2011 yılına kadar TOKİ, 500 bin konut hedefini
gerçekleştirmek istiyor. Hormonal büyüme içinde olan büyük kentler açısından
bakıldığında bunun mütevazı bir hedef olduğunu söylemek mümkün. Söz konusu
konutlar sadece İstanbul'da yapılacak olsa, şehrin yaklaşık 3-4 yıllık
ihtiyacını karşılayabilir ancak. Bu demektir ki, Türkiye'nin geneli göz önünde
bulundurulduğunda insanı dehşete düşüren bir konut açlığı olduğu görülmektedir.
Konut üretimindeki talepte, çekirdek aile ve süren göç önemli rol
oynamaktadır.
TOKİ'nin satın alma gücü sınırlı kesimleri konut sahibi yapmak üzere
giriştiği faaliyeti küçümsemek doğru değildir. Türk halkında kişi ne kadar
zengin olursa olsun, başını sokacak bir meskeni olmadıkça kendini ve çocuklarını
güvencede hissetmez. Aklı başında insanlar, bir kere sahip oldukları evin
üzerine ticari hesap yapmazlar, bunu zihinlerinden çıkarmış olurlar. İslam
geleneğinde de bir evi, ancak yeni ve daha iyi bir evi almak üzere satmak
gerekir. Kısaca meskenin kendisini ticari meta haline getirmekten kaçınmak
gerekir. Ev temel ihtiyaçlar arasında sayıldığından, bazı modern bilginlere
göre, devletin sosyal görevlerinden biri herkesi ev sahibi yapabilmesi veya
kişiye ihtiyacı oranında destek vermesidir. ABD, "konut"u temel bir hak olarak
görmüyor, çünkü bu hem liberalizmin öngördüğü serbest piyasa kurallarıyla
bağdaşmıyor, hem de zaten hiçbir demokratik devlet bütün yurttaşlarını ev sahibi
yapamıyor. Amerikalılara göre, özellikle üçüncü dünya ülkeleri konutu temel
haklar arasında sayarlar, ama halklarına yalan söyleyip bu hakkın tahakkuku için
hiçbir şey yapmazlar.
Meselenin sistemler açısından sahip olduğu yaklaşım farkı önemlidir. Elbette
verili durumda TOKİ fonksiyonel bir iş yapıyor. Ancak seri ve toplu konut inşa
etmenin sistem boyutunu ihmal etmemek lazım. Sorun, TOKİ'nin kendisine çizilen
dairede başarılı olup olmadığı hususu değil, bu dairenin böyle mi çizilip
çizilmemesi gerektiği konusudur.
Bir kere küresel ekonomik krizden önce her şeyin özelleştirildiği liberal bir
atmosferde, neden hükümetin toplu konut üretimini elinde bulundurduğu
sorulabilir. Bu, IMF'nin bile dikkatini çekmişti. Konut inşaatı yüzlerce
kalemden oluşur. Devletin müdahil olmadığı serbest piyasa şartlarında, devletin
bu yüzlerce kalemi bir veya birkaç elden tedarik ederek seri konut inşa
etmesinin veya şahıslara fason iş yaptırmasının şimdi içine girdiğimiz krizdeki
payını bilemeyiz. Başına geçtiği günden beri başarılı bir performans gösteren
Erdoğan Bayraktar, "Şehirleri 550 müteahhitle yeniledikleri"ni söylüyor.
TOKİ'nin üç ana hedef tespit ettiğini söyleyebiliriz: İlki kentsel dönüşüm
çerçevesinde gecekondulardan kurtulan kentin 'modern bir yüz'e kavuşturulması;
ikincisi depreme dayanıklı yapılar üretme çerçevesinde risk altında yaşayanlara
TOKİ konutlarından öncelik tanınması; üçüncüsü sosyal barış çerçevesinde
'İstanbulluluk bilinci'ni geliştirip hayat standartlarının yükseltilmesine
çalışılması.
Her üç hedef de önemlidir, belli ki üzerinde düşünülerek tespit
edilmişlerdir. Pekiyi, TOKİ, ürettiği toplu konutlarla bu üç hedefi ne kadar
gerçekleştirmiştir: 1) Gecekondular üzerinden kentsel dönüşüm yapılırken, kent
'modern bir yüz' kazandı mı? Bizim modelimiz geleneksel şehrin modern fizik ve
sosyal mekâna transferi mi olmalı, yoksa İkinci Dünya Savaşı şartlarında Batı'da
şehirlerin çeperinde evsizler, göçmenler ve sığınmacılar için düşünülmüş sosyal
konut/toplu konut mu? 2) İstanbul'u bekleyen en büyük tehlike muhtemel bir
depremdir. Tehlike konutların yapıldığı şehir dışındaki kırsalda değil, şehrin
kalbinde söz konusudur. Bugünkü şehir nüfusunun belki yüzde 80'ini yıkacak bir
depreme karşı tedbir böyle mi alınır? 3) Her biri birer getto görüntüsü veren
kibrit kutusu konutların olduğu mekânda nasıl şehir kültüründen söz edilebilir?
Mesela Başak konutları İstanbul'un bir parçası sayılır mı?
Şehir kültürü ve bize ait olan medeniyet tasavvurundan yoksun bu konut
politikası, geleceğin dünyasının içine girdiği gelişme dinamiğine de
aykırıdır.