayın Bakanımız iki şekerleme arasında şöyle bir düşünmüştür bunu, sonra da şaka olsun diye, çevresindeki birkaç kişiye söylemiştir, hepsi bu!" dedim. Mantık da bunu gerektirirmiş gibi geldi bana.
Öyle ya, adı ne olursa olsun, herhangi bir kültür bakanının yapımı yarım yüzü bulmuş, bunca yıldır İstanbul'un kişiliğini belirleyen birkaç çağcıl mimarlık yapıtından biri olmuş bir büyük kültür kurumunu, bu kentin pek çok bireyi için vazgeçilmez bir odak niteliği kazanmış, mimarlık sanatında belirli bir aşamayı belirlediği alanın uzmanlarınca kesinlenmiş bir dev yapıyı yıktırtmayı düşünebileceğini düşünmek bile saçmaydı.
Üstelik, anlaşıldığı kadarıyla, Bakanımızın ve adamlarının elinde Atatürk Kültür Merkezi'nden daha güzel, daha büyük, daha işlevsel bir yapı tasarımı da yoktu. Öyleyse, gerçekleştirilmesi yarım yüzyıl almış bir sanat anıtını bulanık bir düşlem uğruna yerle bir etmek hangi mantığa sığardı? Çok özel bir mantıkları ve çok özel bir tasarımları bulunması durumunda bile, genel seçimlere en fazla sekiz ay kalmışken, böyle bir yıkımı tasarlamak olacak şey miydi? Seçimi kazanamamaları durumunda, yenilginin getireceği yıkılmışlık duygusu yanında, bir de Taksim'in ortasında bırakacakları yıkıntının ağırlığı altında tümden ezilmezler miydi?
Ellerinde gerçekten kusursuz bir tasarım bulunması, 2007 genel seçimini kazanmalarının da kesin olması durumunda, "Bir kentte birden fazla kültür merkezi bulunamaz" diye bir kural bulunmadığına göre, ülküsel kültür merkezlerini kentin bir başka yerine, örneğin Kadıköy'e, Bakırköy'e, Levent'e ya da başka bir yere dikmeleri daha ucuz, daha kolay, daha işlevsel olmaz mıydı?
Benim bu alçakgönüllü sorularımın bile aklı başında kişileri köşeye sıkıştıracağını düşünüyor, "Hayır, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir bakanı böylesine usa aykırı bir girişimi benimseyemez" diyordum.
Ama tasarının gerçekliğini kesinleyen edimler ve yorumlar birbirini izlemeye başladı. Örneğin gazetelerimiz bölgenin koruma kurulu başkanlığını "deruhte eden" bir profesör-doktor-yüksek mühendis-mimarın birdenbire, tam günün iktidarına göre bir "ulema" kişiliğine bürünerek "Yapının fazla bir tarihsel ve kültürel değeri yok, üstelik 1990'dan önce yapılmış!" deyip yıkım tasarısını onayladığını okudum.
Bunu artık çok alıştığımız "tatlı rant" söylentileri izledi, şimdilik ortada kesin bir tasarım bulunmamakla birlikte, yeni yapılacak "kültür merkezi"nin çok büyük bir otel ya da iş merkezinin yanında minicik bir "müçtemilat" olacağına benim de aklım yatmaya başladı.
Hiç kuşkusuz, yapıtın adının da küçümsenmeyecek bir payı vardı bu uğursuz tasarıda: Hem üzüm yenilecek, hem bağcı dövülecekti. Yakındır, iki şekerleme arasında, Atatürk Hava Limanı için de bir iyilik düşünür Sayın Bakanımız.