İstanbul’un kentsel dokusunun neo-liberal dalgalar ile
dövülmeye başlanması, ANAP hükümetinin ilgili 1984 yılı kanunu
ile Bedrettin Dalan’ın büyükşehir belediye başkanlığını daha
öncesine kıyasla emsalsiz yönetsel ve finansal yetkiler ile donatmasına tekabül
eder. İstanbul’un bir ‘dünya’ şehri olarak büyük Osmanlı geçmişi ile neo-liberal
dinamikler aracılığıyla pazarlanma stratejisi bu süreç kapsamında olgunlaşır ve
bu bağlamda, kentin dokusunu yeniden yapılandırma projeleri ile gelen yabancı
finans sahipleri ve turistlere, büyük oteller eşliğinde kenti sunma arzusu
ortaya çıkar. Şehrin siluetinde beliren Swiss Otel ve
Conrad heyulası bu dönemin miraslarıdır ve tarihi yarım adada
restorasyon çalışmaları da bu dönüşüm ile başlar. Yıl 2000’lere geldiğinde
‘Kentsel Dönüşüm Projeleri’ ve çeşitli yabancı mimarlar ile
ortaklaşa oluşturulan, Zeha Hadid ve Ken
Yeang’in Kartal ve Küçükçekmece üstüne olan projeleri buna örnek
gösterilebilir, ‘Mega Projeler’ ile İstanbul’u bir dünya finans şehri yapma
fetişi tavana çıkartılır. Bu öncü ‘Mega Projeler’in bize gösterdiği yansıma ise
kentsel dönüşüm yapılan alanda yaşayan çoğunlukla düşük gelirli göçmenlerin
oluşturduğu halkın, proje kapsamında şehre entegre edilmeye çalışılmaktan daha
çok, çeşitli vaatler ile dönüşüm alanının dışarıya atılmasıdır.
İşte bu çerçevede 2000 yılının ortalarından itibaren sayısız kentsel dönüşüm
projesi kapsamında kentin dışarısına itilmeye çalışılan halk, başbakanlığa bağlı
TOKİ tarafından şehrin ücra köşelerinde oluşturulan kent-konutlara
yerleştirilmeye ya da sistematik bir şekilde itilmeye çalışılıyor. Geçen haftaki
haberler, tarihi yarımadada, 8.500 yıllık tarihi ile eski Rum, Ermeni ve Musevi
göçmenlerin meskeni olan Ayvansaray’ın yeni ‘dışlananlarının’
yine TOKİ vaatleri ile kentsel dönüşüm projesi kapsamında yerlerinden edilmeye
çalışıldığını ve bu modern kentsel kıyımların daha da süreceğini gösteriyor.
Peki, Ayvansaray’dan sürülmek istenen halkı ne bekliyor?
Bezirgânbahçe örneği ve bir TOKİ gettosu'nun resmi
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden Doç Dr. Biray
Kolluoğlu ve Doç. Dr. Ayfer Bartu’nun
Bezirgânbahçeyi de içine alan İstanbul’un ‘yeni ortaya çıkan
kent alanları’ temalı alan çalışması; Olimpiyat Stadı ve köyü kapsamında
Tepeüstü ve Ayazma’dan sürülen düşük gelirli,
işçi, göçmen profiline sahip olan halkın, yeni TOKİ gettosundaki trajedilerini
ve adaptasyon süreçlerindeki zorlukları çok iyi anlatıyor. Bire bir alan
çalışması ile yapılan araştırma, Tepeüstü ve Ayazma’daki bahçeli evlerinde
ekip-biçerek, elektrik-su ve çeşitli toplu yaşama aidatlarından sakınarak,
çocuklarından gelen parayla veya bakkalın veresiye defterlerine yazılan
alışverişlerla ve benzeri hayatta kalma stratejileri ile yaşama tutunan, maaşı
350-1.000 lira arasında değişen düşük ücretli göçmen işçi ailelerinin, modern
TOKİ konutlarına çeşitli vaatler sonucu yerleştirdiklerinde yaşadıkları tramvaya
ve zorluklara 55 yaşındaki bir kadının cümleleri ile dikkat çekiyor.
“Tepeüstü’nde bahçelerimiz vardı, orada bazı ihtiyaçlarımızı
yetiştirebiliyorduk, meyve ağaçlarımız bile vardı… Şimdi gidebilirsek
haftada bir süpermarkete gidebiliyoruz… Veresiyede olmadığı için burada bazen aç
kaldığımızı da söyleyebilirim.”
Ödenmesi gereken düzenli faturalar, bahçe bakımı ve apartman giderleri gibi
aidatları ile daha çok ‘fakirleşen’ yeni Bezirgânbahçeliler’in bulundukları
alandan çıkıp şehre karışma devinimleri ise ulaşım zorlukları ve pahası
nedeniyle çok azami oluyor. Davutpaşa’da bir fabrikada 503 lira maaş ile çalışan
bir aile babası, çocuklarını deniz kıyısına götürmek için verdiği iki minibüs
hattı parasından dem vururken; 36 yaşındaki bir kadın iki ayda bir alan çıkışı
yaptığı yerlerin Çatalca’daki piknik yeri ve Bağcılar’daki akrabalarının yanı
olduğunu söylüyor. 42 yaşındaki okuma yazma bilmeyen bir başka kadın ise
kaybolma ‘korkusuna’ işaret ediyor ve Ayazma’da yaşarken bahçede rahatça
‘havalandığını’ ve komşuları ile daha rahat buluşabildiğini söylüyor. Boğaziçi
A.Ş tarafından ev balkonu ve ortak bahçe kullanımı hususunda getirilen
kısıtlamalar ise kadınların sosyalleştiği kamusal alanın nasıl daraltıldığını ve
modern yaşam prensiplerinin Bezirgânbahçelilere nasıl zorla dikte edildiğini
gözler önüne seriyor. Bir başka değişle, Bezirgânbahçe kadınları ‘uygar’ ve
‘modern’ olma adına eskiden bahçelerinde yaptıkları bahçe-çay keyiflerini artık
gerçekleştirmeyecek noktaya geliyor.
Araştırmanın en dikkat çeken çıkarımı ise etnik gerilim
üstüne oluyor: Tepeüstü’nden gelen Kürt aileleri ve Ayazma’dan gelen diğer Türk
kökenli ailelerin heterojen şekilde yerleştirilme planının yeni yaşamsal
travmalar ile birleştiğinde nasıl etnik çatışmalara gebe olabileceğine işaret
ediyor. Özellikle bu yeni kent alanında, hareketi ve kamusal alanı kısıtlanmış,
arkadaşlık ağları sekteye uğratılmış işsiz Kürt ve Türk gençlerin nasıl atomize
olduklarına dair bulgular gerçekten korkutucu ve endişe verici.
Ez cümle, Bezirgânbahçe’nin sosyo-siyasal çatışmalara gebe bir TOKİ
gettosundan başka bir şey olmadığını söyleyebiliriz ya da daha sosyolojik bir
dil ile burayı ‘rızasız’ bir ‘izolasyon’ alanı diye adlandırabiliriz. İşte bu
gerçek ışığında, geçen hafta Ayvansaray’da yerlerinden ‘edilmek’ istemeyen
yerleşimcilere karşılık kentsel dönüşüm politikasını TOKİ konutları ile
meşrulaştırmaya çalışan Fatih Belediyesi Başkanı’nın kameralar karşısında
politikasını savunma cesaretini ironik ve bilinçsizce buluyorum.
Ayvansaray ve yaşayanları
Ayvansaray’daki proje 5366 numaralı kanun dayanağı ile ‘yıpranan tarihi ve
kültürel taşınmazların’ sit alanı haline sokularak restorasyon edilmesi diye
özetlenebilir. 2005-2006 yılları arasındaki süreç kapsamında bakanlar kurulu
kararı ile Çalık grubu ve GAP inşaat, Fatih Belediyesi ile el sıkıştı ve proje
yürürlüğe sokuldu. Yüzde ellisinden fazlası konut olan ve kalanı ofis, işletme,
konaklama ve ticarethane diye çeşitlenen 910 binanın yaklaşık yüzde 85’inden
fazlası kullanım halinde. Rakamlar bize Ayvansaray’dan TOKİ gettolarına sürülmek
istenen halkın hiç de azımsanmayacak bir kitle olduğunu gösteriyor.
Bölgedeki süreçten en çok zarar görecek olanlar ise 200-450 TL aylık ödeme
yapan kiracılar. Geçen Temmuz ayında kesin boşaltma ve yıkım kararı alan
Fatih Belediyesi’nin mağdurlarından 60 yaşındaki kiracı
Hürü Akdeniz’in cümleleri yaşananları tüm çarpıcılığı ile
gözler önüne seriyor: “Belediye'den toplantılara çağırdılar bizi. 'TOKi'den size
ev ayarlayacağız. Sizi el verdiğince mağdur bırakmayacağız' dediler. Biz
de inandık. Ama hiçbir şey söylemiyorlar. Ben bu yaşta nereye çıkayım. Maaşım
yok, bir şeyim yok; konu komşu yardımıyla geçiniyorum" diyor yaşlı kadın. Öte
yandan evini satmaya zorlanan ev sahipleri ve anlaşmazlığa düşen mülk
ortaklarının yaşadıkları, olayın çok başka bir yüzüne ışık tutuyor. Evini 40 yıl
önce temizlik işçiliği yaparak alan Şehriban İşbeceren “'Ya sat
ya da 60 metrekare ev verelim' diyorlar. Hem eve kıymetli diyorlar hem de
bu kadar veriyorlar. Beş çocuğum var, hepsi kirada oturuyor. Ben evi nasıl
bırakayım, gelip sıkıştırıyorlar sürekli" diye sesleniyor. Ancak evini
satmayanlar arasında en çarpıcı cümleler Yayla Hanım’dan
geliyor: “Dört senedir şirketle mahkemeliğiz. Biz bu fiyata satmak istemiyoruz.
Çok zor durumdayız; kiraya gitsek gidemeyiz, o parayla ev de satın alamayız.
Tayyip'e oy verdik, koydu bizi sokağa."
Gentrifikasyon ve tutsaklık
Ağızlardan dökülen cümleler Ayvansaraylılar’ın kader ortağı oldukları
Bezirgânbahçeliler’in deneyimlerden haberdar olmadığını gösteriyor. Bir umut
kapısı olarak Fatih Belediyesi tarafından pazarlanan TOKİ vaatleri daha
gerçekleştirilmeden halk, yaşam alanlarından sürülmek isteniyor. Hoş,
Ayvansaraylılar TOKİ konutlarına yerleştirilse bile, Kolluoğlu ve Bartu’nun
araştırmalarında belirttiği gibi, bölge halkını vahanın ortasında ‘mantar’ gibi
yükselen TOKİ gettolarında bir ‘sosyal tutsaklık’ bekliyor. Kentin dışına
zorunlu olarak itilecek olan Ayvansaraylılar yeni modern konutlarında
kendilerini zorunlu bir ‘kapanma’ devinimi içinde bulacak. Şehir kamusal
alanlarına daha az erişme şansı ile kent yaşamın en temel prensibi olan farklı
soyso-kültürel tabakadan gruplar içinde ‘çözünme’ şansından yoksun kalacaklar.
Peki, Ayvansaray’a ne olacak?
Sosyologlar, neo-liberal dinamikler eşliğinde çalışan fakir sınıfların
taşınmazlarının veya sosyal pratiklerinin -buna Oryantal dansın Etiler dans
salonlarında 1990 ortalarından sonra gördüğü rağbeti örnek gösterebiliriz-
finans sahibi zengin ve üst sınıflar tarafından baskı veya zorunlu rıza
eylemleri ile yeniden sahiplenme sürecine literatürde ‘Gentrifikasyon’ diyor.
Ayvansaray kentsel dönüşüm projesinde yer alan butik oteller, ofis alanları ve
üst orta sınıfa hitap eden ev dizaynları zaten hiçbir şekilde inkâr edilmiyor.
Ben, İstanbul’da yaşanan bu ve benzeri gentrifikasyon örneklerini, Türkiye’nin
mevcut kırılgan sosyo-siyasal dokusunu göz önüne aldığımda, gayet endişe verici
buluyorum. Kent dışına itilen bu yoksul kitlelerin ve özellikle genç grupların
izole edilmiş bir alanda yalnızlaşarak atomize olacağına inanıyorum ve uzun
vadede suç oranlarının artışı ve şehir terörü gibi pratiklerin bu dönüşüme eşlik
edeceğini düşünüyorum. Yayla Hanım’ın cümlesinde işaret ettiği gibi, yıkıcı
neo-liberalizmin bayraktarlığını yapan AKP iktidarının da bu süreçten düşük
gelirli kesimlerin oylarını kaybetmeyerek çıkışının nedenin de hem kent
sosyologları hem de siyaset bilimcileri için araştırılması gereken bir alan
olarak belirdiğini hissediyorum.