Tasarım dünyası yeni bir merkeze kavuştu. Mimar
Akın Nalça, kendisi ve ekibinin yıllardır sürdürdüğü atölye
geleneğiyle aynı dili konuşan; Burkhardt Leitner Constructiv,
Alu, Wogg gibi ünlü tasarım markalarını bir
araya getirerek Türkiye’nin tasarım üssü olmaya adaylığını ilan eden
Terminal’i kurdu. Açılışı taze, fikri olgun tasarım merkezi
Terminal, mekân çözümleri konusunda fark yaratan birçok markayı ve tasarım
hizmetini bir arada sunarak, tasarımcıların, mimarların ve işverenlerin çözüm
ortağı olmayı hedefliyor. “Burayı tasarımcıları gıdıklamak, yaratıcılıklarını
gösterebilecekleri bir çatı oluşturmak için kurdum” diyen Nalça’yla, dünyanın
farklı yerlerinden tasarımcıları ve fikirleri bir araya getiren Terminal’i
konuştuk.
Tasarım merkezi açma fikri nasıl oluştu?
25 yıldır bu işi yapıyorum. Hatta neredeyse 30 diyeceğim ama korkuyorum yaşlı
görüneceğim diye! (Gülüyor) Aslında uzun zamandır Türk tasarımcılarının, ürün ve
fikirlerini bir arada sunabilecekleri bir mekân yaratmayı düşünüyordum.
Başlangıçta bu mekânı bir gemi olarak tasarlamıştım ama aklınıza bildiğimiz
anlamda gemi gelmesin. Fikir, ‘gemi’ fikriydi. İstedim ki, bu tasarım gemisi
dünyaya açılıp Türk tasarımını tanıtsın ama o fikri bir türlü uygulamaya
geçiremedik. Sonra ‘terminal’ fikri geldi aklıma. Tüm dünyadan tasarımcıların
buluşup mekân çözümleri geliştirdikleri bir yer olsun diye burayı açtık. Ama
buranın esas işlevi tasarımcıları ‘gıdıklayacak’ bir yer olması. Burada çözüm
ürettiğimiz mekânlar için ortak söz söylüyoruz. Aydınlatma, akustik, raf, oturma
ünitesi ya da dış mekân, fuar, festival, müze gibi çok çeşitli mekân
düzenlemeleri için birlikte fikir üretiyoruz.
Terminal çatısı altında toplanan markaları nasıl
seçtiniz?
Çoğu, ‘Akın Nalça’ olarak çalıştığımız markalar. Mesela Burkhardt Leitner
Constructiv, bir Alman klasiği. Onlarla çalışmaktan o kadar mutluyum ki bize iş
disiplini, farklı bakış açısı gibi pek çok konuda, fark etmeden çok şey
öğretiyorlar. Tasarımcıların ortaya daha zengin işler çıkarabilmesi için bir
araya gelip çalışması önemli. Molo, kâğıtla yarattığı mekân bölme
alternatifleriyle aramızda.
Bu markaları Terminal’de buluşturan ortak düşünce nedir?
Biz burada tek kullanımlık, ucuz ama çabuk tükenen ürünler yerine uzun süre
kullanılan klasikler yaratmaya çalışıyoruz. Terminal bünyesinde toplanan
markalar da böyle düşünüyor.
Bu, bir anlamda çağdaş ve ideal tasarımın da yeni felsefesi değil
mi?
Evet, artık çevreye saygılı olmayan tasarımda eksik bir yan oluyor.
Düşünsenize kurduğunuz mekân, akşam kamyona koyulup çöpe gidiyor. Bir günlük bir
iş için harcanan emek ve malzeme çöp oluyor. Buna karşılık biz dönüşebilen,
yaratıcı ve sürekliliği olan ürünler tasarlıyoruz. Mesela Akın Nalça markası
altında ürettiğim Slipan adlı ünite, tamamen mıknatıslı parçalardan oluşuyor.
Sökülüp takılarak mekâna göre değişebiliyor.
Türkiye’de çalıştığınız firmalar söylediğiniz anlayışı kabul
edebiliyor mu?
Bu, sadece tasarımla ilgili değil aslında. İnsanlar her türlü ürün ve
hizmetin ucuz ve çabuk tüketilebilir olanına yöneldi ama dünyanın gidişine
bakarsak bu sistemin değişmesi gerektiğini görürüz. Bence zamanla daha da
anlaşılacağız, anlaşılmayı hak ediyoruz. Çünkü Türk tasarım dünyası için de bir
adımdır bu. Geçenlerde birlikte çalıştığımız bir arkadaşımız Slipan’ı sorup “Bu
İtalyan mı?” dedi, “Hayır, Türk” dediğimde yüzünde inanamamışa benzer bir ifade
gördüm. Başka bir ürünü gösterip “Peki bu Alman mı?” dedi, “Hayır, Türk”
dediğimde artık yüzünü görmeliydiniz. Bence bunun bir gelenek olacak kadar
temellenmesi için zamana ve Terminal gibi merkezlere ihtiyacımız var. Türkiye’de
çok iyi işler de yapılıyor ama sadece yaratıcısını tatmin edecek bir ürün,
tasarım sayılmaz. Ürünün kullanıcıya ulaşması gerekir.
Türkiye tasarımda kullanılan malzemelerle bir fark yaratabiliyor
mu?
Teknoloji geliştikçe malzeme konusunda tasarımcıya büyük ilham veren
yenilikler ortaya çıkıyor. Akla hayale gelmeyecek malzemelerle tanışıyorsunuz.
Ama bir yandan geleneksel olana ilgi de artıyor, Perşembe Pazarı’ndaki kümes
teli bile kullanılıyor. Türkiye suni deri üretiminde de epey ilerledi ama bunu
tanıtamıyor.
Deri, kürk ya da herhangi bir hayvansal malzeme kullanmayan insanlar
için o kadar önemli ki suni deri. Daha çok kullanılması mümkün değil
mi?
İşte üretici bunu böyle görebilse kullanılacak ama şu ‘suni’ ve ‘gerçek’
kavramları yüzünden bile suni derinin kötü bir imajı var ve kullanılmıyor.
Halbuki sizin dediğiniz yerden baksa üretici, bunun politik bir yanı da olacak
ve alıcısı artacak. Ben, suni deriye ‘teknolojik deri’ demeyi ve bu sayede
üretim ve satışını çoğaltmayı önermiştim ama kabul edilmedi. Öyle suni deriler
var ki, mesela ısıyla renk değiştiriyor. Düşünsenize kolunuzun altında çantanın
rengi değişiyor... Bunlar tasarımcıyı kışkırtan şeyler.
Sizin bir de yayıneviniz var, Akın Nalça Yayınları...
Evet, ben çok önemsiyorum böyle değerleri korumayı, çoğaltmayı... Öyle iyi
işler yapılıyor ki, kitap olarak da basmak gerekiyor. Şimdiye kadar dört kitap
bastık. Bu sene yapamayınca küçük birer defter basıp tasarımcıların kendi
kitaplarını yazmalarını istedik. Biraz kolaya kaçtık yani bu
sene...