Siz bu yazıyı okurken ben Makedonya’da olacağım.
Orada Kiril i Metodi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin öğrencileri için bir “Yaz Okulu” nu yöneteceğim. Okulun konusu belirlendi: Kent, herkes için…
Siz biliyorsunuz konuyu…
Kentin yalnızca sağlam, her işini kendi görebilen insanlar için düşünülmesine karşı çıkıyorum, biliyorsunuz. Engellilerin, yaşlıların, çocukların, giderek çevresine zararsız tinsel bozukluğu olanların bile kentte sağlamlarca yerleri olması gerektiğini savunuyorum kırk yıldır.
Anımsayacaksınız, bir iki hafta önce, artarda dört hafta süren bir yazı yazdım bu köşede… “Sağlıklı Yaşam Ortamlarımız” adı altında… Kimi kaynaklar toplum yaşamına bu türlü nedenlerle katılamayanların sayısının yüzde 12.5’e ulaştığını yazıyorlardı o günlerde… Kısacası on milyon insanımız toplum yaşamını paylaşamıyorlar.
Konuyu yeniden ele almak için yazmıyorum bu satırları… Dedim ya, kırk yıldır anlatmaya çalışıyorum derdimi… Ama yeterince etkili olamıyorum. Kentlerimizin, bu insanlarımız da düşünülerek düzenlenmemeleri duyarsızlığını sürdürüp gidiyorlar.
Oysa bir yabancı üniversite çağırıyor: “Gel bizim öğrencilerimizi konu üzerine düşündür, çalıştır.”
Öyle de yapacağım, çağrılı olduğum Makedonya’da.
Beşer kişilik kümeler olarak öğrencilerimi salacağım bir küçük kentin içine…
Bir kümeye diyeceğim ki; “Siz engellisiniz… Tekerlekli sandalye kullanıyorsunuz… Böyle bir gün geçireceksiniz kentte… Lokantaya girip yemek yiyeceksiniz, yapabilirseniz… Sinemaya, tiyatroya, belediyeye girmeye çalışacaksınız. Yollarda karşıdan karşıya geçmek isteyecek, kaldırımlarda ilerlemeyi deneyeceksiniz…
Bakalım yapabilecek misiniz bütün bunları?
Yapamazsanız, nedenlerini yazıyla, çiziyle, videoyla, kısaca nasıl isterseniz öyle anlatacaksınız. Sonra da çözüm önerileri getireceksiniz”...
Öteki küme sağır olacak… Bir başkası kör… Bir başkası ilkokul çocuğu olacak… Bir başka küme de yaşlı… Ardından, başlarına gelenleri sağlam kentlilere anlatan, çözüm önerileri getiren bir sergi oluşturacaklar.
Sözü uzattım mı?
Demek istediğim, dokunduğunuz bir konuda hemen tepki almanız kişiyi isteklendiren bir duygu… Bir yazı yazıyorsunuz, birileri okuyor, yanıt veriyor, istekte bulunuyor…
Ne güzel!
“12 Eylül”den beri özlemini çekiyoruz bunun…
Yoksa bana mı öyle geliyor?
Ders verdiğim üniversitede de yaşıyorum bunu. Öğrencilerimi konuşturabilmek için akla karayı seçiyorum.