Başbakan Erdoğan’ın Marmaray Projesi arkeolojik kazıları
için 26 Şubat 2011’de söyledikleri, “Başbakan’ın şeyleri” yazısının konusuydu
(Radikal İki, 3 Mart 2011): “Sürekli ‘yok arkeolojik şey, yok çömlek çıktı, yok
şu çıktı, yok bu çıktı’ ile önümüze engeller koydular (...) Üç sene bizi
engellediler” demişti Erdoğan. Başbakan’ın, ülkenin kültür mirasının
araştırılması ve korunmasından sorumlu bilim insanlarına gözdağı veren bu
sözlerinin ilk olmadığını, doğruyu yansıtmadığı gibi kasıtlı yaptığını
örneklerle aktarmaya çalışmıştım. Başbakan’ın “ideolojisinin” partisinde ve
arkeolojik alanlardaki artçı sarsıntısını ise “İmam böyle konuşunca bakın cemaat
ne yapıyor” diyerek örneklemiştim.
“Buralarda elle kazı yapıldı!”
Bayrağı cemaatin en aktif üyesi Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir aldı bu
hafta yine. Konu Sulukule’ydi ancak bu kez belediyenin önünde protesto edenler,
ne kentin merkezine layık görülmeyen Romanlar, ne de yıllardır oturdukları eve
TOKİ’nin biçtiği bedeli ödeyemediği için semtten ayrılmak durumunda kalanlardı.
Tersine, evlerinin bitmesini bekleyen hak sahipleriydi: “Ortalıkta dolaşmakta
olan rant dedikodularına mahal verilmemesini, doğru dürüst hakça adil, AK
Parti’ye yakışacak bir şekilde hareket edilmesini” talep ediyorlardı. Onları
gülerek dinleyen Mustafa Demir ise, sürecin öngördüklerini gibi gittiğini ancak
“alanın arkeolojik olması nedeniyle aksama yaşandığını” belirtti. Aksiliklerin
ne belediyeden ne de TOKİ’den kaynaklandığını söyledi. Ve popüler argümanını
tekrarladı: “Buralarda elle kazı yapıldı!” Başkanın sözlerini, danışmanı Mustafa
Çiftçi tamamladı: “Sırf Arkeoloji ve Müzeler Müdürlüğü’nden kaynaklanan olumsuz
durumdan ötürü bu süre gecikti.” (DHA, 14 Mayıs)
Bu arada Başbakan, öğrencilere süt dağıtılmaya ve onların da zehirlenmeye
başlandığı 2 Mayıs’tan 15 gün sonra bile hâlâ muhalefeti “sütün arkasına sığınıp
siyaset yapmakla” suçluyordu. Oysa Ali Topuz 4 Mayıs tarihli Radikal ’deki
“İdeolojinin ak sütü” başlıklı yazısında iktidar ve bürokrasininin kendilerine
yapılan her itirazı “ideolojik” bulma şartlanmasını çok güzel anlatmıştı:
“Nesillerin iyi beslenmesine dair politikalar, ‘ideolojik’ seçimlerinizle
ilgilidir, tıpkı üreticilerin desteklenmesindeki gibi. İyi beslenmesini
istiyorsanız, küçük bir poşet sütü ağzına dayamazsınız. Oturduğu evde de iyi
beslenmesini sağlayacak yöntemleriniz vardır. Ailesinin süt, et, yumurta, ne
lazımsa alabileceği politikalarınız.” Özetle “itiraza neden olan siyasetiniz, en
az itirazın kendisi kadar ideolojik” diyordu.
Sütten toprağa sızan siyaset
Sulukule’nin “izbe” halinden kurtarılıp, TOKİ eliyle “ak pak” hale
getirilmesi hükümetin kentsel dönüşüm politikasının, Marmaray da ulaşım
politikasının icrası olduğuna göre, süte karışan siyasetin sindirim sistemi
yoluyla toprağa ne kadar sızdığını sorabiliriz. Mustafa Demir’in İstanbul
Arkeoloji Müzeleri’ni hedef göstererek “Buralar elle kazıldı” dediği Sulukule,
tümüyle tarihi ve kentsel sit alanı olan sur içinde (tarihi yarımada) yer
alıyor. Bu şu anlama geliyor: Kentsel dönüşümü yönetenler ve Mustafa Demir,
Sulukule’nin Bakanlar Kurulu kararıyla yenileme alanı ilan edildiği 13 Ekim 2006
beri arkeologların burada çalışmak zorunda olduğunu biliyor. 2863 sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu böyle diyor. Bu yasayı bilmeden tarihi
yarımadayı yönetmesi mümkün değil. Kaldı ki herhangi bir sit statüsüyle
korunmasa bile, bir kültür varlığına rastlanması (örneğin Sulukule’de ulaşılan
100’e yakın antik mezar!), alanın devletin arkeoloğuna terk edilmesini ve
araştırmanın beklenmesini gerektiriyor. Ama Demir’in niyeti farklı: Sulukule’yi
ilk kez ziyaret ettiği 10 Haziran 2010’da Kültür Bakanı Günay’a Hellenistik
dönem kalıntılarının da bulunduğu alanı göstererek “Gördüğünüz gibi bunlar çöp,
İstanbul ’un hangi çöplüğünü kazsanız bunlardan bulursunuz” diyordu. Demir’in bu
minvalde konuştuğuna ben de tanık oldum ve yayınladım da.
Geciktirici arkeoloji!
Cevaplamamız gereken gerçek soru, arkeolojik kazıların TOKİ’yi geciktirip
geciktirmediği. Çünkü siyasilerin bu iddiasını sorgulamadan bilimi savunmak,
tartışmayı tali yollara çekiyor.
Müze Sulukule’de çalışmaya 22 Mart 2010’da başladı. Arkeologların ihtiyaç
duyduğu iş gücünü ve ekipmanı temin etmekle yükümlü müteahhit firma, 90 bin
metrekarelik alana sadece 5 işçi tahsis etti. Bakanın alanı ziyaret günü hariç,
işçi sayısı da 12’yi geçmedi. (58 bin metrekarelik Yenikapı [Marmaray] kazısında
en az 350 işçi çalıştı.) Çünkü proje sahipleri, başından beri arkeolojik alanı
arkeologlarla değil dozerlerle kazmayı planlamıştı. Nitekim “plan”, 12
Haziran’da yürürlüğe girdi; kimsenin haberi olmadan alana iş makinaları girdi.
Arkeologların engelleme girişimine rağmen çalıştı. Müteahhit firma bunun için
talimat aldığını söyledi. Dozere direnen arkeologlar, başka kazılara gönderildi.
Gelgelelim, iki yılı geride bırakan arkeolojik çalışma TOKİ konutlarıyla aynı
anda, bugünlerde bitmek üzere. Çünkü arkeologlar, yanı başlarında yükselen
inşaatların gölgesinde ve alandan sorumlu Yenileme Kurulu da dahil, yetkililerin
seyirciliğinde çalışmak durumunda kaldı.
Filmin devamı Mart 2012’de, bir başka yenileme alanı olan Ayvansaray’da
çekildi. (“Sur dibinde kepçelerle operasyon”, Radikal, 13 Mart 2012) Fatih
Belediyesi önce red, sonra kabul etti: “Müzeye haber vermemiz gerektiğini
bilmiyorduk” dedi. Bu ikinci olay bile, Mustafa Demir’in yönettiği İstanbul ’un
tarihi mahallelerinde, toprağa neden siyaset karıştığını anlamaya yeterli. Çünkü
sırada Fener-Balat, Ayvansaray ve niceleri var.
Başbakan’ın “Marmaray’ın arkeoloji nedeniyle geciktiği” iddiası da hiç
sorgulanmadı. “Asrın projesi”nin diğer ayaklarına bakılmadı. Yenikapı’daki kazı
yedi yıl sürdü. 58 bin metrekare alan, yüzeyden 15-16 metre derinliğe kadar elle
kazıldı. Projeye engel olabileceği düşünülen her buluntuda Ulaştırma Bakanlığı
yeni bir strateji belirledi ve arkeologları beklemedi.
Yapmamız gereken belki de en son şey, Marmaray ve Sulukule’deki gibi
arkeolojik araştırmaların dünya tarihine kazandırdığı bilgi ve buluntuları
savunmak. Siyasilerin bilime saygı duymasını da çok ummamalıyız. Çünkü arkeolog,
yasanın kendine verdiği görevi yapıyor ve bu görevi geciktirmiyor. Herkes kendi
görevi için uğraşsa, toprak da temiz kalacak.